28 Ocak 2019 Pazartesi

Sigarayla Topyekûn Mücadele *

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş yaptığı açıklamada "Bu sene hac ve umreye görevli olarak gidecek din görevlilerini seçerken sigara içmeyenlerin tercih sebebi olacağını, önümüzdeki yıllarda ise sigara içenlerin hac ve umreye görevli olarak götürülmeyeceğini, hatta sınava bile giremeyeceklerini, belki de ileride sigara içenlerin din görevlisi olarak tercih edilmeyeceğini; sigaranın birçok âlime göre haram olduğunu, kendisinin de aynı görüşte olduğunu" söyledi.

Yaptığı bu açıklamayla Sayın Erbaş, camiasında sigara içen personelini sigarayı bırakmaya özendirmek istediği anlaşılmaktadır. Başarabilirse doğrusu da budur. Çünkü sigara ile din görevliliği yan yana gelmemeli. Aslında Erbaş'ın sigara konusundaki bu hassasiyeti bir devlet politikası haline gelmeli. Yani sigarayla topyekûn bir mücadele başlatılmalı. Kamuya eleman alımında sigara içmeme tercih nedeni olmalı. Fakat devletten böyle bir şey yapması beklenebilir mi? Şahsen ben beklemiyorum. Çünkü bizim devlet bir şeyle topyekûn mücadele etmez, yani bataklığı kurutma gibi bir derdi bugüne kadar hiç olmadı. Tek yaptığı Yeşilay'ı kurarak sigarayla mücadele eder, kamu spotu hazırlatır, kapalı yerlerde sigara yasağı koyar. O da pek uygulanmaz. 18 yaş altındakilere sigara yasağı koyar. Nedense 10-12 yaşındaki çocuklar sigaraya başlar. Sigarayı nereden, nasıl alırlar bilinmez. Yani mücadele eder gibi görünür.

Devletin aklına tütün ektirmemek, sigara fabrikası kurdurmamak, sigara ithalatına için vermemek, kaçak sigaranın ülkeye girişine izi vermemek vs gelmiyor. Çünkü devlet topyekûn mücadeleyi sevmiyor. Ya gücü yetmiyor, ya da samimi değil. Belki ikisi de var. Çünkü sigara sektörü buna izin vermez. Diyelim ki her şeye gücü yetti, başardı. Sonra devlet ne iş yapacak? Devlete iş lazım değil mi?

Gördüğüm kadarıyla devlet ipe un seriyor, bataklığı kurutma yerine sivrisinekle mücadele ediyor. Halbuki devletin başta çocuk ve gençler olmak üzere tüm vatandaşlarının sağlığını koruma gibi bir görevi var. Bu görev sadece Diyanet İşleri Başkanının kendi personelini korumaktan ibaret değildir.

Konu sigaradan açılmışken bu konuda devletiyle, milletiyle topyekûn bir mücadele başlatalım. Devlet sigarayla mücadelesinde samimi olsun, en büyük desteği sigara tiryakileri verir. Çünkü zevkten veya kederden sigaraya başlayıp bağımlı hale gelen nice insanımız bu meretten kurtulmak ister. Bakmayın siz tiryakilerin biz sigarayı bırakamayız dediklerine. Hemen hemen hepsi bu bataklıktan kurtulmayı canı gönülden istiyor.

