16 Ağustos 2021 Pazartesi

Acemi Şoför *

Yoğun araç trafiğinde bazılarının acemi sürücü olduğu hemen fark edilir. Arkasında isen ya şerit değiştirirsin ya da takip mesafeni daha uzun tutarsın. Acemi arkanda ise hız sınırı dinlemez, basarsın. Yanından geçiyorsan arayı açarsın. Çünkü gelen ya da gitmekte olanın ne yapacağı bilimin aciz kaldığı bir konudur. Yine aracının üstünde aday sürücü yazıyorsa, bu kişi sürmeyi yeni öğreniyor, hata yapabilir, demektir. Çareyi uzaklaşmada bulursun. Bir de kaza yapmaz ama kaza yaptırır türünden sürücüler var. Bunları da görürsen ve de kaçma imkanın yoksa kendine bir dikkat çekiyorsun ve teyakkuza geçiyorsun.

Tüm bunlar, trafiğe çıkan usta şoförlerin zaman zaman karşılaştığı durumlardır. Peki, şöylesini hiç gördünüz mü? Bilgisayar çıktısı A4 kağıdına “Acemi şoför” yazdırarak aracının arka camına yapıştıranı gördünüz mü? Siz görmedi iseniz, ben böylesini ilk defa gördüm.

Karamanyolu’ndan Uluırmak yoluna girdim. Altıyol’a doğru üç arkadaş gidiyoruz. Arabayı süren arkadaşa, önünde acemi şoför yazan bir araç var, dikkatli ol, yolun sağından gidiyor, dedim. Arkadaş hemen yolun soluna doğru geçti. Hep birlikte sağdan gitmekte olan aracı izlemeye koyulduk. 50-100 metre ileride, sağ tarafa aracını durdurmuş, içinde sürücünün olduğu bir araca doğru gidiyor bizim acemi. Vurdu, vuracak derken bizim acemi şoför, ayağını frene basmadan gitti duran araca tak diye vurdu. Şoför gerçekten yazdığı gibi acemiymiş dedik ve yolumuza devam ettik.

Altıyol köprüsünün sağında indim, sabah bıraktığım kendi aracıma binerek Ahmet Özcan Caddesine girdim ve sağ şeride geçecektim ki bir de ne göreyim. Yine “Acemi şoför” yazılı bir araç daha. Üstüme iyilik sağlık. Bugün de hep acemilerle karşılaşacağım galiba derken araca dikkatlice baktım. Araç ve içindeki şoför tanıdık geldi. Az önce duran arabaya vuran acemi şoförden başkası değildi. Şaşırdım doğrusu. Vurduğu araçla ne zaman tutanak tuttu da ayrıldı ve kaplumbağa gidişiyle bizi arkadan yakaladı dedim.

Nasıl olduysa olmuş, sen buradan kaç, verilmiş sadakan varmış dedim, önü boş olmasına rağmen trafiği yoğun sol şeridi takip ettim. Önüm açıldıkça bastım. Çünkü gelip arkadan vurma garantisi vardı acemi şoförün. Zira az önce aynel yakin test ettim.

Meram İtfaiyenin ışıklarını geçince derin bir oh çektim. Yoluma devam ettim.

Şimdi gelelim bu acemi şoförü değerlendirmeye. Uluırmak yolu dar ve trafiği yoğun bir güzergah. Bu kadar acemi biri nasıl olur da böyle bir güzergahı kullanır. İyi cesaret gerçekten. Ama ben değil, bana yaklaşanlar ya da benim yaklaştıklarım benden korksun. Ben acemi olduğumu yazdım, suç benden gitti demiş olmalı. Belki de ona bu arabayı verenler, sağdan sağdan hiç durmadan git, önüne araç çıkarsa frene bas dememiş olmalılar ya da şoförümüz frenin yerini bilmiyordu. Önüne araç çıktıysa bu sürücü ne yapsın, öyle değil mi? Yalnız gördüğüm kadarıyla bir eksiği var. Arabanın arkasına acemi şoför yazdırmış ama ön tarafa yazdırmayı ihmal etmiş. Şayet öne de yazdırmış olsaydı, öndeki duran araç, onu görünce gaza yüklenir, kaçardı.

Neyse, benim merak ettiğim, sağdan sağdan yavaş yavaş giden ve önde duran araca vuran bu şoför, ne zaman kaza tutanağı tuttu da benim önüme geçti. İşte bunu anlayamadım. Öyle zannediyorum, ya vurduğu araçta bir hasar oluşmadı ya “Tutanak tutmayalım, işte benim cep numaram. Yaptır, parasını ödeyeyim, daha benim işim var, diğer araçlar beni bekliyor dedi ya da araca vurur vurmaz, gerisin geri giderek durmadan yoluna devam etti.

