24 Ekim 2021 Pazar

Ülkenin Ülkeyi Sevenleriyle İmtihanı *

Ben bu ülkeyi sevmeyeni görmedim. Çünkü kime sorarsan ülke sevdalısı. Elbette sevilecek. Zira başka ülkemiz yok. Yalnız kim ne kadar ve içten seviyor, bunu bilmiyoruz. Zira elimizde bir kıstas ve içlerini okuyacak bir alet yok.

Sayıları ne kadardır bilmiyorum ama bu ülkeyi gerçekten seven samimi insanlarımız var. Kiminin ülke sevgisi kuru gürültüye yani sözde bir sevgi. Bunların oranı epey fazla. Kiminin de ülke sevgisi kedinin ciğeri sevmesi gibidir. Bunların çoğu da sorumluluk sahibi kişiler. 

Ülkesini içten seven insanlar, ülkesinin kalkınması için çalışırlar. Bunun için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Ülkeye verdikleri katma değerden daha azıyla nasiplenirler. Fedakardırlar. Gerekirse uğruna ölürler. Ülkesini zarara sokacak eylemlerden kaçınırlar. Bilerek veya bilmeyerek zarar vermişlerse de bedel ödemekten kaçınmazlar. En azından nedamet duyarlar ve bunu itiraf ederler. 

Kuru gürültüye ülke sevgisi edebiyatı yapıp mangalda kül bırakmayanların foyası zor zamanlarda ortaya çıkar. Zoru gördüler mi bunları orada göremezsin.

Kedinin ciğer sevmesi gibi ülkesini sevenlere gelince, bu tür sevgiye sahip olanlar genelde sorumluluk makamında olan kişiler. Bunların sesleri fazla ve gür çıkar. Bunlar ülkeye hizmet ediyor görünürler. Ama ülkeye mi hizmet ediyorlar, ülke mi bunlara hizmet ediyor, burası muamma. Bunların rakipleriyle ülke adına kavgasına ve çabasına bakmayın. Bunlar ülkenin altını oymakla meşguller. Kırarlar, dökerler, ağızlarına ve yüzlerine bulaştırırlar. Ceremesini de az bir mutlu azınlığın dışında tüm halk çeker. Bedel ödettikleri halkı ne kadar seviyorlar bilinmez ama bunların özellikleri kendilerini halka sevdirmiş olmalarıdır. Önemli olan da bu değil mi? Halka kendini sevdirdikten sonra bu halkın ekmeğini elinden alsan sesini çıkarmaz. Çünkü ağzına yüzüne bulaştırsa dahi her yapılanda hep bir hikmet aranır ve vardır bir hikmeti denir. Halbuki halkın sevdiği kadar bunlar halkı ve ülkeyi sevmiş olsalardı, bu ülkeye bu kadar kötülük yapmazlar ve bugün bu ülke her yönüyle bu kadar içler acısı duruma düşmezdi. Yaptıklarına bakarak keşke bunlar bu ülkeyi bu kadar sevmeseler diyorum. Çünkü ülkeye sundukları tek hizmet yalancı bahardır. Bu da diğer mevsimlere göre göz açıp kapayıncaya kadar bir süredir. Sonrası tufan.

Kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sanan bu zevat, ülkeyi sevmede samimi ise -bir an için öyle kabul edelim, onların ülke sevgisi, ayının efendisini sevmesine benzer: “Efendisini çok seven bir ayı, onun etrafından hiç ayrılmaz. Onu esen rüzgardan bile kıskanmaktadır. Sevgisi  o kadar aşırı ki gözünün önünü göremeyecek şekilde aşkı onun gözünü kör etmişti. Onun sevgisi efendisinin de hoşuna gidiyordu. Yine bir gün efendisi, dinlenmek için ağacın altında istirahat etmeye çekilmişken onu rahatsız eden karasineği ayı, eliyle kovalar. Sinek bu. Kovaladıkça tekrar tekrar gelir. Sonunda sinek, gözü gibi koruduğu efendisinin alnına konar. Ayı, efendisini bir daha rahatsız etmesin diye eline koca bir kaya parçası alır. Sineği öldürmek için efendisinin alnındaki sineğe hedefler ve taşı atar. Sonuç mu? Tam isabet: Sinek ölür, efendisi de tabii."

Ülkesini gerçekten seven, ülkenin aleyhine olacak durumlar için söz ve eylemlerden uzak durur, ülkesini ateşe atmaz, soğukkanlı olur, ateşe körükle gitmez, ateş kendi halinde yanarken iyice alevlensin diye durmadan çomak sokmaz, ateşi söndürmek için çaba sarf eder. 

Az ve öz, yerinde ve zamanında konuşur. Konuşurken sözlerini dikkatli seçer. Kırıcı olmaz, hakaret etmez. 

Kendi başına buyruk hareket etmez. Ortalıkta çok dolaşmaz. Her yerde boy göstermez. Ulu orta her şeye karışmaz. Herkese laf yetiştirmez. Taş bile yerinde ağır sözünü unutmaz. 

Zarar gördüğü ve zarar verdirdiği deliğe defalarca girmez ve girdirmez. Yanlışta inat etmez. İnadım inat demez. Burnunun dikine gitmez. 

Her daim şeffaf olur. Kelime oyunu yapmaz. Hiçbir şeyi gizlemez. Durmadan kıyas yaparak olup biteni olduğundan farklı göstermez. 

Hata ve yanlış yaptığında bunda ısrar etmez. Çünkü hatadan dönmek erdemdir. Bir şartla “u” dönüşü yapabilir. Önceki yaptığının yanlış olduğunu söylemek suretiyle. 

Dünyanın merkezine kendisini koymaz. Kendisini bulunmaz ve vazgeçilmez Hint kumaşı olarak görmez. Tevazuyu elden bırakmaz. Kendisine saygı beklediği kadar başkasına da saygı gösterir. 

Ülkesine katma değer üretmeye çalışır, ülkenin kaynaklarını har vurup savurmaz.

*15/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

20 Ekim 2021 Çarşamba

Biz Yine İyiyiz *

"Kardeşim, ben zamdan etkilenmiyorum. Çünkü her defasında 50 liralık yakıt alıyorum demeyi bırak. Bu esprin bayatladı artık." 

"Farkındayım. Değiştirmeye değiştireceğim ama aklıma başka bir espri gelmiyor. Sence nasıl bir espri yapayım?" 

"Bence hiç espri yapma. Çünkü espri zamanı değil. 

“Ama duramıyorum ki." 

"Bence dursan iyi olur. Çünkü millet burnundan soluyor." 

"İşte ben de bu yüzden milleti rahatlatmak istiyorum."

"O zaman rahatlatacak bir şeyler söyle."

"Mesela?"

"Mevcut halin beterini söylersen, millet beterin beteri varmış. Bereket biz öyle değiliz desin."

"Yani?"

"Mesela, Avrupa'da yakıt daha pahalı. Onlar bize gıpta ediyorlar. Çünkü en ucuz yakıt bizde. Gelip bizden alıyorlar. Eskiden Avrupa'dan gelenler ülkeye girmeden depolarını fulleyip gelirlerdi. Şimdi çıkarken depolarını ülkemizden dolduruyorlar. İnanmıyorsan Avrupa'daki yakıt fiyatlarıyla bizdeki fiyatları bir kıyasla. Haydi, bundan geçtim. Avrupa tedarik sıkıntısı çekiyor. Avrupalı yakıt yokluğundan aracına yakıt bile alamıyor. Bizde yakıt ve tedarik sıkıntısı var mı? Yok. Şükretmek lazım buna gibi şeyler söyle. Seni dinleyen yakıt alırken morali bozulmayacak, kara kara düşünmeyecek ve oh be biz daha iyiyiz diyecek. İçi ısınacak. Moralli bir şekilde trafiğe çıkacak. Bu da kaza riskini azalttığı gibi trafik canavarlarıyla yok yere atışmasının önüne geçecek."

“Yeterli olur mu bu?”

“Muhatabın ikna olmamışsa, ona 2023’ü hatırlat. Şurada ne kaldı 2023’e. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Hele biraz sabır. Zira 2023’de tüm dertler bitecek, diyebilirsin.”

“Ama espri nerede burada?”

“Bırak şu espriyi. Biraz ara ver. Bu gerginlikte espri gitmez. İnsana somurtmak da lazım.”

*25/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dereyi Görmeden Paçaları Sıvamak *

Anne-kız birlikte yaşıyorlar. Annenin en büyük muradı kızının mürüvveti. Ama kızımızın talibi yok. Yaşı geçmiş olmasına rağmen bugünden yarına ufukta bir talipli çıkacağa da benzemiyor. Yani kızımız evde kalmış anlayacağınız. Ama bu, dünyanın sonu mu? Hayır. İlk evlenmeyen bu kız mı? Hayır. Üstelik evlenmeyince masraf da yapılmaz. Çünkü bu devirde düğün yapmak, çeyiz düzmek cep yakar.

