18 Ekim 2021 Pazartesi

Yolcular Kaptanla Yol Ayrımında *

Ömrü kaptanlık yapmakla geçen tecrübeli bir kaptan; düşün peşime, binin aracıma. Sizi gideceğiniz yere götüreyim, uzun bir yolculuk yaptırayım. Araba nasıl sürülürmüş, bir görün. Var mı benden iyi süren? Yeter ki bu koltuğa beni oturtun, bana bu yetkiyi verin. Size konfor vadediyorum. Bendeki bu kaptanlık, her insana nasip olmayacak şekilde bir Allah vergisi. Bana bu yetkiyi vermezseniz, emaneti ehline vermemiş olursunuz. Bunun bedelini de ağır ödersiniz hele falana verirseniz bitersiniz, dedi.

Kaptanı can kulağıyla dinleyen yolcular, başka kaptanların vaatlerini de dinlerler. Kaptanlar kendilerini ifade ettikten sonra yolcuların önüne sandık konur. Yapılan oylamada ilk konuşan ve iyi konuşanın vaatleri çoğunluk tarafından benimsenir. Diğerleri yeterince ikna edici bulunmaz. Sonunda şoför koltuğuna, çoğunluğun oyunu alan oturtulur. Oy versin veya vermesin, yolculuk yapacaklar aracın koltuklarına bir bir otururlar. Yolcuların çoğunluğu, bu şoför iyi şoför, var mı bizim şoför gibisi derken kimisi acaba yapabilir mi diyerek temkinli yaklaşır. Bu şoför yapamaz, bunun foyası arabayı sürerken ortaya çıkar ama elimiz mahkum. Çünkü çoğunluk bunu seçti. Başka da alternatif yok der. 

Yolcular tamam olunca kaptan arabayı çalıştırdı. Araç ilerledikçe şoföre güvenenlerin yüzü güldü. Hah şöyle ya. Adam gerçekten şoförmüş, var mı bizim kaptan gibisi dediler. Temkinli yaklaşanlar ve muhalif olanlar, böyle süreceğini kestiremedik. Oy vermedik ama fena da sürmüyor dedi.

Az gittiler, uz gittiler. Bir on saat yolculuk yaptılar. Huzurlu bir yolculuktur bu. Konfor dersen vardı, huzur vardı. Çünkü tüm emniyet tedbirleri alınmıştı. Şoförün kendisine güveni olduğu kadar yolculara da güven verdi. Çünkü şoför tüm trafik kurallarına harfiyen riayet etti. Bu arada kaptanın yardımcıları da on numaraydı. İyi araba sürmesinde kendisine hep destek oldu. 

Gel zaman git zaman, bir kaptan seçimi daha geldi çattı. Usta şoför, önceki şoförlüklerimi gördünüz. Sizi hiç mahcup etmedim. Üstelik önceki sürüşlerim çırak ve kalfalık dönemimdi. Bundan sonra benim için ustalık dönemi başlıyor. Verin oyunuzu, sizi ihya edeyim dedi. Yolcular da çıraklığı ve kalfalığı böyle ise kim bilir ustalık dönemi nasıl olur dedi ve oy çokluğuyla kaptanı yeniden seçti.

Kaptan zirveyi kimseye kaptırmadan yoluna devam ediyor ama daha iyi olacak dediği ustalık dönemiyle birlikte değişmeye başlar. Çünkü bu kadar oyu tek başıma ben alıyorum diyerek başına buyruk hareket etmeye ve yol arkadaşlarıyla istişareyi bırakır. Güç zehirlenmesi yaşar. Birlikte yola çıktıklarının en ufak bir öneri ve eleştirilerine tahammül etmez, onları yanında ayak bağı olarak görür. Ardından kendi yükünü alan ve her daim yanında olan yol arkadaşlarını nankör ilan ederek teker teker araçtan indirir ve araçtan indiniz, bir daha bu araca binemezsiniz der, yerlerine yenilerini yardımcı olarak alır. Nasılsa yardımcı ve yolcu sıkıntısı yok. Yolda aracına binmek isteyen niceleri var ve yolda bulduklarını aracına alır.

Kaptan yanına aldıklarıyla girdiği seçimleri eskisi gibi açık ara olmasa da kazanmaya devam ediyor ama aracı eskisi gibi sürmüyor, yolculara eskisi gibi davranmıyor, kırıp geçiriyor. Kaza yaptı yapacak. Çünkü yorgun. Yolculardan canımızı tehlikeye atacaksın, yavaş sür, kurallara uy, hız limitini aşma, bak duvara toslayacaksın homurtuları cılız da olsa çıkmaya başlıyor ama sen misin böyle diyen. Kaptanı sevenler yüksek sesle; nankörler, ne varmış araba sürüşünde. Bunu değiştirip de falan kaptan gelirse görürsünüz gününüzü. Adam uyumadan gece gündüz sizi götürüyor. Size iyilik de yaramaz. Söyler misiniz, eskiden böyle süren var mıydı? Çünkü böyle süren gelmedi. Karışmayın kaptana. Zira kaptan ne yaptığını biliyor. Bizim görevimiz onu eleştirmek değil, koltuklarda yolculuğa devam etmek deyip homurtuları bastırıyor. Bunu gören yolcular yolculuğa devam ediyorlar ama içleri rahat değil. Aman dikkat et demeye bile çekiniyorlar.

