31 Aralık 2020 Perşembe

Bitirirken *

09.12.2015 tarihinde, gazetemizin bu sayfasında "Başlarken" başlığıyla çıkmıştı ilkyazım. Her başlangıcın bir bitişi olduğu gibi bugün de "Bitirirken" başlığıyla size veda ediyorum.

Gazetemizin sahibi Sayın Ahmet Baydar Beyefendinin teklifiyle yazı hayatına gazetemizde başlamıştım. Benim için ilk denemeydi. Acemiliğimi burada attım anlayacağınız.

Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım demiştim. Dediğim gibi de yaptım. Kelime dağarcığım ve kapasitem ne kadarına el verdiyse yazmaya çalıştım, hiç ara vermeden. Genelde toplumsal olaylar başta olmak üzere hemen hemen her konuya değindim. Pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi günleri çıkan yazılarımdan dolayı gazetemden, "Bu yazıyı yayımlayamayız" şeklinde bir endişe sezmedim. Bir ara dört ay kadar müstear isimle bir başka gazetede yazarken gazete yönetiminin korkusundan yayımlayamadığı yazımı, Anadolu'da Bugün gazetesine gönderdim. Yazım hiç tırpan yemeden yayımlandı. Anlatmak istediğim, yazılarımı yazarken serbest ve hür bir ortamda yazdım. Gazete dediğin de böyle olmalıydı zaten.

Yazılarım kimi, ne kadar ürküttü bilmiyorum. Ama içimden geldiği gibi kendi üslubumca yazdım. Bazen mizahi bir dil kullandım, bazen taşlama yaptım, olaylara bazen düz girdim, bazen duygusal yaklaştım, bazen de üstü kapalı yazmaya çalıştım. Ne kınandım ne de kınanır endişesi taşıdım, yarası olan gocunsun istedim. Ne kadar başarılı oldum bilmiyorum. Bunu bilse bilse -varsa- okuyucularım bilir. Giderken gönüllere dokunarak kubbede hoş bir seda bırakabildim mi? Bunu da bilmiyorum. Eğer yazılarımla, bazılarının gönlüne girebilmiş, bazılarının dertlerine tercüman olabilmiş, bazılarını da rahatsız edebilmiş isem ne mutlu bana! Böyle bir şey yoksa bu vesileyle kurtulmuş oluyor benden gazetemiz ve okuyucuları.

Yazacaklarım mı bitti? Hayır. Ülkede o kadar sorun varken yazacaklar biter  mi? Sağ olsun ülke, yazı konusu olsun diye benim için durmadan sorun üretti. Yazma heyecanımı kaybetmiş de değilim. Gazetemizde yazılarıma son vermemin özel bir nedeni yok. Yazılarımı nihayete erdirme düşüncesi, kendimin aldığı bir karar. Bakalım yazdıkça zevk alan ve heyecana kapılan ben, gazetede yazmayınca yapabilecek miyim? Bunu zaman gösterecek. Ne zaman ki yazmayınca, olmayacak derim ve gazetem de "Sayfan hazır" der ise tekrar niye olmasın. Belki de bırakır bırakmaz içimde bir burukluk ve "İyi yapmadın ey Abdurrahman Çelebi! (Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir)" der, pişmanlık duyarım ve “sigarayı bıraktım” diyen bazı tiryakilerin tekrar sigara içmeye başladıkları gibi ben de yazmaya geri dönerim. İrademi de bu şekilde test etmiş olacağım.

Bu vesileyle köşe yazarlığı teklifi yaparak beni onurlandıran gazetenin sahibi Sayın Ahmet Baydar'a, yazmaya başlamadan önce görüşerek tanıştığım ve o süreçte zaman zaman görüşüne başvurduğum ve her zaman desteğini esirgemeyen Gazetemizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sayın Erhan Dargeçit'e ve gazetenin her kademesinde görev yapan -isimlerini sayamayacağım- gazetemizin diğer emekçilerine ve okuyucularıma buradan teşekkürü bir borç bilirim.

Yazarken üslubuma alabildiğine dikkat ettim. Olur ya, bilmeden hata etmiş, kalp kırmış ve maksadımı aşan cümleler sarf etmiş ve zülfüyâra dokunmuşsam af ola... Hoşça kalın!

Not: Gazete yönetiminden öğrendiğime göre “Tabiat boşluk kabul etmez” sözü gereği, benim boşalttığım köşeyi bundan sonra Barbaros ULU Bey dolduracakmış. Hayırlı olsun!

*02/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

29 Aralık 2020 Salı

“İçkiyi Azalt” *

Camilerdeki saf düzeni, bir boşluktan iki boşluğa çıkartılınca cami birden dolar oldu. Bundan dolayı bir defasında cuma namazını dışarıda kılmak zorunda kaldım. Eski kışlardan eser kalmasa da kış kıştır, işin ucunda üşümek de var deyip yer kapmak için camiye daha erken gitmeye başladım.

