16 Ağustos 2020 Pazar

Türk Telekom Ses Verdi *

Cumartesi günü gazetemizde yayımlanan "Türk Telekom'a Açık Mektup" başlıklı yazım üzerine, Türk Telekom aynı gün aradı. D... isimli müşteri yetkilisi "Bize yazdığınız açık mektup üzerine aradığını, yardımcı olmak istediğini söyledi. Kendisiyle yaklaşık 26 dakikalık bir görüşme yaptım. Görevliye, yazımda dile getirdiğim hususları kısaca izah ettim. 

Bu kısa girizgâhtan sonra temsilcinin verdiği cevaplara geçmeden önce bir hususu belirtmek isterim. Hem cumartesi ve bugün yayımlanan yazım, her ne kadar benim şahsi meselem olsa da cumartesi günkü yazımı sosyal medyada paylaşınca sorunun, sadece benim sorunum olmadığını, bu vb. konularda GSM operatörü müşterilerinin sorunlarının da ortak olduğunu yazdıkları yorumlarından anladım. Yazmış olduğum açık mektupla mağdurlara tercüman olmuş oldum. Bu açıklamadan sonra müşteri temsilcisinin yazıma ve söylediklerime binaen verdiği cevaplara kısaca yer vermek istiyorum:

Herhangi bir taahhüdüm bulunmamasına rağmen tahakkuk ettirilen 29 lirayı sorduğumda, “Bu bedelin bir cayma bedeli değil, son bir aya ait indirim bedeli olduğunu, şayet 19 Haziranda değil de 21 Haziranda geçiş yapmış olsaydım bu bedel de yansıtılmayacaktı” dedi. (Daha önceki müşteri temsilcileri bunun cayma bedeli olduğunu söylemişlerdi. Sonunda bu parayı ödemiş olsam da en azından cayma bedeli adı altında ödememiş oldum. İndirim-bindirim meselesi sanırım.)
Aynı anda geçiş yaptığım iki hattımdan birine 17, diğerine 19 lira gelen “telsiz ücreti”ndeki farkı sordum. “Devletle yaptıkları anlaşma gereği telsiz ücretinin peşin alındığını, iki hattaki farklılık ise hatlar faturalı iken bir tanesinin telsiz ücretinin daha önceki faturaya yansıtıldığını, diğerinin ise yansıtılmadığını, aradaki iki liralık farkın buradan kaynaklandığını” söyledi. (daha önceki müşteri yetkilileri farkı açıklama yerine fatura ayrıntısını tekraren okumuşlardı.)
“Fatura ayrıntıları ve yaptığım açıklamaları size yazılı olarak gönderebilirim” dedi temsilci. İstemedim. Zira gerek de görmedim. Yalnız aynı firmanın temsilcilerinin verdiği farklı cevaplar beni düşündürdü. Daha önceki müşteri temsilcileri, “kayıtlı e posta adresim olmadığı için yazılı cevap veremeyeceklerini, fatura detayını gönderemeyeceklerini, teknik olarak e posta adresimi kaydedemeyeceklerini” ifade etmişlerdi. Demek ki istenince gönderilebiliyormuş.
Hasılı 45+77 lira olarak ödediğim faturalardan bana herhangi bir geri dönüş olmasa da yazım üzerine arayan D…isimli müşteri temsilcisiyle verimli bir görüşme yaptım. Önceki temsilciler ile kendisinin verdiği cevaplar arasında nüanslar vardı. Kendisini, aynı işi yapan emsallerine göre daha donanımlı gördüm. Kendisine de “Arkadaşlarınız bu durumu bana böyle izah etmiş olsalardı, ayrıca açık mektup yazmaya ihtiyaç duymazdım” dedim ve kendisine teşekkür ettim.
Burada bir teşekkür de Türk Telekom’a olsun. Hakkında herhangi bir şikayet oluşturulduğunda hemen dönüş yapan Türk Telekom, yazılan bir yazıya da tatil demeden aynı gün dönüş yaptı. Gösterdiği hassasiyet ve duyarlılığından dolayı Türk Telekom’a ayrıca teşekkür ediyorum. Aynı hassasiyeti Ulaştırma Bakanlığından da beklerdim. Zira yazımda “Faturalı hattan faturasız hatta geçildiğinde devletin, yılbaşına kadar telsiz ücretini peşin almasını, belki ben yılbaşını beklemeden hattımı kapattırıp kullanmayacağımı, bu peşin işine aklımın yatmadığını ifade etmiştim.  Ulaştırma Bakanlığından “Şundan dolayı böyle alıyoruz” şeklinde maalesef bir cevap alamadım. Merak ediyorum, Türk Telekom, ayrı bir hatta geçiş yapmış olsa bile eski müşterisini arayıp cevap veriyor. Vatandaşına daha fazla değer vermesi gereken devlet bunu niçin yapmıyor? Niye cevap versin ki… Devlet sadece aldığı vergiyi bilir. Bu konuyu CİMER’e yazsan, sana “Falan kanunun şu maddesine göre bu ücret alınmaktadır” cevabı verilir, iş kapanır.
Buradan Türk Telekom ve diğer GSM operatörlerine bu vesileyle şunu söylemek isterim. GSM’ler arasında vatandaş ne zaman geçiş yapmış olsa çoğunluk şu ya da bu şekilde bir mağduriyet yaşamakta ve hesaba katılmayan bir ücretle karşı karşıya kalmaktadır. Geçişlerde servis ve bayilerin tek yaptıkları, nüfus cüzdanının fotokopisini almak, numaranı yazıp okutmadan altına imza attırmak... Bence bir mağduriyet yaşanmaması için geçiş işlemi yapılırken vatandaş ayrıntılı bir şekilde bilgilendirilmelidir.