Ve kaptanın risklerle dolu uzun maratonu düşe kalka, yalpalaya yalpalaya devam ediyor ama yolcuların tedirginliği had safhada. Canlarının tehlikede olduğuna inanıyorlar ve yarınlarını göremiyorlar. Böyle giderse en iyi kaptan bizim kaptan diyen yolcular dahi giderse gitsin, yerine kim gelirse gelsin deme noktasına gelecek. İşin garibi yolcuların ekseriyetinin gördüğü bu tehlikeyi kaptan ve sevenleri ne görüyor ne kabulleniyor ne de bu seslere kulak veriyor.

*13/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Angela Merkel *

Fizik eğitimi görmüş, Kuantum kimyası üzerine doktora yapmış 1954 Hamburg doğumlu Angela Merkel, 35 yaşına gelince siyasete atılmış. Siyasi kariyerinde Doğu Alman hükümet sözcülüğü yaptıktan sonra Hristiyan Demokrat Partisine katılmış, Helmut Kohl hükümetinde Kadın ve Gençlik bakanlığı yapmış olan Merkel, 2000 yılında partisinin ilk kadın genel başkanı, 2005 yılında da 51 yaşında iken Almanya’nın hem en genç hem de ilk kadın başbakanı seçilir.

Dünyanın en büyük dördüncü ekonomisine sahip Almanya’ya 16 yıl liderlik yapan Merkel hem ülkesinde hem de Avrupa Birliğinde sözü geçen ve ağırlığı olan biri olarak dikkat çekti. Adı hep soğukkanlı ve istikrar ile anıldı. Hem partisinde hem de ülkesinde zirvede iken 2018 yılında aldığı bir kararla genel başkanlığa ve başbakanlığa yeniden aday olmayacağını duyurdu ve sözünde durdu. Ülkesinde 26 Eylülde yapılan seçimlerde aday olmadı. Hükümet kurulur kurulmaz koltuğu devredecek olan Merkel, şimdilerde veda turları yapıyor. Anlayacağımız, Merkel zirvede iken siyaseti bırakıyor, koltuğu kendiliğinden terk ederek bulunmaz Hint kumaşı olmadığını göstermiş oluyor.

Gördüğüm kadarıyla Merkel, birçok siyasiye göre daha fazla başbakanlık yapmış ve yapılan seçimlerde aday olsaydı, tekrar başbakan olabilecek iken zirvede ve 67 yaşında iken koltuğu elinin tersiyle iterek kenara çekilmeyi bildi. Buna tadında, kıvamında ve kimseyi bezdirmeden görevi devretti denebilir. Öyle zannediyorum, adı unutulmayan ender kişiler arasında yer alacak.

Yazımda, Merkel’in hayatına ve siyasi geçmişine kısaca değindim. İstedim ki Merkel’in başarılarla dolu siyasi hayatı ve zirvede iken siyaseti bırakması, bizim siyasilerimize de örnek olsun. Bunu kaç kişi yapabilir, özellikle ülkemiz siyasetinde bunun karşılığı yok. Çünkü bizde ister iktidar ister muhalefet olsun, ister başarılı bir siyasetçi ister başarısız bir siyasetçi olsun, siyaset bırakılmaz. Siyaset onu bırakır. Bu da mezara kadar devam eder ve siyasilerimizin cenazesi Meclis önünde yapılan törenle kaldırılır. Bizde partiler genellikle siyasi liderlerle doğar ve onunla ölür. Siyasilerimiz hasta bile olsa, partisinin oyu düşse, yürürken zorlansa, kimse çekil git demez. Dense de buna kulak verilmez. Ölümüne o koltukta oturmaya devam edilir. Zorunlu yapılması gereken kongre ve kurultaylarda karşısına kimse aday çıkamaz. Çıksa da delegeler mevcut liderden yana tavır alır ve liderlik kimseye kaptırılmaz. Çünkü liderlik ve parti, parti kurucusunun tapulu malı gibidir. Türkiye’nin siyasi geçmişine bakıldığında merdiven çıkamadığı için seçim arabalarına asansör yapılan siyasilerimiz bile var. Bugün hastalığından dolayı Meclis çalışmalarına katılamadığı için evinde yatan ama hala vekilliği devam eden siyasimiz var.

Yazımı nihayete erdirirken tekrar ediyorum. Merkel’in;

-başarılı geçmişi,

-zirvede iken makam ve koltuktan vazgeçebilmesi,

-soğukkanlılığı,

-Az, öz, yerinde, zamanında ve kıvamında konuşması,

-istikrar abidesi oluşu vs. ülkemiz siyasetçilerine özellikle zirvede olanlara örnek olsun. Siyasetçilerimiz unutmasınlar ki Türk siyasetinde ölümsüz olmanın yolu, ölünceye kadar siyaset yapmak değildir. Ölümsüz olmanın yolu, her işte olduğu gibi siyaseti de tadında bırakmaktır. Hele zirvede iken benden bu kadar deyip köşesine çekilmek, kubbede hoş bir seda bırakmaktır.

