5 Ağustos 2021 Perşembe

Zorunlu İskân *

Kan davası, değişik nedenlerle sonradan oluşan husumet, ölme, öldürme, komşular arası gerginlik, niza, kavga ve yaralama olayları bu ülkede eksik olmaz. Çünkü toplumumuzun bir kısmı sorunlarını konuşarak çözmek yerine, kaba kuvvet ve güç gösterisiyle çözme yoluna gider. İki kişi arasında başlayan gerginliğe, diğer aile bireylerinin hatta sülale ve aşiretin de katılmasıyla olay büyür de büyür. İş, Filistin-İsrail meselesine döner. Kavga ve gerginliğin devam edip etmeyeceği, ailelerin durumuna ve haleti ruhiyesine göre değişiklik gösterir. Bazı kavgaların devamı gelmez. Bazıları ise ilanihaye sürer. Olayın emniyet ve adliye boyutuna taşınması da çoğu zaman işi çözmüyor. Çünkü bizim adalet sistemimiz adalet dağıtmaz. Dağıtmaya kalksa bile içimizdeki ateşi söndürmez. Sıcağı sıcağına yedi kişinin öldürüldüğü Hasanköy cinayetini buna örnek olarak verebiliriz. Basından öğrendiğimize göre komşu iki aile arasında yıllara dayanan bir husumet var. Olay defalarca emniyet ve yargıya taşınmış, olayla ilgili iki kişi tutuklanmış, diğerleri serbest bırakılmış. Bu tutuklamalar sorunu çözmediği gibi geliyorum diyen tehlike, yedi kişinin ölümüne neden vermiştir.

Her gün ülkenin değişik bölgelerinde bu şekil ölme ve öldürme olaylarını izlemeye devam mı edeceğiz? Bu konuda mevcut yapılanların yanında başka tedbirler alınamaz mı? Mesela birbiriyle komşu olan, aynı mahalle ve muhitte oturan kişilerden en az birinin yeri değiştirilemez mi? Baştan söyleyeyim, geçinmeye niyeti olmayan insanlara ne yaparsan yap, kar etmez. Zira böyleleri fırsatını kollar, kafaya koyduğunu yapar. Kan davaları buna bir örnektir. Hasım, Fizan’a bile gitse gidip bulunur ve öldürülür. Bir ondan bir bundan olacak şekilde bu acı hikaye babadan oğula geçecek şekilde sürer gider. Durum bu olsa da yapılacak bir şey yok deyip olup biteni seyredecek miyiz? Bu konuda ilin valilikleri, siyasi iktidar, yargı ve Meclis taşın altına ellerini koymalıdır. Bu konuda ne yapılabilir?

Diyelim ki bir mahallede, bir muhitte; bir kavga, ağız dalaşı, yaralama veya cinayet meydana geldi. Olay yargıya intikal etti. Taraflardan kimi tutuklandı kimi tutuksuz yargılanmak üzere kimi de adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Olayın adliye boyutu bu şekil devam ederken ilin valisi, emniyeti görevlendirerek mahalledeki tansiyonu ölçtürmesi gerek. Konuşma, uyarı ve tavsiyeye rağmen taraflar ateşle barut gibi ise burada taraflara şöyle bir seçenek sunulabilir: “Mevcut gayrimenkullerini satarak bu mahalle, muhit ve şehri terk etmeyi düşünür müsünüz? Zira gün boyu hasmınızla burun buruna geliyorsunuz. Böyle giderse iki yumurtadan biri kırılacak” denebilir. Taraflardan biri kabul ederse mevcut gayrimenkullerini ederine satması için yetkililer yardımcı olur. Gittiği yerde hasmı ile sürekli karşılaşmaz ve kendine gittiği yerde bir iş tutar ve hayatına devam eder. Muhitini terk etmeyi kabul eden kimse, gayrimenkulünü değerine elinden çıkaramıyor ise devlet devreye girerek kişinin gayrimenkulünün değerini belirler, başka bir yerden emsal yer gösterir. Taraflardan biri böyle bir seçeneği yani bulunduğu yeri terki diyar etmeyi kabul etmez ise mahkemece suçlu bulunan kimse başka bir yere zorunlu iskana tabi tutulur. Buna biz sürgün de diyebiliriz. Ki sürgün değişik sebeplerle Osmanlı’da uygulanmıştır.

Zorunlu iskan çözüm olur mu? Yukarıda da bahsettiğim gibi gözü dönmüş ve öldürmekten başka bir şey düşünmeyen kimseler, hasmını gittiği yerde de öldürebilir ama bunun sayısının fazla olacağını düşünmüyorum. Bu yol ile çoğu kimsenin canının kurtulacağını düşünüyorum. Çünkü mekan değişikliği dolayısıyla taraflar, hasımlarıyla daima yüz yüze gelmeyecek, herkes işine bakacak. Yaptığım bu öneriyi koruyucu hekimlik gibi düşünmek lazım. Devlet de uygulayacağı bu tedbir ile vatandaşlarının canını korumayı hedeflemiş ve mahalle veya muhitin diğer sakinlerini de rahatlatmış olur.

Burada Anayasamızda geçen herkes istediği yere yerleşme hakkına sahiptir maddesi buna engel denebilir. Pekala bir anayasa değişikliği ile bu maddeye “Zorunlu hallerde kişiler, mahkeme kararıyla zorunlu iskana tabi tutulur” eklenebilir. Böyle bir değişikliğin tüm vekillerin oylarıyla Meclisten geçeceğini düşünüyorum.

Denemeye değmez mi?

*09/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

4 Ağustos 2021 Çarşamba

Ye, Yürü, Zayıfla! *

Yeme ve içmenize dikkat etmiyorsunuz. Düzenli beslenmiyorsunuz. Buldunuz mu, Abbas’ın kör kazı gibi midenize indiriyorsunuz. Az yemeyi bir türlü kendinize anlatamıyorsunuz. Kilonuz boyunuzla orantılı değil, alıp başını gitmiş. Ayaklarınızın ucunu göremeyecek derecede göbeğiniz çıkmış. Eğilip doğrulamıyorsunuz. Merdiven çıkarken hışmış kalıyorsunuz. Bedeninizi yormayacak şekilde hareketsiz de bir yaşantınız var. Gideceğiniz yere arabayla gidiyorsunuz. Araba girse, tuvalete de arabayla gireceksiniz. Durumunuz bu iken kilo ve göbeğinizi dert edinmiyorsanız, size sözüm olmaz. Devam edin bu yaşantınıza. Kim tutar sizi bu durumdan. Zira o vücudu taşıyan ayaklar sizin ayaklarınızdır ve sizi taşıyacaktır. Bu konuda yalnız da değilsiniz. Zira hemen hemen her Türk erkeği sizin gibi dert edinmediği bir göbeğe sahiptir.

Yok, eğer kilo ve o çirkin göbeğinizi dert ediniyor, aslında kilo vermem lazım, bunun için bir diyetisyene gitmem gerek diyorsunuz ama bir türlü harekete geçemiyorsunuz ve hangi diyetisyene gideyim diye düşünüp duruyorsunuz. Niye bu kadar düşünüyorsunuz, anlamış değilim ya da gittiniz birine. Yahu hangisine giderseniz gidin. Aynı reçeteyi sunacak size. Reçetenin en başında da sizi kibrit büyüklüğündeki bir peynire ve bir-iki dilim ekmeğe mahkum etmek var. Bu peynir ve ekmekle ömür tükenir mi? Yazık değil mi size? Siz bu dünyaya aç durmak için mi geldiniz? İşin garibi her şeyiniz var ama yiyemiyorsunuz. Zira yasak. İşte bu sizi bitirir. Haydi ölümü gördünüz, sıtmaya razı oldunuz. İş bununla da bitmiyor. Şunu yapacaksın, bunu yapacaksın, şundan kaçınacaksın, şeklinde size bir dizi ödevi verilecek ve hayatı zindan edecek. Bu ev ödevinin içinde öyle zannediyorum, spor da olacak. İşin yoksa bir spor salonu ile anlaşıp zayıflayacağım diye gidip duracaksın. Tüm dediklerini yapmakla işin bitiyor mu? Hayır, Seni belli periyotlarla yanına çağırıp duracak ve geri kalan ömrünü diyetisyene gidip gelmekle geçireceksiniz.

