15 Mart 2019 Cuma

Akşam Paraya Kıyıp Bir Soğan Kestim

Akşam menüsünde baktım nohut yahni ve bulgur pilavı var. Dedim bunun yanında soğan iyi gider, şöyle acılısından. Hanıma soğan var mı dedim. Birkaç tane olacak dedi. Küçüğünden bir tane seçtim. Elime alıp tam keseceğim. İçimden bir ses "Ramazan! İyi düşünmüşsün. Zira bu yemeklerin yanında sofrada soğan yemek iyi gider, üstelik iştahını da açar. Ama soğanın fiyatından haberin vardır umarım. Mesela şu elindeki küçük soğan kaça geliyor biliyor musun? Şayet onu keser, yersen belki iştahın açılacak ama içinin yandığıyla kalmayacak, aynı zamanda cebini de yakacak" dedi.

İçim doğru söylüyordu. "Ramazan içindeki sesi dinle, iştah açacak diye geçici bir heves için yapma bunu. Şayet nefsine ket vuramayıp soğanı kesersen verdiği acıyla birlikte iştahın açılacak, yedikçe yiyeceksin. Ya Rabbi şükür deyip sofradan kalkacaksın. Ağzındaki soğanın verdiği acı geçer ama yarın soğan bitince eşin soğan alınacak derse midene oturur. Çünkü alacağın soğan reyonlarda cep yakıyor" dedim kendi kendime. Ama nasıl ki gönül ferman dinlemezse bir elimde soğan, diğerinde bıçak yarını düşünür mü? Kestim hemen. Bir öğünlük de olsa krallık krallıktı. Soğanı ikiye şaklayıp yarısını aldım. Diğer yarısını da az sonra yerim diyerek masaya koydum. Önüme de tuzu döktüm. Batırıp batırıp yiyeceğim. O da ne? Az sonra yerim diye masaya koyduğum soğanın yerinde yeller esiyor. Ağzına soğan almayan bizim bücür yarım soğanı alıp yemeye başlamıştı bile. Hayret ki hayret! Ucuzken soğanın yüzüne bakmayan bizim küçük şimdi soğan yiyor. Bu durumda ne diyebilirsin? Getir oğlum. Ben yiyeceğim, ben geldim gidiyorum, bir ayağım çukurda. Daha senin önünde uzun yıllar var. Sen soğanı ileride yersin. Hep böyle gidecek değil ya...hazar bu soğan bir gün ucuzlayacak demek geçti. Ama söyleyemezsin ki! Çünkü adın soğanı bile kıskanan babaya çıkar.

Neyse efendim! Sevincim kursağımda kaldı, iştahım kaçtı. Olanda bir hayır var dedim. Önümdeki soğanı yemeye başladım. Giden gitmişti artık. Birden de bitti soğan. Mübarek, pahalı olunca ne de çabuk bitti dedim kendi kendime.

Sofradan kalktım. İçimde buruk bir sevinç vardı. Nasıl sevinmem ki! Aylar sonra yemeklerin içine konan soğanın dışında soframız ilk defa bir soğan görmüş, felekten bir gün çalmıştım. Ama bu işin bir de yarını vardı. Çünkü elde kalan birkaç soğan bitecekti bir gün.

Akşam çayımı içtim, meyvemi yedim. Yatacağım ama midemde bir ağırlık var. Çok mu yedim. Hayır. Her zamanki gibi. O zaman ne bendeki bu ağırlık. Neyi hazmedemedi midem? Fazla düşünmeden sebebini buldum. Her günden farklı olarak bu akşam sadece soğan yemiştim. Demek ki aylardır sofrada soğan yüzü görmeyen midem kaldıramamıştı soğanı.

Sabah oldu. Haftalık ihtiyaçları karşılamak için semt pazarına gideceğim. Ama neye ihtiyaç var diye hanıma birden soramadım. Çünkü soğan yok, soğan alınacak dese mideme oturacak. Sonunda tüm cesaretimi toplayıp ne alınacak dedim. Bereket listede soğan yoktu. Bu hafta yetermiş. Soğanın kardeşi patates alınacakmış. Patates de fiyat yönünden soğandan geri kalır tarafı yok ama en azından soğandan biraz ucuz. Koşarak gittim pazara. Hafta bitsin istemiyorum. Çünkü korktuğum başıma gelecek, eve soğan alınacak.

Kitap Yüklü Merkeplere Ne Kadar Benziyoruz? *

Günümüzde eskiye oranla dini bilgisi artan insanımızın oranı oldukça çoğaldı. Eskiden bir konuda  dinin görüşünü öğrenmek için bir hocanın kapısı çalınırken şimdi hepimiz birer hocayız. Bana göre şöyledir, şöyle olmalıdır deyip dini konuda görüşümüzü serdetmeye başladık. Hatta görüşümüzü desteklemek için ayet ve hadis bile okuyoruz. Bazen de ayet ve hadisi yorumlayarak yerine göre müfessir veya muhaddis rolünü üstleniyoruz. Hızımızı alamayıp fetva bile verebiliyoruz. Çoğumuzun başvurduğu kaynak da google arama motorudur. Bu şekliyle durumumuz "Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder" sözüne tam uyuyor.

Çoğumuz yarım hoca rolünü üstlenmiş durumda iken bir kısım insanımız daha vardır ki bunlar, dini bilen ve her konuşmasını ayet ve hadisle süsleyen, konuşurken ağzından bal damlayan kimselerdir. Bunların dışında bir kısım insanımız daha vardır, bunlar dini referans olarak kullanmayan ve dine mesafeli olan kesimdir.