Neyse biz gelelim anne kız ikilisine.

Anne dışarıda bir gün. Eve gelip kapıyı bir açmış ki kızı hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Merak, korku, endişe hepsi belirir annede. Ne de olsa anne yüreği. Yürek mi dayanır buna. Sorar kızına.

"Ne oldu kızım sana? Biri bir şey mi yaptı?"

"Yok anne"

"O zaman niye ağlıyorsun, neyin var yoksa hasta mısın?"

"Hayır anne"

"O zaman seni bu derece ağlatan ne?"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Of of, olur mu hiç"

"Kızım söyle artık. Ben senin annenim. Söyle ki derman olayım."

"Tamam anne"

"Hah şöyle. Ağlamayı da bırak. Tane tane anlat."

"Anne, sen yokken ne düşündüm biliyor musun?”

“Ne düşündün kızım?”

“Ben evlendiğimde, çocuğum olacak ya"

"Tamam olacak. "

"Biz yine burada yaşamaya devam edeceğiz."

"Elbette"

"Çocuğumuz bu evde büyüyecek. "

"Evet"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın."

"Kızım söyle artık. Ağlanacaksa birlikte ağlayalım. Zaten benden başka ağlayacak olanın mı var?"

"Şimdi bizim bu çocuk yani senin torunun; yürüyecek, koşacak, kapıyı açıp dışarı çıkacak."

"Elbette, çocuk bu."

"Düşündüm de of of...Şu kapının ardındaki asılı balta var ya"

"Evet, yıllardır asılı orada" 

"İşte o baltaya ağlarım."

"Kızım, neyine ağlarsın baltanın?"

"Çocuğum tam kapıdan çıkarken o balta çocuğumun boynuna düşüverip boynunu keserse, ne yaparım? İşte buna ağlarım."

Anne bir kapıya, bir kızına bir kapının ardındaki asılı baltaya bakar. Torunu da gözünün önüne gelir. (Nedense damat hiç gözlerinin önüne gelmez. Nasılsa damatlar dış kapının mandalı.) Sonra düşünüyor düşünüyor ve kızına hak veriyor. Gerçekten ne yapacaktı bu durumda? Anne de bu durumdan vazife çıkarır ve oda başlar ağlamaya. Anne-kız salarlar seslerini. Biri oğlum oğlum, diğeri biricik torunum diye ne kadar ağladılar, bilinmez.

Şimdi siz, anne ve kızdaki bu içten ağlamayı garipsediniz. Ne alaka? Zaten evde kalmış, taliplisi yok. Çocuğu nasıl olur, kız nasıl anne olur? Kızı evlenmeyince anne de torun sahibi ve kaynana olamaz. Önce evlenin de çocuğun ve torunun boynunu baltanın kesmesini düşünün, öyle dereyi görmeden paçayı sıvamak olmaz. Zira ortada fol yok, yumurta yok, dediniz. Ben de bu durumda sizi ayıplarım. Bir defa buna umut denir, hayal gücü denir, geleceğe umutla bakmak demektir. Ne belli, birinin dönüp şaşıp kapılarını çalmayacağı. Ayrıca ne zararı var umutla beklemenin ve dereden önce paça sıvamanın. 

Sonra sadece bu anne ve kız mı geleceğe umutla bakan ve paçaları sıvayan. Başkaları yok mu? Mesela sayısını unuttuk bir siyasinin kaç seçim kaybettiğini. O da hiç umudunu kaybetmedi bugüne kadar. Hele bugünlerde hiç olmadığı kadar kendisi umutlu olduğu gibi seçmenlere de umut dağıtıyor. Durmadan vaat veriyor. Hatta bir tarihi milat belirleyerek bürokrasiye bile aba altından sopa gösterebiliyor. Bence bu da haklı. Ne desin, olmayacak böyle hep kayıp hep kayıp mı diyecek. Sonra bunun kime, ne faydası olur. Umut dünyası değil mi bu dünya. Bakarsın talih kuşu konar başına. 

Siz siz olun, umutla yaşayın ve dereyi görmeden paçaları sıvayın.

*22/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.