İyi de ne yapayım, başka yol mu var diyorsunuz. Ayıp oluyor ama. Size teessüf ediyorum. Biz ne güne duruyoruz burada? Hastaysanız, doktor ayağınıza geldi. Gülmeyin, zira doktorunuz benim. Moralinizi de bozmayın ne önerecek diye. Bilin ki sizi yeme ve içmeden kesmeyeceğim. Kibrit büyüklüğündeki peynire de mahkum etmeyeceğim. Yiyin yiyebildiğiniz kadar.

Tamam, şu göbekten yeter ki kurtulayım, dediniz. O zaman şu yazdıklarımı ölmek var, dönmek yok babından, harfiyen uygulayacaksınız:

1.Göbeğiniz görünecek şekilde boydan bir fotoğraf çektiriniz. Fotoğrafı ne zaman çekindiğinize dair tarihi bir yere not ediniz.

2.Zaman zaman tartılmak için evinize bir baskül alın ve kaç kilo olduğunuzu bir yere not edin. Açken kaç kilosun, tokken kaç kilosun gibi.

3.Başta peynir olmak üzere her türlü yiyeceği günde iki (üç de olabilir) öğün yemeye devam ediniz. Ne kadar yiyeceğim diye sormayın. Tıka basa yiyebilirsiniz. Bu cevabıma rağmen peyniri de mi diye sormayın. Paranız varsa her türlü peyniri alın, yiyebildiğiniz kadar yiyin.

4.Mümkün olduğu kadar öğünleri aynı vakitlerde yemeye çalışın. Yerken dikkat edeceğiniz husus, “Sabah kahvaltısını kendin için yap, öğle yemeklerini sevdiklerinle birlikte ye, akşam yemeğini ise düşmanına yedir.” sözünde olduğu gibi akşam yemeğini yemeyin demek istemiyorum. Akşam da yiyin. Burada dikkat edeceğiniz husus, akşam yemeğini saat 6, bilemedin 7’den sonraya bırakmamaya çalışın. Akşam altı/yediden sonraya sadece çay ve su içebilirsiniz. Çerez, abur cubur, meyve, pasta gibi yiyecekleri bu saatten sonra sakın ha sakın yemeyin. Mide dolu olarak uyumayın. Çünkü hareket etmeyince vücut aldığını kolay kolay eritemez. Bu yedikleriniz de sizi rahat uyutmadığı gibi kilo ve göbek olarak size geri döner. Bazı özel günlerde ve misafir geldiğinde veya misafirliğe gittiğinizde bazı akşamları saat altıdan sonra yeme konusunda kaçamak yapabilirsiniz ama bunu alışkanlık haline getirmeyin.

5.Mümkünse ekmek yemeyi bırakın, pirinç pilavını da pek yemeyin. Tavsiyem kaşıklayın sadece. Ben ekmek yemeden doymam diyorsanız, mayalı ekmekten ziyade mayasız ekmekleri yemeyi tercih edin. Pilavı bari ekmeksiz yiyin. Göreceksiniz ki doymam diyen mideniz doyacaktır. Burada ekmeksiz doyulmaz psikolojisini kafanızdan atacaksınız.

6.Yerken hızlı yemeyin. Yavaş yavaş sindire sindire yiyin. (Reçetenin en zoru da bu)