*30/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Ocak 2019 Cumartesi

Geçmişinle Yüzleş! ***

—Efendim demokrasiye falan inanmıyorum artık!
—Niye ki?
—Kaç nesil geçti, partim bir türlü iktidar yüzü görmedi. Böyle giderse torunlarımın torunları da göremeyecek. Müzmin muhalif olmaya devam ediyoruz.
—Çalışmanız yeterli değil demek ki!
—Ne alaka? Didinip çırpınıyoruz gece gündüz durmadan.
—Partinizin görüşlerini halk tasvip etmiyor olabilir mi?
—Tüm haksızlıklara karşı çıkıyoruz. Mesela adalet yürüyüşü yaptım. Bayram-seyran demeden km'lerce yürüdüm. Kim yürür benim kadar.
—Ekibinde mi iş yok acaba?
—Türkiye'nin en okumuş ekibi, hatta seçmeni de bende.
—Halkta karşılığınız yok o zaman.
—Efendim! Türkiye'nin kurucu unsuruyuz, biz Türkiye'yiz. Nasıl karşılığımız olmaz?
—Güven sorunu olmalı.
—Benden güvenilir insan mı olur? Çalmadım çırpmadım.
—Halkın değerleriyle aranız nasıl?
—Fena değil. Son yıllarda meydan ve salon toplantılarında okumadığım ayet, hadis kalmadı. Cuma ve cenaze namazlarını da kaçırmıyorum. Partimi dönüştürmeye çalışıyorum. Karşı mahalleden siyasilere yer veriyorum. Daha ne yapabilirim ki?
—Mesajlarınız büyük kitlelerde karşılık bulmuyor anlaşılan. Demek ki hitap ettiğiniz kesimin verdiği oy, sizi iktidara taşımaya yetmiyor.
—Bunu da aşmak ve geniş kitlelerden oy almak için denemediğim yol kalmadı. Çatı aday çıkardım olmadı. Birkaç partiyi bir araya getirerek ittifak kurdum, olmadı. Ülkenin tüm farklı kutuplarıyla dirsek temasına geçip iktidara yürümek istedim, yine de iktidarı devralamadım. Bu iktidar yürüyüşü bana Ankara-İstanbul arası yürümekten daha zor geliyor.
—Anladığım kadarıyla siz seçmenin oyunu almak için her fırsatı değerlendiriyorsunuz ama seçmen yine de size yetki vermiyor. 
—Öyle!
—Siz hiç geçmişte bu ülkede iktidar oldunuz mu?
—Olduk. Hem de uzun yıllar... Ama biz iktidarı bıraktıktan bu yana yarım asrı geçti.
—O zaman nasıl iktidar olmuştunuz?
—Rakibimiz yoktu. Çünkü tek partiydik. Çok partili sistem bize yaramadı anlayacağın.
—Demek ki kötü bir iz bırakmış partiniz. Halkın size yetki vermemesinin nedeni bu geçmişiniz olmasın. Belki de sizin yumuşak karnınız geçmişinizdir.
—Ama bu geçti gitti. O gün iktidar olup ülkeyi yönetenler öldü gittiler. Sonra güzel hizmetler de yapıldı.
—Güzel hizmetler yapılmış olabilir. Ki böyle olsa halk yapılan iyiliği kolay kolay unutmaz, kötülüğü de unutmaz. Demek ki o zamanın halkı sizin tasarruflarınızdan pek memnun kalmamış. Bu geçmişinizle hiç yüzleşmeyi düşündünüz mü?
—Ama geçmişi o günün şartlarına göre düşünmek lazım.
—O günü savunuyorsun.
—Başka ne yapacaktım?
—Bence siz o sırtınızda taşıdığınız yükten kurtulmalısınız. Geçmişimiz diyerek hatalarınızı savunursanız bu halk size prim vermez. 
—Ben bu ülkede iktidar olmak istiyorum. Bu durumda gelemeyecek miyim?
—Gelirsiniz efendim. Bu halkın kimseye önyargısı yok. Kimleri getirdi, kimleri götürdü. Yapacağınız tek şey, geçmişinizle samimi bir şekilde yüzleşmek. Halkın karşısına geçip "Bizim partimiz geçmişte şu şu yanlışları yapmıştır. Bunlar bizim yanlışlarımızdır. Partimiz geçmişte halkın değerleriyle mücadele etmiştir. "Biz bugün o yanlışları reddediyoruz. Yapılan bu yanlışlardan dolayı mağdur ettiklerimizden özür diliyoruz" demelisiniz. Bu dediklerinizde samimi olduğunuza inanırsa halk size koyduğu iktidar rezervini kaldırır, size iktidar yolunu açar.
—Olur mu dersin?
—Bu durumda başka seçeneğiniz yok gibi.  

