Ana içeriğe atla

"...Namaz Olmaz" *


"Gömleğin kolunu katlarsan namaz olmaz."
"Kısa kollu kılarsan namaz olmaz."
"Başın açık olursa namaz mekruh olur."
"Çıplak ayakla namaz kılınmaz."
"Eşofman ve pijama ile kılarsan namaz olmaz."
"Ön safta boşluk varken arkada kılarsan namazın olmaz".
"Caminin içi boşken dışarıda kılarsan namazın olmaz."
"Caminin dışında namaz kılarken aradan yol geçiyorsa namaz olmaz."
"İçinden okurken okuduğunu kulağın duymaz ise namaz olmaz."
"Hutbe okunurken konuşursan namazın olmaz".
Yukarıda verdiğim daha da verebileceğim örnekleri; camiye gider, cemaate karışırsanız; imamdan, müezzinden, cemaatin ileri gelenlerinden zaman zaman duymanız mümkün. Bu konuda alnı secdeye değen çoğu kimse, bilir bilmez sana bu şekilde fetvalar verir. Camiye gitmekle sadece namaz kılmış olmaz aynı zamanda istemeden bu şekil fetvalar almış olursun. Kısa günün karı.
Bilir bilmez bu kişilerin verdiği bu atmasyon fetvaları duyunca moralin bozuluyor, camiye geldiğine geleceğine pişman oluyorsun. Acaba bunların bildiği, benim bilmediğim bir şey mi var diye tereddüde düşüyorsun. Daha da ötesi, namazın özüne dair olmayan bu söylemler, bir kolaylık dini diye bildiğimiz İslam dinini zorlaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor. Allah adına konuşmak, namazın olup olmadığı hakkında ileri geri konuşmak, mektep medrese görmüş gibi işkembeyi kübradan atmak ancak bir cahil cesareti olsa gerek. Maalesef bu konuda vatandaşımız sınır tanımıyor ve haddini bilmiyor.
Tüm bunları sade vatandaş yapsa duyduğunu din diye sana satıyor diyeceğim. Maalesef değil. Bunu mürekkep yalamış bazı cami görevlisi de yapıyor. İki hafta önce cuma için camiye gittim. Namazı içeride mi kılayım, bahçedeki çimler üzerine mi seccademi sereyim derken cami girişinde maske kontrolü yapan müezzini gördüm. Dışarıya ses geliyor mu dedim. "Kapıya yakın yerlere gelebilir, diğer yerleri bilmiyorum ama içeride boş yer varken dışarıda namaz olmaz" demez mi? Mübareği sanırsın ki fetva kurulu başkanı. İlmihalde okuduğunu bana din diye satıyor. Üstelik salgın dolayısıyla olağanüstü günlerden geçtiğimiz bugünlerde devlet, avlusu uygun camilerin bahçelerinde yani açık alanlarda namaz kılmayı önerirken bizimki, önce caminin içini doldurmaya çalışıyor. Fetvası da hazır: Namaz olmaz. Halbuki az kafayı çalıştırıverse "Bu pandemi dolayısıyla saflara bile mesafe kondu. Artık yan yana saf tutulmuyor. Dışarısı namaz kılmak için daha uygun" şeklinde düşünebilirdi. Ama böyle düşünse kafasındaki ezber bozulur.
Sonra bu namaz nasıl bir ibadet ki bunlara göre şöyle olursa olmuyor, böyle olursa olmuyor. Bir defa müezzin efendi böyle fetva vermeyi bırakmalı. Yapacağı ilk iş, caminin dışına sesin gelip gelmediğini uygun bir zamanda öncelikli olarak test etmek olmalı. Çünkü ilk ve öncelikli görevi budur. Çünkü cemaatin kalabalık olduğu sair zamanlarda içeride yer olmayınca vatandaş dışarıda namazını kılıyor. 

*28/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde