17 Ağustos 2020 Pazartesi

Hamaset Nereye Kadar Olmalı? *

Yiğitlik, kahramanlık ve cesaret  takdir edilen güzel değerlerimizdendir. Bu değerlere hamaset diyoruz. Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır dense de korkaklık, toplumda yerilirken yiğitlik ve kahramanlık övülür. Yine toplum, hamasetin kendisi olan cesurluğu ve gözü pekliği takdir ederken hamaset yapmayı veya hamaset edebiyatı yapmayı “hamaset yapma” veya hamaset yapıyorsun” diyerek eleştirir. Çünkü hamasetin bu yüzü, bol keseden atmaktan, yıkama-yağlamaktan, gaz vermekten, sevenlerin ayaklarını yerden kesmekten ibarettir. İş başa düşünce bu tiplerin kahramanlığı karton kahramanlığı olduğu ortaya çıkar.

Hamaseti, kitleleri arkasında sürüklemek isteyen kişiler özellikle siyasi liderler çok kullanır. Amaç, miting alanlarını doldurmak, seçmenini arkasında kenetlenmiş görmek ve yaptığı bu gövde gösterisiyle rakiplerine “gücümü gör”, “benden kork” derken henüz kararını vermemiş aradaki seçmenlere de göz kırpar. Bu durum sadece siyasette değil, tarihimizde de böyle. Bundandır ki ne siyasetimiz bir arpa boyu yol alır ne de tarihi gerçeklikleri tam anlamıyla öğrenmiş oluruz. Çünkü bu tür hamaset gerçekle yüzleşmemek, olanı olduğundan farklı göstermek demektir.

Hamaset sadece bize mahsus hasletlerden değildir. Bir toplumun yumuşak karnı üzerine bir devlete yön veren liderler kitleleri arkasında görmek, onları motive etmek, onları arkasından sürüklemek için zaman zaman hamasete başvururlar. Çünkü bu tür hamaset kitleler üzerinde prim yapar. Bu da hamaset edebiyatı yapanlar için geçer akçedir. Buna Naziler örnek olarak verilebilir. Maalesef bu örnek, kaybedecekleri bir savaşa ülkelerini sokmakla sonuçlanmıştır. Bugün kimse Adolf Hitler’i ağzına almıyor. Övmeye kalkan olursa da lanetleniyor.

Hamasetin bizi sevenler nezdinde bir karşılığı olsa da nereye kadar yapılması gerekir? Çünkü hamaset iki tarafı keskin bir bıçak gibidir. Kullanmayı bilmek lazım. Bence hamaset yerinde, zamanında ve kıvamında olmalı, bir yere kadar yapılmalıdır. Bana göre bunun ölçüsü, yemeğe konan tuz kadardır. Nasıl ki yemeğe tuz atmayınca tatsız, tuzsuz bir yemek karşımıza çıkıyorsa hamaset olmadığında moral motive olmaz. Aynı şekilde yemeğe fazla tuz atmak yemeği yedirmez. Zorla yersen bu yemek içini yakar. Çünkü fazlası zarardır. İçine hiç tuz atılmamış yemeğe tuz takviyesi yaparak telafi edebilirsin. Fazla tuzlu yemeğin ise telafisi yok. Anlatmak istediğim önü, arkası ve sonuçları hesaba katılmadan haddinden fazla yapılan hamaset, ayakları yerden keser. Yere basmayan ayaklar ise yerden güç almadığı için asla son vuruşu yapamadığı gibi bir müddet sonra da mevcut kazanımlara zarar vermeye başlar. 

Sözün özü; bu ülkede siyaset yapanlar, geçmiş tarihimiz üzerine konuşan tarihçiler, söylemlerinde hep dini referansa başvuranlar; vatan, millet, din, bayrak, Atatürk diyenler, işleri ters gittiği zaman sağda-solda, içeride ve dışarıda düşman arayanlar, bu ülkeye bir iyilik yapmak istiyorlarsa bu ülkenin ortak değerlerinden ellerini çekmeliler. Hala hamaset yapacaklarsa kendilerine başka malzeme bulsunlar. Değilse bunun bedelini millet olarak çok ağır öderiz. 

*26/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

16 Ağustos 2020 Pazar

"...Namaz Olmaz" *

"Gömleğin kolunu katlarsan namaz olmaz."
"Kısa kollu kılarsan namaz olmaz."
"Başın açık olursa namaz mekruh olur."
"Çıplak ayakla namaz kılınmaz."
"Eşofman ve pijama ile kılarsan namaz olmaz."
"Ön safta boşluk varken arkada kılarsan namazın olmaz".
"Caminin içi boşken dışarıda kılarsan namazın olmaz."
"Caminin dışında namaz kılarken aradan yol geçiyorsa namaz olmaz."
"İçinden okurken okuduğunu kulağın duymaz ise namaz olmaz."
"Hutbe okunurken konuşursan namazın olmaz".

Yukarıda verdiğim daha da verebileceğim örnekleri; camiye gider, cemaate karışırsanız; imamdan, müezzinden, cemaatin ileri gelenlerinden zaman zaman duymanız mümkün. Bu konuda alnı secdeye değen çoğu kimse, bilir bilmez sana bu şekilde fetvalar verir. Camiye gitmekle sadece namaz kılmış olmaz aynı zamanda istemeden bu şekil fetvalar almış olursun. Kısa günün kârı.