Bunu ülkemizde görür müyüz? Ümitsiz değilim ama bu ülkede zor. Çünkü siyasiler için siyaseti bırakmak ölmekten beterdir. Ha siyaseti bırakmışlar ha ölmüşler…

Ne diyelim, darısı bizim ülkemizin başına…

*30/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Ekim 2021 Pazar

Kutuplaştırmalar Meyvesini Vermeye Başlamış *

Üç dört yıl birlikte çalıştığım, çalışırken oturup muhabbet ettiğim, ülke gündemine dair fırsat buldukça fikir alışverişinde bulunduğum eski eskimez bir arkadaşla "Hafta sonu birlikte bir çay içelim" diye kavilleştik. 

Pazar günü telefonla aradım kendisini. Müsaidim, dedi. Evliya Çelebi Parkındaki Kafem'de buluştuk. 

Özlemişim muhabbetini. Ağırlıklı olarak ben konuşmuş olsam da bir o konuştu bir ben. Sağdan soldan derken geçmiş günleri yâd ettik. Söz döndü dolaştı ülke gündemine, ülkenin gidişatına ve ülkedeki kutuplaşma ve ayrımcılığa. 

Çaylarımızı yudumlarken babasının başından geçen bir olayı anlatarak üzüntüsünü dile getirdi. Olayın ardından kaç gün geçmesine ve bu olay kendi başına gelmemesine rağmen olayın etkisinden kurtulamadığı, konuşmasına da yansımış. Ne olacak abi böyle dedi. Kısaca bu olaya değinmek isterim.

Olay Erzincan'ın bir köyünde geçer. Arkadaş da Erzincanlı ama hanım köylü olmuş ve Konya'ya yerleşmiş. Konya'ya yerleşse de her yaz ve fırsat buldukça sılayırahim görevini ifa eder gelir. Babası Erzincan'ın bir ilçesinde mukim. Yetmişini geçmiş bu amca, birkaç günlüğüne köyüne gider. Çocukluk günlerini yad eder. Bu arada cami ve cemaatten de kalmaz. 

Sayılı günler çabuk biter. Cemaatle kıldığı bir namaz sonrası ilçeye dönmek ister. Cemaatten arabası olan biri de ilçeye gidecek. İlçeye gidecekler binsin, der. Camiden çıkan beş altı kişi araca biner. Amca da binmek ister. Araçta yer olmasına rağmen araç sahibi, "Seni götürmem" der. Niye der amca. Çünkü sen AK Partili değilsin der ve amcayı almadan basar gider. 

Bu duruma babası kadar üzülen arkadaş, bir ikinci üzüntüsünü daha dile getirdi. "Bu olay vahim olmaya vahim ama daha vahimi, birlikte yan yana saf tutarak aynı kıbleye baş koymuş cemaatin bu olaya tepki göstermemesi; onu almıyorsan, aracına biz de binmiyoruz dememesi. Beni üzen de bu dedi. 

Bu anekdota ne diyeceğimi şaşırdım. Bakakaldım. Bu kadar da olmaz dedim. Bu üzücü olay bireysel bir olay. Partinin resmi organlarının tasvip edebileceği bir olay değildir. Çünkü hiçbir parti, bize oy vermeyenleri arabanıza almayın, demez. Yalnız bu olay bir işgüzarın kendince işlediği bireysel bir halt ise de bu olayı basit bir olay olarak görmemek lazım. Bu bireysel olayın genişlemesine endişe ediyorum. Çünkü Türkiye'nin bu konudaki sicili pek temiz değildir. 1950'li yıllarda Anadolu'da bazı camilerin Halk ve Demokrat Partili diye ikiye ayrıldığını büyüklerden dinlemişliğim var. Yine bir zamanlar Avrupa’da Süleymancıların, Milli Görüşçülerin vs. cemaatlerin her birinin camisinin ayrı olduğunu gidip gelenler söylerdi. Şimdi de var mı bilmiyorum. Temenni ediyorum ki bu ayrılık devam etmiyordur. 

Erzincan'daki olaya yeniden dönersek, bu bireysel olayda siyasilerin katkısının daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Çünkü siyasiler, seçmenlerini konsolide etme uğruna kutuplaştırmayı körüklerler, rakiplerini ötekileştirirler; sorumlu bir dil kullanmaya özen göstermezlerse, tabandaki halk, bugün dolmuşuna almaz, yarın camiye sokmaz, ertesi gün camileri ayırır. Maalesef geçmiş örneklere bakarsak Türkiye'nin siyasi geçmişi bu tür olaylara teşnedir. 

Siyasiler unutmasınlar ki bu ülke siyasilerin emellerine alet edilemez. Yine siyasilerimiz ve hepimiz bilelim ki bu ülkede herkes hür iradesiyle her partiye oy verir. Kimse de bu tercihinden dolayı kınanamaz, ötekileştirilemez. 

*20/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.