7.Bundan sonra günlük rutine bindirip ver Allah yürüyeceksiniz. Yürürken ne tok ne aç olacaksınız. Zira aç ayı oynamaz, tok da yerim dar, der. Yürüyüşünüz, mesire yerindeki gibi gezinti şeklinde olmayacak. Tercihen hızlı olacak şekilde belli bir tempoda belli bir süre ara vermeden yürüyeceksiniz. Günlük en az 1,5-2 saat yürüyeceksiniz. Serin vakitlerde yürümeyi alışkanlık haline getirin. Vücudunuz güneş ihtiyacını alsın diye bazen de güneşli ve sıcak ortamları seçin. Güneşten etkileniyorsanız, başınıza bir şapka geçirin. Bir de hep aynı güzergahta yürümeyin. Her gün farklı güzergahlardan yürüyün. Uygun yürüyüş parkurları varsa bazen buraları da tercih edebilirsiniz. Yürürken dağ, bayır, iniş, yokuş seçmeyeceksiniz. Gideceğiniz yere arabayla değil, yürüyerek gitmeyi tercih ediniz. Yürüdükçe terleyeceksiniz. Öyle terleyeceksiniz ki elinizi belinize götürünce su gibi olacak. Boynunuz ıslanacak. Hamamdan çıkmış gibi saçlarınızdan şıpır şıpır su akacak. Yokuş çıktıkça ayaklarınıza kara sular inecek. Anam diyeceksiniz. Ananız ya… Hiç ananızı karıştırmayınız. Ananız ne yapsın bu durumda? Onu göbek yaparken düşünecektiniz. Öyle pes etmek yok. Hışmış kalsanız da belirlediğiniz mesafeyi yürüyecek ve zamanı dolduracaksınız. Güzergahınız tenha olursa daha iyi olur. Bu durumda kimse yürüyüşünüzü engelleyemez.

8. Ne kadar yürüdüğünüzü öğrenmek, günlük hedefinize ulaşıp ulaşmadığınızı bilmek için telefonunuza bir adım sayar yükleyin. Kaç adım attığınızı, kaç km yaptığınızı, kaç kalori verdiğinizi gördükçe bu sizi motive edecektir.

9. Günlük hedefinize ulaştıktan sonra eve gelip güzel bir duş almalısınız.

10.İlk başlarda yürümenize rağmen kilonuzda düşme, göbeğinizde erime olduğunu göremeyeceksiniz. Bu sizin moralini bozmasın.

11.Dediklerimi ödün vermeden yaparsanız, 2,5-3 ay sonra kilonuz düştüğü gibi göbeğiniz de eriyecektir. İnanmazsanız tekrar boydan fotoğrafınızı çektirin. Yürümeye başlamadan önce çekindiğiniz fotoğrafla karşılaştırın. 

   Unutmayın, parolamız ye, yürü ve zayıfla. Haydi göreyim sizi. Kurtulun eğreti duran şu göbekten ve kilodan.

Bu kadar yazdıktan sonra ama efendim, benim yürümeye zamanım yok derseniz, hatırınızı yıkarım. Mübarek, zamanınız yok da bu kadar reçeteyi niye yazdırdınız bana? Alacağınız olsun sizin. Rabbi'm, sizi bildiği gibi yapsın. Ayrıca niye zamanınız yok? Zaman ayıracaksınız. Gerekirse uykunuzdan ödün vererek bunu yapacaksınız. Öyle mazeret bulmak yok.

*14/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır

3 Ağustos 2021 Salı

Sabotaj mı, Küresel Isınma mı? *

“2010 yılında ‘Küresel ısınma’ konulu bir seminer dinlemiştim. Aklımda kaldığı kadarıyla “Dünyayı küresel bir ısınma bekliyor. Susuzluk kapıda. Heyelanlar eksik olmayacak, toprak kayması artacak. Sular çekiliyor, buzullar eriyor. Yağışlarda süreklilik olmayacak. Ormanlar yok oluyor, Anadolu kuraklaşıyor, özellikle Konya kuraklıktan en fazla pay alan illerimizden... Çünkü dünyada ağaç ve ormanlıklar % 30’lar civarında iken, Türkiye’de % 18, Konya’da ise % 12 dolaylarında. Bu yüzden tedbir almalıyız.” açıklamalarını yapmıştı seminer yetkilisi”. (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2016/05/rahmetine-susadk-biz-rahmann.html)

Yıl 2021 olmuş. O günden bugüne bakıyorum. Seminerde dinlediğim küresel ısınmanın etkilerini her geçen gün daha fazla hissetmeye başladık. Bu tehlikeye karşı neler yapılabilirdi? Aslında bu tehlikelere karşı çok bir şey yapmamıza gerek yok. Elimizi doğadan çekiversek, dünyayı hoyratça kullanmasak, kötü emellerimize dünyayı alet etmesek, atalarımızdan emanet aldığımız bu dünyayı gelecek nesillere güzelce teslim edebilsek, ne biz sıkıntı çekerdik ne de bizden sonraki gelecekler. Çünkü doğa kendi kendini rektifiye ederdi. Tüm bu yaptıklarımıza rağmen dünya gerçekten iyi ayakta duruyor.