Aman siz siz olun, aracında acemi şoför yazılı aracı ciddiye alın. Mümkünse o gün trafiğe çıkmayın. Çıkmışsanız, aracınızı güvenilir bir yere park edin. İlla araca binmeniz gerekiyorsa acemi şoförü görür görmez kaçabileceğiniz uygun güzergahları tercih edin. Benden söylemesi.

*27/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

13 Ağustos 2021 Cuma

Zam Komedisi *

Ülke hem orman yangınlarıyla hem de sel baskınlarıyla boğuşuyor. Bunlar yetmezmiş gibi gündemde Afgan göçü var. Bunların arasında devlet, toplu sözleşme gereği işçilerle masaya oturdu ve işçilerle anlaştı. Şimdi de memurlarla ilgili iki yıllık zam görüşmesi yapıyor.


Ülke felaket ve doğal afetlere boğuşurken zam konusunu yazı konusu edinmeyi doğru bulmuyorum ama bu görüşmeler yapıldığına göre bu konuda birkaç kelam etmek isterim.


Devletle işçi sendikaları, zam konusunda anlaştı. Anlaşılan rakam ilk altı ay için yüzde 12, ikinci altı ay için yüzde 5 ve enflasyon farkı. Ayrıntıya girmiyorum.


Devlet şu anda memur sendikasıyla masada. Devletin telaffuz ettiği ilk yıl için 5+6 ve enflasyon farkı, ikinci yıl ise 6+6 ve enflasyon farkı.


Bu konuda değerlendirme yapmadan önce şunu söyleyeyim: Devletin verdiği zam azdır, çoktur, yeterlidir hesabı yapmam. İşçi ile memurun aldığı zammı da kıyaslamam. Fakat işçiye verilen yüzde ile memura teklif edilen rakamlar arasında uçurumlar var. Hepimiz biliyoruz ki devlet, hedeflediği enflasyon kadar zam veriyor. Hedefi tutturamadığı zaman enflasyon farkını veriyor. Zam masasına oturduğu zaman da işçi ve memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz diyor. Durum bu iken, bir işçiye verilen rakama bakıyorum bir de memura teklif edilen rakama. Sözel zeka olduğumdan mıdır, bu uçurumun içinden çıkamıyorum. Acaba işçi ile memurun maruz kaldığı enflasyon, işçiyi ayrı, memuru ayrı mı etkiliyor? İşçi ile memur aynı ülkede yaşamıyor mu? Bunların alışveriş yerleri, temel ihtiyaçları farklı mı?


Devlet bunu ilk defa yapmıyor. Önceki yıllarda da aynı yaptı. İşçiye veriyor, memura kısıyor. Bu da devletin çalışanlar arasında ayrım yaptığının, memura zerre değer vermediğinin bir göstergesi. Halbuki işçiye verilen rakamdan sonra zam oranı belli oldu, işçiye verdiğimiz rakam sizin için de emsal olsun deyip memurla masaya oturmaya bile gerek yoktu. Maalesef bu durumu çözemedim.


Tamam, işçinin çalışma şartları farklıdır, riskli alanlarda çalışıyor, çalışırken bedenleri terliyor. Emeklerinin karşılığını alsınlar. Memur, işçi kadar riskli alanlarda çalışmıyor, masa başı çalıştığı için vücudu terlemiyor olabilir. Bu böyle deyip memura cimri davranmanın ne alemi var. Devlet şöyle mi düşünüyor acaba? İşçinin grev hakkı var. Vermezsek, greve giderler. Bir de başımıza iş açmayalım diye mi düşünüyor? Nasılsa memurun grev hakkı yok. Ne verirsek bir iki mızmızlanır, basın açıklaması yaparlar, sonra seslerini keserler şeklinde mi düşünüyor?


Niyetim işçi-memur kıyası değil idiyse de devletin memur aleyhine yaptığı bu ayrımcılık ister istemez beni işçi-memur kıyasına götürdü. Sözlerim işçi kardeşlerime değil. Aldıkları zam, onlara helali hoş olsun. Benim serzenişim, devletin çifte standardına. Sorumluluk verdiği memuruna üvey evlat muamelesi yapmasına.


Devlet herhalde "Benim memurum işini bilir", işini çıkarır, nasılsa çoğu memurun evine çift maaş giriyor, böylece geçinip giderler diye düşünüyor olmalı ya da memurlar üst kurullarda görev alabiliyor, bunun karşılığında katmerli maaş alıyor diye düşünüyor olmalı. Devlet bilsin ki böylesi katmerli üst kurullar özel kişiler için. Daha o kadar ayağa düşmedi. Memurlar öyle kurullarda görev yapabilmesi için çok fırın ekmeği yemesi gerekiyor.


