6 Aralık 2018 Perşembe

Nihayet Belediye Başkan Adayı Oldum! *

2019 Mart'ında yapılacak mahalli seçimlere az bir zaman kala partilerin belediye başkanları peyderpey belli oluyor. Adaylığı belli olan belediye başkan adaylarının sevincine diyecek yok. Nasıl sevinmesinler ki? Partili rakiplerinin arasından tatlı bir rekabet sonucu adaylıkları kesinleşti. Bir de belediye başkanlığını kazanırlarsa keyiflerine diyecek olmaz.

Adaylığın belli olmuş gibi konuşuyorsun diyebilirsiniz. Kaldırın ayağınızı! Çünkü tam üstüne bastınız. Zira ben de belediye başkan adayı olarak ilan edildim. Bende de bir sevinç bir sevinç! Nasıl sevindiğimi anlatamam. Bu durumu ancak yaşayanlar bilir. 

Adaylığımdan kimsenin haberi yoktu. Daha doğrusu benim de. Çünkü herhangi bir partiye aday adaylığı müracaatım olmamıştı. Tek yaptığım belediye başkanı olmak için aday adaylığı müracaatı yapanların aday olarak isimlerinin açıklamalarını beklemeleri gibi adaylık müracaatım olmamasına rağmen bir yerden "Belediye başkanı adayımız sensin" diye bir açıklama beklentisiydi bendeki. Herkes gibi ben de beklemeye koyuldum sadece. Kimler yoktu ki adaylar arasında! O kadar kelli felli adaylar vardı ki onların yanında benim esemem bile okunmazdı. Her biri aday olarak isminin açıklanmasını bekliyordu. Ama ipi ben göğüsledim. Çünkü partim onları değil, beni seçmişti. Sensin bizim adayımız demişti.

İyi de sadece adaysınız. Belediye başkanı değilsiniz, daha seçimde rakiplerinle yarışacaksınız diyebilirsiniz. Tamam, doğru söylüyorsunuz. Ama hesaba katmadığınız bir durum var: Aday olduğum yer partimin kalesi. Yani şimdiden belediye başkanıyım anlayacağınız. 

Adaylığım açıklanır açıklanmaz birkaç kişi dışında hayırlı olsun diyen olmadı. İsabetli oldu diye bir telefon açan olmadı. Demek ki ne olur ne olmaz deyip ihtiyatlı davranıyordu herkes. Bir de beklentileri gerçekleşmeyince yani kendileri tercih edilmeyince beni hazmedemediler sanırım. Ya da belediye başkanlığı kime kaldı, şehrimiz bir beş yıl daha kaybetti dediler sanki. Siyasette olurdu böyle şeyler. Herkes yavaş yavaş alışacaktı zamanla. Duracak zaman değil deyip araziye çıktım hemen. Şoförüm kapıdaydı şimdiden. Şoför beni mevcut belediye başkanının başlattığı kaldırım hizmetlerini yerinde görmem için "Verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz" tabelasının olduğu yere götürdü. Mevcut başkan yani birkaç ay sonra sabık başkan olacak kişi damperli bir arabanın arkasından buraya dök, buraya diye bağırıyordu. Kamyon geri geri gelerek içindeki kumu kaldırımın içine boşalttı. Ardından silindir devreye girdi. Dökülen kumu kaldırımın içine bir güzel yaydı. Belediye başkanı şuraları iyice kapat, kırık yerler görünmesin diyordu gür sesiyle. Anlaşılan seçim öncesi hummalı bir çalışma vardı. Benim de ne yapacağım şimdiden belli olmuştu. Kaldırımları tepeden tırnağa yenileyecektim. Yani hiç anlamadığım inşaat işleri. Daha koltuğa oturmadan adaylık sürecinde işe koyulmuştum.

İyi de nereden aday oldun, onu söyle  bari derseniz inan nereden aday olduğumu ben de bilmiyorum. Çünkü hanım  geldi, kalk okula gecikeceksin dedi, beni uyandırdı. Rüyaymış meğer benim gördüğüm. 

Hasılı rüyada bile olsa biraz adaylık süreci yaşadım. Hanım kaldırmasaydı belki de az sonra o koltuğa oturacaktım. Sevincim kısa sürdü anlayacağınız. Rüyam devam eder mi diye tekrar uyumaya çalıştım. Çünkü güzel bir rüyaydı gördüğüm. Başkanlıktan eser yoktu hiç. Sonunda moralim bozuk bir şekilde giyinip okulun yolunu tuttum.

* 08/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

İkisi de Aynı Anne ve Babanın Çocuğu

Aynı anne ve babadan olma biri erkek, diğeri kız iki kardeşten birinin 7.ve 8. sınıfta, diğerinin 6.sınıfta olmak üzere bir yıl arayla derslerine girdim. 

Bu sene dersine girdiğim kız kardeşin soyadını görünce geçen sene mezun olan falan neyin olur dedim. "Benim mi? Ağabeyim" dedi. Belli etmedim ama şaşırdım doğrusu. Hafifçe gülümsedim. "İkisi de aynı anne ve babanın çocuğu. Biri Hanya ise diğeri Konya" dedim içimden.

Nasıl şaşırmazsın ki? Ağabeyi olan erkek kısa boylu olmasına rağmen sınıfın en arkasında oturan, derse defter-kitap getirmeyen, derste gözü olmayan, dersi nasıl kaynatırım hesabı yapan, tüm öğretmenlere illallah dedirten ve notları yüksek olmayan, kakalamaca sınıf geçirilip mezun edilen biri. Kız kardeş ise sınıfın en önünde oturan, dersi en güzel şekilde dinleyen ve yapan, sadece benim dersimde değil, tüm derslerde başarılı olan, hatta 6.sınıflar arasında yapılacak olan "Haydi Bil" yarışmasına aday adayı seçilen, verilen görevi en güzel şekilde yerine getiren, sorumluluk verildiğinde sorumluluktan kaçınmayan, derslerde pozitif enerji veren, hanım hanımcık biri. 