Bilir bilmez bu kişilerin verdiği bu atmasyon fetvaları duyunca moralin bozuluyor, camiye geldiğine geleceğine pişman oluyorsun. Acaba bunların bildiği, benim bilmediğim bir şey mi var diye tereddüde düşüyorsun. Daha da ötesi, namazın özüne dair olmayan bu söylemler, bir kolaylık dini diye bildiğimiz İslam dinini zorlaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor. Allah adına konuşmak, namazın olup olmadığı hakkında ileri geri konuşmak, mektep medrese görmüş gibi işkembeyi kübradan atmak ancak bir cahil cesareti olsa gerek. Maalesef bu konuda vatandaşımız sınır tanımıyor ve haddini bilmiyor.

Tüm bunları sade vatandaş yapsa duyduğunu din diye sana satıyor diyeceğim. Maalesef değil. Bunu mürekkep yalamış bazı cami görevlisi de yapıyor. İki hafta önce cuma için camiye gittim. Namazı içeride mi kılayım, bahçedeki çimler üzerine mi seccademi sereyim derken cami girişinde maske kontrolü yapan müezzini gördüm. Dışarıya ses geliyor mu dedim. "Kapıya yakın yerlere gelebilir, diğer yerleri bilmiyorum ama içeride boş yer varken dışarıda namaz olmaz" demez mi? Mübareği sanırsın ki fetva kurulu başkanı. İlmihalde okuduğunu bana din diye satıyor. Üstelik salgın dolayısıyla olağanüstü günlerden geçtiğimiz bugünlerde devlet, avlusu uygun camilerin bahçelerinde yani açık alanlarda namaz kılmayı önerirken bizimki, önce caminin içini doldurmaya çalışıyor. Fetvası da hazır: Namaz olmaz. Halbuki az kafayı çalıştırıverse "Bu pandemi dolayısıyla saflara bile mesafe kondu. Artık yan yana saf tutulmuyor. Dışarısı namaz kılmak için daha uygun" şeklinde düşünebilirdi. Ama böyle düşünse kafasındaki ezber bozulur.

Sonra bu namaz nasıl bir ibadet ki bunlara göre şöyle olursa olmuyor, böyle olursa olmuyor. Bir defa müezzin efendi böyle fetva vermeyi bırakmalı. Yapacağı ilk iş, caminin dışına sesin gelip gelmediğini uygun bir zamanda öncelikli olarak test etmek olmalı. Çünkü ilk ve öncelikli görevi budur. Çünkü cemaatin kalabalık olduğu sair zamanlarda içeride yer olmayınca vatandaş dışarıda namazını kılıyor. 

*28/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Benim de Bir Baskülüm Oldu Artık

Hemen hemen herkesin evinde olan bir baskülüm yoktu. Olması için de pek dert edinmedim. Kilomu da dert edinmedim. Ne zamanki yürüyüşe başladım. Göbeğin biraz eridiğini görünce önceleri meraktan tartılan ben, tartılmak için terazi arar oldum. Kimin evine gitmişsem teraziniz var mı, bir tartılabilir miyim dedim. Kimseye gitmemişsen zaman zaman ilaç aldığım eczaneye uğradım. Bir tartıldım. İki, üç, beş derken eczacıya "Ya hep gelip böyle tartılacağım ya da bu baskülü bana vererek kurtulacaksınız" dedim. Sadece gülümsediler. Yani baskülü vermediler.
Bir, iki haftada her tartıldıkça kilomun düşmesi beni memnun etmeye başladı. Bu beni daha da kamçıladı. Yürüyüşümü artırdım. Dere, tepe, düz, yokuş, iniş, cadde, sokak demedim, yürüdüm. "Senin göbek gitmiş" diyenleri duydukça yürüyüş süresini ve tempoyu daha da artırdım. Ama tartılmam lazım. Neredeyim? Zira önümü görmeliydim. Her zaman eczaneye uğramak da olmazdı. Bir baskülüm olmalıydı.
Hangi marka baskül almalıydım, hangisi daha güzel tartar, hangisinin fiyatı daha uygun olurdu? Nihayet 80 lira vererek birine bir baskül aldırdım. Sabahı bekleyemedim. Gecenin onunda yürüyerek baskülü almaya gittim. 75 dakikada gittim. Elime baskülü aldıktan sonra bir an evvel eve varıp tartılmalıyım diyerek başka bir yoldan 55 dakikada evime geldim. 
Eve girer girmez baskülü ambalajından açıp kurdum. Bir sevindim bir sevindim. Sormayın. Nasıl sevinmeyeyim. Zira benim de bir baskülüm olmuştu. Hemen üzerine çıkıp tartıldım. Yine bir sevinç bir sevinç! Bu sefer neye sevindin demeyin. 80-82 kilo ile başlayan yürüyüş serüvenim, meyvesini vermiş ve kilom 72-73 bandına inmişti. 
Şimdi girip çıkıp tartılıyorum. Yiyorum, tartılıyorum. İçiyorum, tartılıyorum. Niye tartılmayayım ki... Kilom indikçe, göbek eridikçe moralim yerine geliyor. Üstelik tartı bedava. Bedeli peşin ödenmiştir. 
Hala bir baskülünüz yoksa almanızı ve girip çıkıp tartılmanızı öneririm. Tartılırken aç karna tartılmanızı tavsiye ederim. Çünkü kilonuzu daha düşük gösteriyor. Yok, ben tokken tartılırım diyorsanız o zaman kilonuzu sorun edinmeyeceksiniz. Sorun ederim diyorsanız o zaman yürümek için benim peşime takılacaksınız.