Devletin anlamsız bu çifte standardına bakarak herhalde bugün birçok memur, ne diplomamın karşılığı var ne de yaptığım iş göze görünüyor. Bu durumda ben yıllar yılı niye okudum? Bileydim, okumaz, kısa yoldan iş hayatına atılırdım diyordur. Gerçekten okuduğu için memur kesim çalışmaya geç başlıyor, geç evleniyor. Emekliliği gelse de emekliliği düşünmüyor. Çünkü daha evlenecek çocuğu vardır. Bilir ki emekli olduğunda bugün enflasyona ezdirilen maaşını bile alamayacak. Alacağı avans ise bir çocuğunu evlendirmeye bile yetmiyor. Bu durumda, mecburen 65 yaşını bekleyecek. İşçiye gelince, primini ve gününü dolduran işçi aynı gün emekli oluyor. Çünkü aldığı maaşta azalma olmuyor, aldığı avansla da iyisinden bir daire bile alabiliyor. Gerçekten memur, işçi olmaya özenmesinde kime özensin. Sözüm, özel sektörde asgari ücretle çalışan işçiye değil. Aslında devletin kamuda çalışan işçi ve memurdan önce işçi işverenleriyle bir yolunu bulup esas asgari ücretle çalışanların maaşını yükseltmesi gerek. Çünkü esas sıkıntıyı çeken bu kesim. Çoğu, geçinebilmek için eşini ve çocuklarını da çalıştırmak zorunda kalıyor. Bu da bu ülkenin maalesef kanayan bir yarası. 


Daldan dala atladım, konuyu da uzattım. Sözlerime son verirken görünen o ki devlet memuruna sadra şifa bir zam vermeyecek. Kendisinin atadığı hakem heyetinden de bir şey çıkmaz. Bu durumda, memur adına zam görüşmesi yapan yetkili konfederasyonun, bu teklifin konuşulacak bir yanı yok. Biz zam falan istemiyoruz. Biraz ciddiyet lütfen, deyip masayı terk etmesidir. Devlet adına toplu sözleşme imzalayacaklar da kendileri çalıp kendileri oynasınlar. 


*16/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Simav'ın Seyir Terası

İki gün önce Seyir Terasına gittim. Hatta orada çay bile içmişliğim var. Bildiğiniz çay bahçesi dedim. Meğer gittiğim yer Seyir Terası değilmiş. Peki, o levha neydi kapıdaki?

Kafamda bir soru işareti belirdi. Gidip görmem lazımdı neresi ise. 

Çıktım yola. İki bin adım gitmiştim ki Kütahya plakalı bir araç durdu. Nereye gidiyorsun, buyur dedi. Yürüyüş yapıyorum. Teşekkür ediyorum dedim.

Araç önden uçtu gitti, bense ardından yürümeye devam ettim.

Adamın durup tanımadığı birini, hele benim gibi birini aracına alıp götürmek istemesi hoşuma gitti. Duygulandım. Ben de duran, yürüyen birini gördüm mü, almak için dururum. Yurdumun insanı hep böyle demek ki dedim. Ayrı illerden olsak da hepimiz yolda kalmış kucak açarız. Konyalısı da böyle Kütahyalısı da böyle dedim. Nasıl bir hamursa aynı şekilde bozulmadan devam etmesini isterim.

Kütahya hemşerimin verdiği moralle iki gün önce Seyir Terası diye oturup çay içtiğim yere kadar geldim. Dikkatli bir şekilde baktım. 

Çay bahçesinin girişine "Seyir Terası" yazmışlar. İki tarafına da "böyle gideceksin" anlamında ok işareti koymuşlar. Alacağın olsun Simav dedim. Bir de terasta çay içtim havasını atmak için iki bardak birden çay içmiştim.

İş başa düştü. Verdim tekrar kendimi yola. Oku takip etmedim. Kestirmeden tırmandım. Yönlendirici levhaları olmadığı bu yoldan gittim de gittim. Bir baktım, Seyir Tepesine gider levhası önümde. Levhayı takip ederek birkaç yüz metre sonrası Terasa vardım. Taksimetreye baktım, 9 bin adım gelmişim. Adıma değermiş meğer. Simav ayağımın altındaydı.

Simav'ı temaşa ettim. Geri gideceğim Çitgöl yolunu gördüm. Birkaç önce gittiğim dağın yamacındaki Eynal'ı da. Birkaç foto çektim. Bir bardak da çay içtim. Az önce gördüğüm uzun, ince yol beni bekliyor dedim. Oyalanmadan kalktım. Zira bir 9 bin adım daha beni bekliyordu.

Nihayet bugünkü güzergahım toplamda  2.5 saatlik sürdü.

Başka gidecek yer de kalmadı. Bu durumda görevim de bittiğine göre Abbas yarın yolcu.