Küçük kız kardeşi görünce hep moral bozan, Allah anasına-babasına yardım etsin dediğim ağabeyi gözüm önüne gelir. Allah aileyi oğlanla üzerken bu kızla sevindirmiş diyorum. Taban tavana zıt bu iki farklı dünyanın insanını düşündükçe "Acaba bu iki kardeşten biri hastanede doğum esnasında değişmiş olabilir mi" diye düşünmedim değil. Ama mümkün değil. Biraz dikkatli bakınca başarı ve huy yönünden birbirine benzemese de hem fiziken, hem de renk yönünden birbirlerine çok benziyorlar. Bunlar kardeş dersin. 

Aynı ailenin birbirine benzemez taban tabana zıt bu iki kardeş bana beş parmağın beşi de bir olmaz sözünü hatırlattı. Nasıl ki beş parmağın beşi de bir olmuyorsa aynı anne babanın çocukları da bir olmuyormuş meğersem. Geleceği bilemem, oğlan ve kız ileride nasıl olurlar bilemem ama gidişat ve görüntü oğlan aileye çektirir, tıpkı bize çektirdiği gibi. Kız da hep yüz güldürür. 

Hayattan edindiğim tecrübeye dayanarak söylüyorum: Allah ailede biriyle üzüyorsa diğeriyle sevindiriyor. Tıpkı bu ailede olduğu gibi. Allah -kız olsun, erkek olsun- evladın hayırlısını versin, acılarını göstermesin. 

Üç Yıl *


Bundan tam üç yıl önce tarihinde hiç yazma tecrübem yok iken gazetemiz tarafından yapılan bir teklifle gazetemizde yazmaya başlamıştım. İlkyazım “Başlarken” başlığıyla 09 Aralık 2015 Çarşamba günü yayımlanmıştı. İlk önce haftada bir, derken sonra üçe, ardından dört gün yazmaya devam ettim.  Dün-bugün derken tamı tamına üç yılı dün itibariyle doldurdum. Gazetemizin 6.sayfasının gediklisi oldum.

Yazmaya ilk başlarken “Olur mu, yazabilir miyim” endişem vardı. Her geçen gün kendime güvenim geldi ve içimdeki o endişe yok oldu. İlk yazımda neyi yazacağım soruma kendim cevap vererek “Neyi dert ediniyorsam onu” demiştim.   Bugüne kadar toplam 424 yazım çıkmış gazetemizde. Gerçekten neyi dert edinmişsem kendi üslubumca yazdım. Şunu da yazsaydım, bir türlü yazamadım dediğim bir konu olmadı. Kınayanın veya kınayacak olanın kınamasına aldırmadım. Yazarken de kimseden bir beklentim olmadı. Şunu yazarsam fincancı katırlarını ürkütür, gazeteden veya camiamdan tepki çeker miyim endişesini hiç taşımadım. Bu konuda sahibinden, Yazı İşleri ve Genel Yayın Müdürüne kadar gazetemiz desteğini hiç esirgemedi benden.

Yazılarımı ilk önce kendi mütevazı sayfam olan “dilinkemigiyok.blogspot.com” adlı bloğumda yayımladım. Bloğumda şu ana kadar 2040 yazım olmuş. Buradan seçtiklerimi gazetemize gönderdim. Gazetede yazı çıkar çıkmaz sosyal medyada yazılarımı paylaştım. Hem kendime ait sayfam hem de gazetedeki köşem adı üzerinde mütevazı bir köşe benim için. İçimi dağarcığım muvacehesinde döktüğüm yerler oldu benim için.

Okunan biri miyim? Açıkçası kendi bloğumun dışında ne kadar okunduğumu bilmiyorum.  Hoş okunsun diye yazmıyorum zaten. Zira kimse okumasa da içimi döküyorum buralara. Nasılsa niçin yazıyorsun? Yeter artık diyen yok. Yazımı okuyanlarla karşılaştığımda zaman zaman tasviplerini iletenler olmuyor değil. Tenkit ve eleştiri de almadım bugüne dek. Bu demektir ki ya okunmuyorum; çünkü ilgi çekmiyor. Ya okunuyorum; görüşlerim tasvip gördüğü için “Sükût ikrardandır” sadedinde tepki verilmiyor. Ya yazdıklarım tasvip görmüyor: Bu adam iflah olmaz biri, bir şey söylemeye gerek yok deniyor. Ya da hiç okunmuyorum, kendi yazdığımla kalıyor. Problem mi? Değil benim için. Yazmak en iyi dost çünkü! Tıpkı kitaplar en iyi arkadaş olduğu gibi.

Yazmak kim, ben kim? Ama en azından “Koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi olurum” parolasıyla çıktığım bu yolda gücüm yettikçe, nefesim elverdikçe, kelime dağarcığım yeterli oldukça, gazetemiz “Buraya kadar, haydi başka kapıya” demediği müddetçe inşallah yazmaya devam edeceğim. Kurtulamayacaksınız anlayacağınız.

Bundan önce olduğu gibi Allah yazdıklarımla amel etmeyi, hep doğruları yazmayı bana nasip etsin, birlik ve dirliğimizi bozmasın, dermansız dert vermesin. Yarınlarımız bugünden daha iyi olsun.

* 10/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.