Girdim camiye. İmam vaaz veriyor. Konu da piyango bileti üzerineydi. “İstanbul’daki meşhur ablanın bayisinden bilet almak için uzun uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Helal paranıza haram karıştırmayın. Bu, dinimizde haramdır…” şeklinde konuştu. O konuştu ben ve cemaat sessizce dinledik.

Ezanın ardından ilk sünneti kıldıktan sonra imam hutbe irat etmeye başladı. Elindeki hutbeyi okudu. Hutbe de içki üzerineydi. İçkinin zararları üzerine durdu.

Vaazı dinlediğim gibi hutbeyi de dinledim. Dinlerken de Adıyaman Kahta’da birlikte görev yaptığım meslektaşım Mahmut Orman aklıma geldi. Sessiz-sakin, kendi halinde, nur yüzlü meslektaşımın biraz da göbeği vardı. Kulakları çınlasın.

Mahmut Hocam, bir ilaç yazdırma veya mevsimsel bir hastalık dolayısıyla doktora gider. Doktor reçeteyi yazarken bir eliyle de Hocamızın göbeğine dokunur ve “İçkiyi biraz azalt” tavsiyesinde bulunur. İçkinin hiçbir türünü ağzına almamış Mahmut Hocam, doktora ne cevap verdi bilmiyorum ama anlatılır anlatılır gülerdik. Zaman zaman karşılaştığımız zaman kendisine “İçkiyi azalt” muhabbeti yapardık. Bereket, doktorun tavsiyesine uyup içkiyi azaltmak için içkiye başlamamış.

Bu anekdotu anlattıktan sonra sadede geleyim. Bu vaaz ve hutbeyi dinlediğim tarih, 25 Ocak. Yani yılbaşına altı gün kala. Belli ki vaaz ve hutbe konuları da yaklaşan yeni yıla uygun seçilmiş. Geçen yılın ve hatta önceki yılların son haftasının vaaz ve hutbeleri de kuvvetle muhtemel aynı konular üzerineydi. Anlamadığım, biz her yıl aralık ayının son haftasında bu konuları işlemek ve dinlemek zorunda mıyız? İçki sadece yılbaşında mı içiliyor? Müptelası için günlük çay içmek gibidir. Sabah-akşam içer. Bunun için illa yılbaşını beklemesi gerekmiyor. Üstelik bu yılbaşında tüm eğlence yerleri kapalı ve sokağa çıkma yasağı uygulaması vardı. İçecek olan, gündüzünden alıp evinde kafayı çekti. Aynı şekilde Milli Piyango bileti ve diğer şans oyunları sadece yılbaşında satışa sunulmuyor. Müşterileri her daim bu pazara para yatırıyor. Mevzubahis olan, 31 Aralıkta yapılacak çekiliş, büyük ikramiye olduğu için daha fazla dikkat çekiyor sanırım.

Bir diğer konu, ben ve o camiye gelenlerin kahir ekseriyeti, zannı galiple söylüyorum, ne Milli Piyango bileti alır ne de içki içer. En azından ben ne Milli Piyango bileti ne şans oyunlarına dair bir bilet aldım ne de içki içtim. Bilet alan veya içki içenler varsa çoğunluğu öyle zannediyorum, camide değiller. Eğer varlarsa da yıllardır yapılan vaaz ve hutbeler kendilerine tesir etmemiş, belli ki. Yani bir azınlığı temsil ediyorlar camide. Hasılı, hocamız, sözünü meclisten içeriye değil de dışarıya söyledi. İsterdim ki sözümüz hep meclisten içeriye olsun ki müstefit olalım. Hutbe ve vaazlarda sık başvurulan bu yöntemden vazgeçmek lazım diye düşünüyorum. Çünkü içki içmeyen çoğunluğa, içki içmeyin ve piyango bileti almayanlara almayın demektir bunun Türkçesi. Çünkü muhatapların çoğu camide yok. Bu, karanlıkta kaybolan iğnenin aydınlıkta aranmasına benzer. Bu da bir faydaya haiz değildir.

Cami imamımız ve bu hutbenin seçilmesinden okunmasına yetkili olan Diyanet, gerçekten bu ülkede Milli Piyango bileti satılmasın, içki içilmesin diyorlar ve halkımızı bu beladan kurtaralım istiyorlarsa, bir defa cami dışına çıkmalıdırlar. DİB Başkanı, yetkililerden randevu alarak piyangonun kaldırılması ve içki üretiminin olmaması gerektiğine dair yetkililere bir brifing vermeli ve bir talepte bulunmalıdır. Ha buna güç yetirilmedi mi, din görevlileri aralarında organize olacak ve bir plan dahilinde araziye çıkacak. Gidecekleri yerlerin başında piyango ve içki bayileri olmalı. Önce onlarla bir diyalog ortamı oluşturmalı. Aralarında oluşacak bu hukuktan sonra icra ettikleri işin vahameti onlara anlatılmalı. Yaptıkları bu işi bırakmaları karşılığında yeni ve farklı bir iş üzerine onlara alternatifler sunmalı. İlk müşterin de ben olurum demeli. Ardından bayiden içki alanlara ve meşhur abladan (imanın deyimiyle) bilet almak için kuyruğa girmiş olanlara usulünce öğüt vermeli. Ne kadar başarılı olurlar, devlet bu gelirden vazgeçer mi, içki içenler içmekten, bilet alanlar bilet almaktan vazgeçerler mi bilemiyorum. En azından bataklığı kurutma iradelerini göstermiş olurlar. Ardından da camiye gelip bu uğurda şu mücadeleyi verdik, şu kadar kişiyi piyango bileti almaktan ve bu kadar kişiyi içki içmekten vazgeçirdik, hutbesini okurlarsa inanın, can kulağıyla dinlerim. Zira çok büyük hizmet etmiş olurlar. Böyle yapmazlarsa, her sene aralık son hafta hutbesini piyango ve içkiye ayırırlar, bizler de dinler dururuz.