*17/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Kadının Fendi Erkeği Yener *

İstanbul Sözleşmesi üzerine Dilipak'ın yazdığı yazı, gündem olmaya devam ediyor. Yazdığı yazıdan dolayı Dilipak hakkında 81 ilde suç duyurusunda bulunuldu. Sayın Cumhurbaşkanı da yaptığı açıklamayla Dilipak'ı kınayarak tarafını seçmiş oldu. Gördüğünüz gibi kılıçlar çekildi. Kılıcını geri kim çeker, bunu zaman gösterecek.

Bana göre İstanbul Sözleşmesi eksisi ve artısıyla masaya yatırılıp bir güzel tartışılmalıydı. Görüyorum ki Sözleşme üzerinden başlayan tartışma, başka alanda devam edecek. Kimi Dilipak'ın yanında yer alarak karşı tarafı eleştiriyor, kimi söylediğinden dolayı Dilipak'ı eleştiri bombardımanına tutuyor, kimi zamanı mı aranızda sulh yapın diye üzülüyor, kimi de ne haliniz varsa kendi aranızda halledin, hatta birbirinizi kırın diye bıyık altından gülüyor.

Kendi adıma burada şunu söylemek isterim. Bu savaşta bir sulh olmazsa bu kavganın bir galibi olur ama sonuçları itibariyle bu savaşın bir kazananı olmaz. Galip taraf güçlü taraf olur. Halihazırda güçlü görünen, devleti elinde bulunduran iktidardır. Kadınların ekseriyeti de bu konuda hükümetin yanında yer aldığına göre hele kadınlara karşı erkeklerin galip gelmesi söz konusu olamaz. Çünkü kadının fendi erkeği daima yener.

Burada değinmek istediğim bir başka husus, bazıları Dilipak ile erk aynı düşüncelere sahipler. Bu yüzden tartışmayı büyütmeye gerek yok. Bu iş tatlıya bağlansın istiyor. Bana göre bir zamanlar aynı yerden beslenmiş olsalar da bugün aynı düşünmüyorlar. Biri sivil ve özgür düşünürken diğeri devleti temsil ediyor ve devlet refleksi ile hareket ediyor. Erk, imza attığı sözleşme yanlış bile olsa savunur. Aynı zamanda tartışmada nerede duracağı konusunda manevra yapar. Çünkü sandıkta getirisi ve götürüsü ne olur, onun hesabını yapar. Dilipak'a karşı daha çoğunluğu temsil eden kadınları tercih eder. Dilipak'ın bir kesim nezdinde özgül ağırlığı olsa da kadınların oy ağırlığı daha fazladır. Siyaset dediğimiz de böyle bir şeydir. Sonunda ölüm ya da intihar olsa da oy için kızılcık şerbeti içilir.

Yazıma son vermeden önce kısaca İstanbul Sözleşmesine de kısaca değinmek isterim. İkiden fazla cinsiyete kapı aralaması yönüyle bu sözleşmeyi uygun görmem mümkün değil. Toplumun kahir ekseriyetinin kabul etmediği bir cinselliğe resmiyet kazandırılması kabul edilemez. Sözleşmenin kadına şiddeti önleme yönüne gelince, bir sözleşme ve bu sözleşmeye dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanunun kadına şiddeti önleyeceğini düşünmüyorum. Kanundan hareketle erkeğe, kadına yaklaşmama ve evden uzaklaştırma cezasının verilmesi, şiddeti ve kadın cinayetlerini tetiklediğini düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanun bu haliyle devam etse de kaldırılsa da kadına şiddetin artarak devam edeceğini düşünüyorum. Çünkü bu durum kültürle alakalı bir durumdur. Bizde bu kültür anlayışı olduğu ve bu kültür devam ettiği müddetçe bize ne dinin emri ne ahlak ne de kanun söker. Sonunda ölüm de olsa yapacağımızı yine yaparız.