Küresel ısınma, etraflıca düşünülmesi gereken bir konu. Bu bizi aşar. Orman yangınlarına gelmek istiyorum. Yangınla ilgili bilgiler an be an değişiyor. Bu yazıyı orman yangınlarının yedinci günü ele aldım. Tarım Bakanının açıklamasına göre 137 yerdeki yangınlar kontrol altına alınmış, ama hala yanmaya devam eden bölgelerimiz var. Yangınlar önce kontrol altına alınır, ardından tamamen söndürülür. Temennimiz bu yönde.

Devlet bu yangınları kontrol altına almak için eldeki tüm imkanları kullanmaya çalışırken, bu bölgelerde oturanlar zehir solarken, kimi yangına teslim olup canını verirken, yangınları söndürmeye çalışanlar ölümle burun buruna gelirken, bazı yerleşim yerlerinin tahliye edilmesi konuşulurken, oturduğumuz yerden “şöyle olsaydı yanmazdı, böyle olsaydı olmazdı, uçak vardı/yoktu” demenin zamanı değil diye düşünüyorum. Zira olan olmuş ve yangın devam ediyor. Bu durumda yapılması gereken elimizden geleni yapmaktır. Yangın bölgesinde olanlar ölüm ve yanma riskine rağmen nasıl ki gönüllülük esasına dayalı olarak imdada koşuyorsa, yangın bölgelerinden uzak olanlara düşen; soğukkanlı olmak, sağduyuyla hareket etmek ve yangına körükle gitmemektir. Çünkü içimiz yanıyor, ciğerlerimiz yanıyor, bize nefes olan geleceğimiz yanıyor.

Tüm yangın riski bittikten sonra mağdurların yaralarını sarmaya çalışalım. Sonra bu konuyu enine boyuna masaya yatıralım, ihmali olanlardan ve ucu kime dayanıyorsa onlardan hesap sorulsun ve ilgilileri bedeller ödesin ki bir daha böyle afetlerle muhatap olmayalım.

Burada soğukkanlılığımı koruyarak şu sorulara cevap aramak istiyorum:

Basının yazdığına göre yangınları, terör örgütüne bağlı bir inisiyatif üstlenmiş. Bunlar yakmış olabilir mi? Yoksa biz bunu üstlenelim ki bu vesileyle gücümüzü göstermiş oluruz politikası güdülüyor olabilir mi? Çünkü meşhur olmak için illaki iyi yönde adını duyurmak gerekmiyor. Eğer bu örgüt yaktı ise bildiğim kadarıyla bu örgüt, 2019 yılında yanan ormanları da üstlenmişti. Sosyal medyada dolaşan bir videoya göre bu inisiyatif, “Çakmağın atom bombası değerinde olduğunu ve ormanları yakın emri verdiği” görülüyor. Bu video sanal alemde dolaşımda iken devletin istihbaratı nerede ve ne işle uğraşıyor, bunu sorgulamak lazım. Aynı anda çok yerde ormanlar alev aldığına göre bunu yapan kişilerin bir elden yönetilmiş olması, bunların da haberleşmeyi iletişim yollarından sağlamış olabileceği ihtimali çok yüksek. Gerçekten burada devletin istihbaratını sorgulamak lazım.

Yangınların küresel ısınmanın bir sonucu olabileceği de bizi düşündürmesi lazım. Çünkü ısınmayla birlikte nem oranının düşmesi sonucu, ağaçlar ufacık bir kıvılcımda ateş alabiliyor. Bu konuda yani ısınmayla birlikte sıra dışı orman yangınlarının olabileceği çok önceden açıklanmasına rağmen bu yangınları en aza indirmek için yetkililer ne tür tedbirlere başvurmuşlardır? Sanki bir yansın, bakarız görüntüsü veriliyor.