Not. Yeni yılın herkese hayırlar getirmesini dilerim. Bu yılda hutbe konularını seçerken Diyanetin, rutini yerine getiren, bizi uyutan, bol tekrarlı hutbe konularını terk edip gönüllere dokunan konularla karşımıza çıkmasını temenni ediyorum.


*01/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Aralık 2020 Pazartesi

Süründüren Ücret *

—Yeni açıklanan asgari ücret konusunda bir şey demedin.

—Ne diyeyim? Hayırlı olsun.

—İyi mi oldu, kötü mü? Yüzde 21,56 zammı nasıl buldun?

—Şu anda bir şey diyemiyorum.

—Niye? Oran belli.

—Oran belli olmaya oldu da. Bu konuda değerlendirme yapmayı kendi açımdan erken buluyorum.

—Anlamadım.

—İşin ucunda sap gibi ortada kalmak da var.

—Ne alaka?

—Alakası şu: Bu ekonomik darboğazda bu oran az desem, işveren bana yüklenecek: “O kadar biliyorsan, bir işçiyi çalıştır da göreyim, diyecek. Çok desem, asgari ücretli “Gel bu fiyata sen geçin” diyecek. Çalışma Bakanı, “İşçilerimize enflasyonun üzerinde bir zam verildi. Onları enflasyona ezdirmedik, diyecek.

—Doğru, derler. Bu konuda kimseye kendini beğendiremezsin.

—Ama bunların ne dediğine ben pek bakmıyorum. Ben esas, bu tarafların dışında asgari ücreti, 2002 öncesi asgari ücretle kıyaslayanlardan çekinirim. Ben desem ki verilen bu zam, bu hayat pahalılığında yeterli değil desem, bu iki kesimin dışında bir kesim daha var ki dediğine seni pişman ederler. Bunları karşıma alamam.

—Ne demek istiyorsun? Biraz açar mısın?

—Daha önce birileri tarafından hazırlanmış ama kimin hazırladığı belli olmayan ve doğruluğunu kimsenin bilmediği öyle bir istatistiği, tablo halinde ortaya koyarlar ki ağzını açamazsın.

—Mesela?

—Mesela, 2002’de bir asgari ücretle, 8 çeyrek altın alınırken şimdi 9 çeyrek alınabilir. 2002’de 10 kg kırmızı et alınabilirken şimdi 12 kg alınabiliyor gibi. Hatta hızlarını alamayıp 2002’de trafiğe çıkan araç sayısı ile günümüzdeki araç sayısını bile verirler. Tablo bu şekilde uzar gider. Eski ve yeni tabloyu yan yana koyarak sana öyle bir veriler ortaya koyarlar ki “Tüh ya! Ben niye düşünemedim bunu, benim bu gerçeklerden niye haberim yoktu, keşke istatistik bilgisi konusunda biraz mürekkep yalasaydım, diyorsun.

—Evet, yapıyorlar bunu ama yapsınlar ne sakıncası var?

—Sakıncası yok da bir savunma refleksi seziyorum ben burada.

—Kim, niye savunsun ki?

—Asgari ücret zammının yeterli olmadığını söylemeni bile hükümete yapılmış bir eleştiri gibi görüyorlar. Halbuki asgari ücret konusunda esas yetkili işveren kesimdir. Burada hükümetin ve işçi temsilcilerinin çok bir etkisi yok. Buna rağmen savunma gereği duyuyorlar. Merak ettiğim, bu tabloları kim hazırlayıp niçin servis ediyor? Bunlar bu tabloları nereden elde ediyorlar? Acaba bu tabloya niçin gerek duyuyorlar? Halbuki her dönemi kendi dönemiyle karşılaştırmak lazım.

—Haklısın.

—Doğrusu, oran ne olursa olsun, asgari ücret, adı üzerinde asgari bir ücrettir: Ne öldürür ne ondurur ancak süründürür. Hasılı, asgari ücretlinin durumunu ne sen bana sormuş ol ne de ben cevap vermiş olayım. Allah geçim konusunda milletimize, asgari ücretle çalışanlara, işini kaybetmiş ve işyeri kapalı olan kişilere yardım etsin.

*30/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.