***31/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Tek Giyimlik Elbiselerimiz *


Bir mesele var ki kapalı kapılar ardında dillendirilse de alenen pek konuşulmaz. Zira konuşan yanar. Daha doğrusu yakarlar. Gizemli gizemli konuşma, ağzındaki baklayı çıkar dediğinizi duyar gibiyim. Çıkarırım çıkarmaya. Zira bende bakla ıslanmaz. Ama bu durumda beni yakmış olursunuz. Evlilik ve evlilik aşamalarında adaylardan gelin ve gelin adaylarının giydiklerini konu edinmek istiyorum.

Her devirde düğünler masraf mı masraf bu ülkede. Bu işe kalkan sıfırı tüketir. İşin sonunda yeni bir ev kurulacak, masraf olacak elbet. Burada ev kurmak amacıyla çiftin ihtiyaçlarından bahsetmeyeceğim. Bunlar olmazsa olmazdır, alınacak. Benim derdim gelin ve gelin adayının bir defa giyip çıkarıp attıklarıdır. Aslında atılmıyor. Bir defa giyip bir daha giyilmeyecek şekilde gardırop veya çeyizlik sandığına konuyor ve hayat boyu saklanıyor. Sen öbür dünyaya gidersin, bunlar hatıra olarak kalır. Bunlar: Ağız tadında giyilen elbise, nişan elbisesi, abiye, gelinlik elbisesi ve gelinliğin altına giyilen ayakkabı vs. Gerçi gelin elbisesi çoğu zaman kiralanır ve düğünden sonra gidip teslim edilir. Ama kirası satın almak gibidir. Ha almışsın, ha kiralamışsın. Yine bunlar pahalı mı pahalı. Yeter ki gelin kızımız beğensin.

"Hayda... Giymeyecek mi, seninki de laf yani! Bu saydığın şeyler her kızın en önemli günlerinde giymeyi hayal ettiği elbiselerdir. Zira hayatında bir defa evlenir, en mutlu gününde giymeyip de ne zaman giyecektir? Bu konu şakasından bile olsa asla mevzubahis edilemez" dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Alınacak, alınmalı, almak zorundasın. Çünkü örf ve adetlerimiz böyle der. Ne kriz, ne fakirlik, ne de yokluk dinler. Zira bunlar, kız ve kız evinin kırmızıçizgisidir.

Kına, nişan, gelinlik, abiye, gelinliğin altına giyilecek ayakkabı israf dersen kim inanır. Zira bizde israf deyince akla ekmek israfı gelir sadece. Kimse bu alınanları israf olarak görmez, göremez. Kazara yazık, israf de; Müslümanlığın sorgulanır. Ardından ince düşünmeyen, anlayışsız biri ilan edilirsin.

Neyse bu kadar anlayışsızlık yeter, bende de hiç ummadığınız kadar bir incelik olduğunu göstermemin zamanı. Her genç kızın düşü olan bu tek giyimlikler alınsın ve giysinler. Biz de alalım. Burada istediğim tek giyimlik olan bu elbiselerin sair günlerde de giyilecek şekilde revize edilmesi. Kızlarımız hatıralarını gözden ırak yerlerde yaşatacaklarına üzerlerine giyerek yaşatsın ve eskitsinler. Böylesi daha faydalı olur diye düşünüyorum, israf da olmaz üstelik.

Biliyorum bu önerimi düğün sektörüne hitap eden  ve bu işten ekmek yiyen firmalar beğenmeyecektir. Varsın beğenmesinler. Zira bu öneriyi herkes beğensin diye bir düşüncem yok. Zaten herkesi memnun edemeyiz. Ama düşünmeye değer.

*20/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.