Bir diğer husus kadına şiddet tartışmaları da yanlış. Bunun adını doğru koymak lazım. Bu ülkede kadına şiddetten ziyade insana şiddet vardır. Bu şiddeti de güçlü olan daha güçsüz olana uygular. İster kadın ister erkek olsun, hangisi güçlü ise yekdiğerine şiddet uygular. Bedenen daha zayıf olan kadın daha fazla şiddete maruz kalıyor. İnanıyorum ki kadınlar bedenen daha güçlü olsunlar, şiddette erkeği aratmazlar. Çünkü biz şiddet toplumuyuz. Kimin gücü kime yeterse artık... Maalesef bizim adı konmamış kanunumuz budur.

Bir diğer husus her türlü şiddet ve cinayette hep sonucu tartışıyoruz. Bence sonucu tartışmak kadar şiddet ve cinayete giden yolların sebepleri de önemlidir. Sebeplerin üzerine yoğunlaştırsak şiddet ve cinayetleri en aza indirgeyebiliriz. 

*24/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2020 Cuma

Okullar Açılmalı *

Bilim Kurulunun tavsiyesi üzerine okullar 31 Ağustos'ta uzaktan, 21 Eylülde de aşamalı ve seyreltilmiş eğitime geçecek. Uzaktan eğitimi mart ayından itibaren gördük. Aşamalı ve seyreltilmiş ile ne kastedildiğini uygulama aşamasında öğrenmiş olacağız. 

İlerleyen zaman diliminde salgının artma ve azalma seyrine göre Bilim Kurulunun tavsiyeleri çerçevesinde MEB epey bir değişikliğe gideceğe benziyor. Öncelikle alınan karar ve takvimin ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Bilim Kurulunun aldığı bu tavsiye kararında, salgının daha da yayılmasını önlemeyi ve çocukların sağlığını korumayı önemsediği anlaşılmaktadır. Sağlık önemli elbette. Hele bu, çocuklarımızı ilgilendiriyorsa akan sular durur ve durması lazım.

MEB, Bilim Kurulunun tavsiyesine uyarak yüz yüze eğitimi 21 Eylüle aldı. Ümit ediyorum ki sonbahara doğru artacağı öngörülen salgın gerekçe gösterilerek yüz yüze eğitimde tekrar bir erteleme yapılmaz. Tamam, çocuklarımızın sağlığı önemli ve onları korumalıyız. Ama çocukları korumanın yolu sadece okulları kapatmakla olmaz. Çünkü çocuklar cadde-sokak, çarşı-pazar, düğün-dernek, park-bahçe her yerde. Ailesi ile birlikte tatil yerlerine de gidiyorlar. Üstelik çoğu sosyal mesafeye riayet etmediği gibi maske de takmıyor. Hiçbirine de bir şey olmuyor. Büyüklerden sağlıklılar. Büyüklerine göre vücut bağımlılık sistemleri daha güçlü. Tek tehlikeleri, salgını kapmışlarsa bunu büyüklerine satmaları. Korkacak biri varsa büyükler okullu çocuklardan korkmalılar. Büyükler kendilerini çocuklarına karşı korumaya almalılar.

Hasılı çocuklar için endişeye mahal yok. Aşırı korumacılıktan vazgeçmek gerek. Okullar bir daha ertelenmeyecek şekilde 21 Eylülde açılmalı. Çünkü çocukları virüse karşı koruyacağız diye birçok sektörü bu uğurda kurban vereceğiz. Bilelim ki okullar sadece çocuklardan ibaret değil; okullardan ekmek yiyen kantinci, servisçi, kırtasiyeci ve okul kıyafetleri satan sektörler de var. Mart ayından beri bu sektörler yatıyor.

Bu durumda yapılması gereken,
*Her halükarda 21 Eylülde yüz yüze öğretim başlamalı.
*Maske, mesafe ve temizliğe özen gösterilmeli.
*Bağışıklık sistemi zayıf ve kronik hasta olan öğretmenler evinden çıkmamak şartıyla idari izinli sayılmalı.
*Öğrencilerden hasta ve kronik hasta olanlar evde eğitime tabi tutulmalı.
*Haftalık ders saati fazla olan Matematik ve Türkçe gibi derslerden birer saat indirilmeli.
*Seçmeli dersler bu süreçte okutulmamalı.
*Kalabalık sınıf mevcutlarında sosyal mesafeye riayet ve teması önlemek amacıyla sınıf mevcudu ikiye bölünerek bir kısmı bahçede oynarken diğer kısmıyla ders işleme yoluna gidilmeli. 20 dakika dersten sonra içerdekiler dışarıya, dışarıdakiler sınıfa alınmalı.
*Okullar fiziki şartlara göre gerekirse ikiye bölünerek sabahçı ve öğlenci olmalı.
*31 Ağustosta başlayacak uzaktan eğitime öğrencinin katılımı zorunlu olmalı. Uzaktan eğitime katılım imkanı olmayan öğrenciler için MEB, ücretsiz İnternet imkanı sağlamalı.

*21/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.