İster sabotaj ister küresel kaynaklı olsun, görünen o ki her yıl önceki yıllara oranla orman yangınlarında artış olacağı anlaşılıyor. Zaman kaybetmeden elde kalan ormanları yakmadan, geleceğe nasıl taşıyacağımızın plan ve programını yapmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü asıl olan atalarımızdan miras olarak aldığımız bu ormanları çocuklarımıza devretmektir. Bunu yapmazsak emanete ihanet etmiş oluruz. Yoksa görüldüğü gibi yanan ormanları söndürmek öyle kolay olmuyor ve maalesef yerine yenilerini eksek bile çoğu bakımsızlıktan tutmuyor, tutsa da doğal ormanın yerini vermiyor.

Hangi sebeple olursa olsun, ormanları yaktırmamak, yanıyor/yakılıyorsa da bunu en aza indirgemek, yanan ormanları çabucak kontrol altına almak için her türlü imkân ve teknolojiden yararlanmak, devletin asli görevleri arasındadır. Her ne kadar hırsıza kilit dayanmaz ise de caydırıcı olması yönünden, devletin bir dizi tedbirleri devreye sokmasında fayda vardır. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Bunlar neler olabilir?

1.      Yangınların arttığı yaz dönemlerinde, ormanlara giriş ve yaklaşmak yasaklanabilir.

2.      Ormanların etrafında belli mesafelere gözetleme kulesi yapılabilir. Mesela 250-500 metre gibi. Buralarda nöbet usulü görev yapacak şekilde askere gönderdiğimiz ve yanaşık düzenden başka bir eğitim almayan askerlere görev verilebilir. Uyarıya rağmen yaklaşan ve girmeye çalışanları yıldırmak ve engellemek için askere ateş etme yetkisi verilebilir.

3.      Piknik yapmak, mangal yakmak yasaklanabilir. Gezmek, dolaşmak, temiz hava almak ve spor yapmak için orman bölgesine giriş yapanların girişlerde kimlik bilgileri alınabilir. Ormana girerken arabalarında ve ceplerinde kibrit ve çakmak kontrolü yapılabilir.

4.      Ormanların belli noktalarında gözetleme kuleleri oluşturulabilir.

5.      Herhangi bir orman yangınında, bir yerde başlayan yangının diğer bölgelere sıçramayacak şekilde yolların açılması, gerekirse birbirine sık olan ağaçların kesilmesi yoluna gidilebilir.

6.      Suç işleme ve orman yakma potansiyeli olanların telefon konuşmaları sürekli dinlenebilir, yazışmaları ve sosyal medya hesapları ve belli örgütlerin paylaşımları takip edilebilir. Bunlar yaktıktan sonra değil, yakmadan önce derdest edilmelidir.

7.      Orman yakan ve orman yakmaya yeltenenlere caydırıcı olması yönünden “Yaş kesenin başı kesile” misali hiçbir indirimden yararlanamayacak şekilde en ağır ceza düzenlemesi yapılarak hayata geçirilmeli. Ateşle oynayanın geri kalan ömrü dört duvar arasında geçireceği bir düzenleme Meclisten geçirilmeli.

8.      Bugün ve her an orman yangını çıkacakmış gibi devlet hep teyakkuzda olmalı. Yeterli ekipman ve yangın söndürmede kullanılacak uçak, helikopter vb. malzeme ve materyaller çalışır vaziyette hep hazır tutulmalı.

9.      Herhangi bir olumsuzluğun ve tehlikenin önüne geçmek amacıyla yaz aylarında ormanların üzerinden SİHA ve İHA’lar sürekli uçuş yapmalı.

10.  Orman yangınları başta olmak üzere tüm doğal afetlerde iktidarı, muhalefeti, devletin tüm kurumları birbirini suçlamak yerine kenetlenmeli. İşbirliğine gitmeli.

11.  Devleti yöneten iktidar eleştiriye açık olmalı, önerilere kulak vermeli. Muhalefet de eleştiri zamanını iyi ayarlamalı.

*06-07/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.