İster yarım hoca, ister dini bilen, ister dine mesafeli olalım. Hepimiz iyinin, güzelin, doğrunun ne olduğunu biliriz.  İstisnalarımız olmakla beraber çoğumuzda bir sorun var; dini biliyoruz veya bildiğimizi sanıyoruz ya da kendimizi düzgün birer kimse olarak görüyoruz. Fakat bildiklerimiz veya savunduğumuz din, birer söylemden ibaret kalıyor. Kısaca yaşama yok. Yani söz var, icraat yok. Bilgimiz yaşama geçmiyor. Bu durumumuz Tevrat’ın hükümleriyle yükümlü tutulup da onun hükümlerini yaşamayanların durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin hâline benzer." (Cuma 5) ayetine benzetilebilir mi? Çünkü bu ayette Allah bildiklerini yaşama geçirmeyenleri "kitap yüklü merkebe (eşeğe) benzetiyor." 

Bir eşek düşünün ki üzerine dünyanın en nadide kitaplarını yükleyelim, eşek bu kitapları hep sırtında taşısın. Bu kitapların eşeğe bir faydası olur mu? Olmaz, hatta üzerine yük bindiği için zararı bile olur. Bizim durumumuz daha doğrusu bildiğimiz doğruları yaşamayan bizler, tıpkı eşek gibi her türlü bilgiyi belleğimizde tutuyoruz. Farkı var mı bunun? Bence hiç farkı yok. Tek farkı eşek, sırtında taşıyor, biz ise belleğimizde. Ayet, Yahudi din adamlarını kastediyor, onlar hakkında gelmiştir. Bu ayet Yahudileri bağlar deyip kendimizi temize çıkaramayız. Allah, Yahudi din adamları böyle yaptı. Yani yapmaları gerekeni yapmadıklarından dolayı merkepliği hak etmişlerdir. Siz de böyle yaparsanız siz de eşek olursunuz demek istiyor. Zaten ayetteki "Tevrat'ın hükümleriyle yükümlü tutulup da" kısmını kaldırıp yerine "Kur'an’ın hükümleriyle" koyduğumuzda ayet bizi yüzde yüz bağlıyor. Teşbihte hata olmasın, sanki Allah bizim tabirimizle "Kızım, sana söylüyorum, gelinim sen anla" diyor. 

Hasılı, bildiğini yaşamayan bizlerde bu merkeplik hep baki mi kalacak? Biz eşeklikten hiç kurtulamayacak mıyız? Sanki bu görüntümüzle laftan, sözden anlamayan, ayetleri göz ardı eden bizlerde eşeklik baki gibi. Allah bildiklerimizle amil olmayı nasip etsin bize. Yoksa eşek gibi olmaya devam edeceğiz. Yaşayanları tenzih ederim.


*22/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

13 Mart 2019 Çarşamba

Niçin Siyasete Atılmıyorsun?

—Siyasete atılmayı düşünmez misin?
—Düşünmüyorum.
—Niçin?
—Ben yapamam. Bana göre değil.
—Niye yapanlar senden iyi mi yapıyor?
—Girince yaparsın bir şekil. Ama sorun siyasete girişte.
—Girişle ne alakası var?
—Geçmişin didik didik inceleniyor.
—Kim inceliyor?
—Rakiplerin.
—İncelesinler. Utanılacak bir geçmişin mi var?
—Şükürler olsun, utanılacak bir geçmişim yok.
—O zaman bu çekince neyin nesi?
—Öyle deme, siyasete atılınca hele bir de iddialı olursan pireyi deve yaparlar. Yeter ki bir gir, gününü gösterirler sana.
—Mesela?
—Mesela hayatımda ilk defa adliyelik oldum. 
—Hayırdır?
—Soyadımı değiştirdim.
—Senin soyadın Yüce değil mi?
—Evet Yüce.
—Hep Yüce idi zaten.
—Yüce idi. Bir gün senin soyadın Yüce oldu dediler. Ben de nüfus müdürlüğünü mahkemeye vererek yeniden Yüce soyadımı aldım.
—Yani Yüce iken yeniden Yüce soyadını aldın. İlginç gerçekten. Yalnız bu durum siyasete girmene engel değil ki!
—Değil biliyorum. Ama gel de sen onu siyasete girince anlat. Çünkü "Vay efendim, soyadını değiştirdi! Niçin değiştirdi bir sorun. Bakalım altından ne çıkacak? Kendisini gizlemeye çalışmış zamanında. Soyadını beğenmediği için değiştirmeye kalkmış. Aynı soyadı alarak  Yüce Türk adaletini boşu boşuna meşgul etmiş. Acaba bir miras meselesi mi var..."gibi sorular peşi peşine gelir. Gazetelerde sekiz sütuna manşet olur, TV'ler günlerce benim soyadım üzerinden tartışma yapar.
—Haklısın kardeş. Seninle ilgili başka bir konu gündeme getirirler mi?
—Getirirler. Yeter ki istesinler. Bulurlar.
—Mesela?
—Malumun ben öğretmenim. Zamanında öğrenciyle, veliyle sorunum olmuş olabilir. Öğrencimi çıkarırlar, kulağımı çekmişti dedirtirler. Ki çekmiş de olabilirim. Adımı dayakçı öğretmene çıkarırlar. 
—Hasılı, benden siyasetçi olmaz diyorsun.
—Aynen...