18 Şubat 2020 Salı

Pazar Alışverişi İçin Tüyolar

Evdeki hesap çarşıya, pazara uysun istiyorsanız, Diyanet Aile dergisine kulak verin:

Tasarruflu pazar alışverişi için,

1.Pazara akşam saatlerinde gidin. Çünkü akşama doğru fiyatlar düşer.

2.Alışverişe çıkmadan önce mutlaka bir liste yapın. Alışveriş esnasında listenize sadık kalın. (Şu, hesaplıymış, buna canım çekti, şunu da alayım demeyin.)

3.Pazara gidince tüm fiyatlara göz atın. (Pazarı baştan sona gezeceksiniz. Gözün kapalı alışveriş yapmayacaksınız.)

4.Aynı pazarcı tezgahından düzenli alışveriş yaptığınız takdirde pazarcı, taze ve kaliteli ürünleri seçip verecektir. (Merak ettiğim, madem aynı tezgahtan alacağım. Niçin tüm pazarı gezip fiyatlara göz atacağım? Burası bana çelişki gibi geldi.)

5.Yaptığınız alışverişi taşımada kolaylık olsun, zorluk olmasın, daha konforlu bir alışveriş yapayım diyorsanız, mutlaka bir pazar arabası edinmelisiniz.

Gördüğünüz gibi Diyanet sadece din işleriyle ilgilenmiyor. Sizin kesenizi de düşünüyor. Diyanet'in bu kıyağını unutmayın. Diyanet'in bu önerisini bugüne kadar uygulamadıysanız öneriler dikkate değer.

Diyanet'in bu kıyağına ilave olarak bir kıyak da benden olsun: Pazar alışverişi için TÜİK yetkililerinin gezdiği pazarları tercih edin.

Dünden Bugüne Pek Bir Şey Değişmemiş

Payitaht Abdülhamit dizisine bakıyorum: Padişahın birlikte çalıştığı, iş verdiği, burnunun dibindeki bir hain, Abdülhamit'in paşalarından ve akrabalarından aldığı destekle Abdülhamit, tren yolunu yapamasın ve memurlarına maaş veremesin diye darphaneyi basıyor. 

Etrafı kuşatılan hainler, darphenedeki nakitleri ateşe veriyor, altınları eritecekleri sırada Abdülhamit operasyon emri veriyor. 

Darhanedeki hainlerin dışarıdaki uzantıları, devlete karşı terör eylemine kalkışan hainleri kurtarmak ve onların deşifre olmasını önlemek amacıyla "Paralarınız yanıyor, maaş alamayacaksınız" propagandası yaparak halkı ve devlet memurlarını darphaneyi yağmalamaya çağırıyorlar. 

Darphaneyi işgal eden hainlerin etrafı çembere alındığı halde kalabalıklar arasından hainler yakalanmadan kurtulur, yani kurtarılır. Elebaşları soluğu Abdülhamit'in yanında alır ve kendisine padişah tarafından yeni bir görev verilir. 

Darphane işgalinde 107 kişi tutuklanır. Tutuklananlar arasında devlet memurları da var. Fakat bunların darphane işgalinde rol oynayıp oynamadığı, suçlu olup olmadığı bilinemez. 

Nümayişçiler, yargılanmadan haklarında karar Abdülhamit tarafından verilir: Devlet memuru olanların devletle ilişiği kesilsin. 

Hasılı suçlular kaçtı, padişahla iş yapmaya devam ediyor ve pek masumlar. Devlet memurlarının ise memurluğuna son veriliyor. 

Diziden  aktardığım bu anekdot, günümüzde olup bitenlere ne kadar benziyor değil mi? Yakalanan 107 kişiden kaçı masum, kaçı suçlu? Hani kopya çekmek günahtı? Hani taklitçilik iyi bir şey değildi?

Siyasi Ayak Ortaya Çıkmaz! ***

—Efendim, terör örgütünün siyasi ayağı tartışmaları yeniden alevlendi. Kimse yoğurdum ekşi demiyor. Ne dersiniz, bu sefer siyasi ayak ortaya çıkar mı?
—Bu bir kayıkçı kavgasıdır. Kayıkçı kavgalarında gerçek ve doğrular ortaya çıkmadığı gibi taraflara da bir zarar gelmez. Boş ver, sen siyasi ayağı! Ben sana bir fıkra anlatayım:
“Şehrin kadısı içki müptelasıdır ama mesleğine halel gelmesin diye halka açık yerde içki içmez. İçmek için şehir dışını mesken edinir.
Yine bir gün içmek için kadı, şehrin dışına çıkar. O kadar içer ki sarığını bir tarafa, cübbesini diğer tarafa atarak sızıp kalır. Oradan geçmekte olan Nasrettin Hoca, cübbeyi sırtına geçirdiği gibi şehrin yolunu tutar ve cübbeyi giymeye devam eder.

Nice sonra ayıkan kadı, cübbesini bulamaz, evinin yolunu tutar. Adamlarına da cübbesini çalanı yakalayıp getirmelerini ister. Sırtında kadının cübbesi ile yakalanan hoca, kadının huzuruna çıkarılır. Yargılama başlar. Kadı hocaya sorar:
—Be adam! Sırtındaki cübbe kimin?
—Efendim! Bu cübbe benim değil.
— Yaşından başından utan! Utanmıyor musun başkasının cübbesini alıp giymekten?
—Şehrin dışında dolaşırken sizin gibi piri fani birisini içkiyi fazla kaçırmış gördüm. Sarığını ve cübbesini sağa sola fırlatarak sızıp kalmış zavallı. Çalınmaması için bu cübbeyi alıp giydim. Şu anda vermek için sahibini arıyorum. Şayet sahibi ortaya çıkar, bu benim derse cübbesini kendisine vereceğim.
Bu cevap karşısında kadı, hafifçe öksürür ve:
—Hoca, hoca! Bu gidişle  bu cübbenin sahibi çıkmayacak. Sen en iyisi bu cübbeyi, bir güzel giymeye devam et, diyerek davayı sonlandırır ve sesini keser.”

Güzelim cübbesini kaybeden kadının içi gider ama bu benim diyemez. Nasıl desin? Cübbe benim dese içki içtiği ortaya çıkacak ve şehirdeki itibarını kaybedecek. Belki de makamından olacak. Şehirdeki itibarını ve makamını kaybedeceğine, cübbesini kaybetmeye razı olur. Hoca da başkasına ait cübbeyi bu şekil zimmetine geçirerek giyinmeye devam eder. Hasılı kadı razı bu durumdan, hoca razı bu durumdan. Adalet yerini bulmamış, adalet yanıltılmış, kime ne? Sonra adalet dediğin nedir senin? Ayrıca adalet ilk defa mı yanıltılıyor?
—Bu fıkradan benim anladığım siyasi ayak falan ortaya çıkmayacak.
—Hele ki şükür, anladıysan…
—Kayıkçı kavgası ne?
—Çok cahil kalmışsın ama anlatayım:
“İstanbul'da Eminönü-Karaköy arası yolcu taşıyan kayıkçılar, yolcu beklerken yolcu kapmak için durup dururken kendi aralarında kavgaya tutuşur; kürekler havaya kalkar, sesler yükselir, bir itiş-kakış başlarmış. Kavga eden kayıkçıların bağırış ve çağırışlarını gören ve duyan halk, kayakçıların etrafında toplanırmış.

Kavgada havaya kalkan kürekler etrafta toplanan halkın başına, gözüne değer; yaralanırlarmış. Nedense havada uçuşan kayıkların hiçbiri kayakçılara değmezmiş. Kayıkçılar bu şekil muradına ererken halkın başının yarıldığı da yanlarına kâr kalırmış.  

İstanbul’da kayakçıların kendilerine zarar vermeden yaptığı bu kavga, tarihimize kayıkçı kavgası olarak geçmiştir. Tarih tekerrürden ibaret derler, dünyada ve Türkiye'de olup bitenler tam bir kayıkçı kavgasıdır. Bu tür kavgalarda kavga eden taraflara bir şey olmuyor. Olan hep halka oluyor. Zaten bu yüzden hep onların anası ağlıyor. 

***22/02/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.