27 Aralık 2019 Cuma

Asgari Ücret Konusunda Bir Türlü Sadede Gelemedik ***


Ülkemizde asgari ücretle çalışanların net sayısını bildiren elimizde bir veri yok. DİSK’in açıkladığı rapora göre geçimini asgari ücretle sağlayanların sayısı 10 milyon civarında imiş. Tüm asgari ücretlilerin beklediği 2020 yılı asgari ücret oranı ve miktarı nihayet Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk tarafından açıklandı. Yüzde 15,03 oranında yapılan zamma göre 2020 yılında asgari ücret, brüt 2.943 lira oldu. Yani bir asgari ücretlinin eline asgari geçim indirimi hariç net 2.324 lira geçecek.

Asgari ücretliye verilen bu zam oranını, yeterli görenler olduğu gibi yeterli görmeyenler de var. Sayın Bakan “Merkez Bankasının 2019 yılsonu enflasyon rakamının yaklaşık yüzde 12 civarında olacağını açıkladığı bir ortamda, biz işçimize yüzde 12’nin üzerinde bir zam vererek onları enflasyona ezdirmedik” açıklamasını yaptı. Türk-İş ise, açıklanan asgari ücreti az bularak toplantıyı terk ettiğini açıkladı. Türk-İş, yanına “Asgari Ücret tespit Komisyonuna” katılan diğer dört işçi temsilcini de alsa, hep beraber açıklanan asgari ücret miktarına muhalefet şerhi koysalar kaç yazar! Nasılsa komisyonda beş hükümetin, beş de işverenin temsilcisi yer alıyor. Toplamları 10 eden bir çoğunluğun karşısında, beş işçi temsilcisi ne yapabilir. Karar daima 10’a 5 çıkar.

Açıklanan asgari ücret rakamını, adı konmamış bir ekonomik krizden geçtiğimiz günümüzde Bakan gibi yüksek bulanlar çıkabilir. Eldeki imkanlara göre bu oran iyi bir rakam denebilir. Zira işçi ve memuru için hükümetin verdiği 2020 zam oranı, yüzde 15’in çok altında kaldı. Ama asgari ücretliye verilen bu oran ve ellerine geçecek net miktar, asgari ücretliyi yine memnun etmeyecek. Ev kiralarının ortalama 1.000 lira olduğu günümüzde 1.000 lirasını kiraya veren bir asgari ücretli, geriye kalan 1.324 lira ile bir ay boyunca nasıl geçinsin?

Açıkladığı rakamla, asgari ücretliye enflasyonun üzerinde bir zam yaptık, onları enflasyona ezdirmeyeceğiz diyen Sayın Bakan, “Ülkede kriz var, herkes taşın altına elini koyacak. Bu sene zam falan yok, işçi de enflasyonun altında ezilecek” deseydi, bu durumdaki işçilerin hali nice olurdu? Bir düşünün… Bereket, siyasilerimiz bu konuda çok insaflı ve duyarlı. Bugüne kadar geçmişten günümüze hiçbir hükümet işçisini ve memurunu enflasyona hiç ezdirmedi.

Hükümet ve işveren temsilcileri, eldeki imkanları zorlayarak verilebilecek en iyi zammı tespit etmiş olabilirler. Bundan iyisi can sağlığı denebilir. İşçinin durumu kadar bir işçinin işverene maliyeti de malum. Kolay değil işçi çalıştırmak ve asgari ücrete çalışmak. Allah işverene de işçimize de yardım etsin. Umarım eldeki imkanlar çerçevesinde bu zam oranını tespit eden “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” üyeleri, altına imza attıkları asgari ücret ile geçinilebileceğine ilk önce kendilerini inandırmışlardır.

Her yıl aralık ayında açıkladığımız rakam, işçinin alın terinin karşılığı olmayacak ve sırtı herkesten fazla terleyen asgari ücretliyi, eline geçecek net ücret memnun etmeyecekse asgari ücretin mantığını bir düşünmemizde fayda var. Bu mantık devam ettiği müddetçe işçiye yüzde 20, yüzde 30’lar civarında zam yapsak da işçinin yarasına merhem olmayacak. Biz asgari ücretliye zam yapmadan önce, bu ülkede çalışan bir insanın kimseye muhtaç olmadan, insanca yaşayabileceği bir taban aylığı tespit etmemiz, sonra yıllık zammı konuşmamız gerekiyor. Zira bu zamlarla asgari ücretli belini doğrultamaz. Brüt ücret ile net ücret arasındaki farka bakınca, kıt kanaat geçinmeye çalışan ve belini doğrultamayan asgari ücretlinin sırtından devlet, iyi vergi kesiyor. Vergisiz olmaz. Zira devlet verilerle ayakta durur. Ama devlet, asgari ücretliden ziyade başka kalemlerden kaynak bulma arayışına girse daha iyi olur.

Sonuç olarak devleti yönetenler, devlet adına komisyonda yer alanlar, asgari ücretliden yüksek vergi kesintisi yapanlar ve işçi çalıştıran işverenler, tespit ettikleri ücret için önce bir empati yapmalılar. Kendileri bu ücrete -haydi insafsızlık yapmayalım- iki katı ücret ile geçinebilirler mi? Geçinsinler. Açıklanan asgari ücrete kimsenin itirazı olmaz.

***28/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.



26 Aralık 2019 Perşembe

İlk Rüşvetim Olacaktı

84-85 veya 85-86 öğretim yılı. Lise üç veya lise 4.sınıf öğrencisiyim. Yaz dönemi bir Kur'an Kursunda çocuklara cüz/Kur'an öğretiyorum. Geceleyin de aynı kursun yatılı kısmında kalan yatılı öğrencilere belletmenlik yapıyorum. Geçici bir iş olsa da ilk maaşımı buradan alacağım. Kursun finansman kaynağı bir vakıf idi. Vakıf bana aylık 20 lira vereceğini söyledi. (Paramızdan 6 sıfır atıldı. 80'den beri enflasyonlu hayatı yaşıyoruz. Kesin bir yirmi vardı ama  nasıl bir yirmi idi bilmiyorum.)

Akşam belletmenlik görevi yaparken Mersinli bir çocuğun babası geldi yanıma. Tanıştıktan sonra elini cebine attı. Cebinden bir elli lira çıkardı, bana uzattı. Bu ne dediğimde, "Çocuğum size emanet, ona göz kulak ol. Biraz ilgi ve alaka göster" dedi. Olur mu öyle şey! Kat o parayı cebine. Diğer çocuklar da bizim çocuğumuz. Başka çocuklara ne yapıyorsak sizin çocuğunuza da aynısını yaparız. Ayrıca biz burada yaptığımız bu görevden dolayı maaşımızı alıyoruz dedim. Parayı almam için üsteledi. Gönlüm/nefsim o parayı almam için bana çok baskı yaptı, iştahım kabardı. Ama kendime laf anlatamadım. Velinin verdiği para da fena değildi. Bana bir ayda verilecek maaşın 2,5 katı bir paraydı. İçim gitti ama parayı almadım. Sonra adam, birlikte çalıştığım diğer arkadaşın yanına gitti. Bana ettiği teklifi ona yaptı. Hasılı bana yar olmayan para ona yar oldu.

Parayı almış olsaydım bu paranın adı ne olurdu bilmiyorum ama eğer adı rüşvet ise bu benim ilk rüşvetim olacaktı. Ondan sonra gelsin paralar… Kim tutardı beni...Şimdiye köşeyi kaç dönmüş olurdum. Akılsız kafam! Gel de üzülme şimdi. Heyhat ki heyhat!

İkinci rüşvetime gelince...2011 veya 2012 yılı olsa gerek. Çalıştığım okul, şehrin sobalı tek okuluydu belki. Okula kalorifer döşensin diye az çabalamadım. Çalmadığım kapı kalmadı. Nihayet 25 bin lira bir ödenek temin ettim. Okula altı ayrı firma davet ederek doğrudan temin yoluyla teklif aldım. 27, 30, 35, 37, 40, 45 bin lira KDV hariç teklif veren oldu. En düşük teklifi veren firmayı çağırdım. Verilen teklifler içerisinde en makul teklif sizin teklifiniz. Fakat benim KDV dahil 25 bin lira param var. Eğer bu fiyata yaparım derseniz teklifinizi yenileyin ve iki firmadan daha teklif alıp getirin bana dedim. "Biz aslında bu fiyata yaparız, şayet bizden açıktan para istemeyeceksen" dedi. Ne parası? Benim tek derdim sınıflardaki sobadan kurtulmak ve okuluma kalorifer döşetmek dedim. "Ne bileyim, biz iş yaptığımız okul müdürlerine okulun diğer ihtiyaçlarında kullanmaları için açıktan 2-3 bin lira para veririz. Sen istemeyeceksen o zaman KDV dahil bu fiyata yaparız." dedi. Evrakı yenileyin, ihale sizin. Hayırlı olsun" dedim. El sıkıştık.

Okulumuza kalorifer döşendi. Ben o okuldan ayrıldım. Aradan yıllar geçti, müteahhidin telaffuz ettiği 2-3 bin lira para hiç aklımdan çıkmadı. O parayı alsaydım, ne kadarını okula harcardım bilmiyorum. Çünkü kayda küreğe geçmeyecek, müteahhit ile benim aramda bir para olacaktı. Gel de üzülme şimdi bu duruma…

Gördüğünüz gibi ayağıma kadar gelen iki parayı da geri teptim. İlkini alsaydım, arkası gelir. Belki de şimdi köşe olurdum. Bu durumda kime, ne diyebilirim. Taş atıp yorulmadan ayağıma kadar gelen fırsatları bu şekilde kendi elimle tepmiş oldum. Vah kafam vah!

Yönetimde Denetim *


Yönetim başlı başına bir sanattır. İnsan yönetimidir ne de olsa. Dünyanın en zor işidir insanı yönetmek. Bundandır ki her insan yönetici ve lider olamaz. Olursa da ağzına yüzüne bulaştırır.


“Plânlama, örgütleme, yöneltme, eş güdümleme (koordinasyon) ve denetim” yönetim sürecinin aşamalarını ifade eder. Planlama, örgütün amaçlarının ve bu amaçlara ulaştıracak yolların belirlenme sürecidir. Örgütleme, planların hayata geçirilmesinde görev yapacak kadronun oluşturulmasıdır. Yöneltme, yapının harekete geçirilmesidir. Koordinasyon, örgütün amaca ulaşabilmek için birbirleriyle yapacakları işbirliği ve aralarında çıkabilecek sorunları çözmek için sürdürülen çabalardır. Yönetim sürecinin işlevlerinden sonuncusu ise denetimdir. Denetim; “örgütsel, yönetsel ve ürünsel amaçlardan sapmaları önlemek için, örgütün işlemesini izleyip düzeltme sürecidir. Yönetim sürecinin kusursuz işlemesi, yönetimin her eylemine ilişkin geri bildirimi sağlayabilmesini gerektirir.”


Klasik yönetim anlayışının öğeleri diyebileceğimiz bu beş maddenin temelleri 19.yüzyılda atılmış, daha sonraki dönemlerde geliştirilmiştir. İster şirket ister devlet yönetimi olsun aynı amaç uğruna, birden fazla insanın çalıştığı her yerde bir yönetim vardır ve en az bu beş yönetim süreci her yönetimde olmalıdır. 

Yönetim sürecinin her aşaması önemli olmakla birlikte ben burada sürecin denetim öğesi üzerinde duracağım. Çünkü denetim, kontrol, hesap sorma ve hesap verme olmadan bir yönetim anlayışı başarılı olamaz. Çünkü denetimin olmadığı, varsa da ciddi yapılmadığı yerlerde kokuşmuşluk, bozulma baş gösterir. 

Bir kurum ve kuruluşta veya işletmede sonuç alıcı, ciddi bir denetimden söz edebilmek için orada çalışan insanların farklı düşünce yapısına sahip, işinin ehli insanlardan oluşması gerekir. Bir kurum ve kuruluşta farklı kafa yapısına sahip insanlar olursa bu kurum, ciddi bir denetim geçirmese bile o kurum kendi içinde kendi denetimini yapar. Çünkü herkes işine odaklanır. Kimse birlikte çalıştığı meslektaşına malzeme vermek ve malzeme olmak istemez. Amir amirliğini, memur da memurluğunu bilir. Ama bir kurumda tepeden tırnağa, aynı düşünce yapısına sahip insanlar görev yaparsa bu kurumda işler tıkırında gitmez. Yapılan iş ve işlemler sağlıklı yürümez, verim de alınmaz. Denetime gelen ciddi bir inceleme yapmaz veya yapamaz. Çünkü böyle yerlerde görev yapması için atananların her birisinin arkasında bir dayısı vardır. Yani işe adam değil, adama iş verilmiştir. Kimse bunlara diş geçiremez. Buralarda işler güven esasına dayalı yürür. Çünkü hepsi bizim adamımızdır. Adamımıza güvenmeyip de kime güveneceğiz?

Güven esas olmakla beraber asla kontrolü elden bırakmamamız gerekiyor. İkili, kişisel ilişkilerde güven ön planda olabilir ama devlet yönetiminde ve siyasette kontrol ön planda olmalıdır. İşini yapmayan, işini savsaklayan, kurumun amaç ve hedefleri doğrultusunda çalışmayan bedelini ödemelidir. Çünkü kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır.


Türkiye'nin bugünkü en büyük sorunu maalesef denetimdir. Her yere kendi kafa yapımızdan insanları doldurarak bir yere varamayız. Beklediğimiz başarı da asla gelmez. Bu anlayış, aynı zamanda insanlardaki adalet, hak ve hukuk kavramlarını da zedeler ve yok eder. Sonuç olarak denetim elzemdir. 

*07/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.