5 Aralık 2018 Çarşamba

Alın Bu Çocuğu Eğitin, Ben Sizin Alnınızdan Öpeyim!

Öğretmenler odasında otururken Fen Bilimleri öğretmeni geldi yanımıza. Oturdu. Yüzünde bir tedirginlik vardı. Hoş-beşten sonra yavaş yavaş açıldı: "Nasıl eğiteceğiz? Bunlara her şeyi öğretsek ne olacak, eğitemiyoruz" dedi. Dertliydi belli ki! Yüzündeki tedirginlik de böylece anlaşılmış oldu. Hayırdır, ne oldu dedik.

“Derse girdiğim esnada en önde oturan öğrenci yediği yiyeceğin ambalajını yere atmış veya sıranın gözünden düşürmüş.  En önde olduğu için dikkatimi çekti. Düşürdün, al onu dedim. İçi boş dedi. O zaman al, çöpe atıver dedim. Hiç istifini bozmadı, almam der gibi oturmasına devam etti. O zaman yerden al, bana ver, ben atayım dedim. Çocuk yerden aldı, bana verdi. Ben de çöpe attım. İşin ilginci bu duruma 40 kişilik sınıftan hiç tepki gelmedi” dedi.

Bu olay 7.sınıfta meydana gelmiş. Dersin öğretmeni de öğretmenliğin hakkını fazlasıyla veren duyarlı ve sakin biri. Kendisiyle zaman zaman başka konuları mevzubahis eder ve kendisini daima takdir ederim. Kendisine bu olayın ardından hiç sinirlenmeden, kimseye bir şey demeden ve hiçbir şey olmamış gibi ders işlemeye devam ettin mi dedim. Evet, başka ne yapacaktım ki dedi.

Olay aynen bu şekilde cereyan etmiş. Bereket öğretmen "Sen yerden al, ben atayım" dediğinde çocuk "Ben alamam, kendin al dememiş." Lütfedip yere eğilmiş, gönülsüz de olsa alıp öğretmene vermiş.

Atan öğrenci büyük biri değil, daha çocuk! Bu çocuk, bu yaşlarda, bu sıralarda eğitilmeyecek de ne zaman eğitilecek? Ağaç yaşken eğilir atasözünü ağzımızdan düşürmeyen bizler daha bu yaşta bu çocuğu eğemiyorsak büyüyünce nasıl eğeriz? Sahi siz öğretmen olsaydınız bu durumda ne yapardınız? Bu çocuğa nasıl davranırdınız? Öğretmenimiz, öğrencisi adına alıp çöpe atmış ve güzel bir örnek olmuş. Daha başka ne yapabilirdi? Eğer siz bu çocuğu eğitebilirseniz sadece şapka çıkartır ve alnınızdan öperim.

Çocuk kimdir, nasıl biridir, nasıl bir ailenin çocuğudur bilmem. Belki de öğrenci derslerinde başarılı biridir. Çocuk ortamdan veya ailesinden etkilenmiş olabilir. Belki ailesi onu okula gönderirken "Sen hizmetli değilsin, o işi bir başkası yapacak. Sen sadece derslerine odaklanacaksın. Hizmetliler bizim vergilerimizle görev yapıyor. Eğer öğretmenin sana mıntıka temizliği yaptırırsa asla yapmayacaksın. Ben sana para vereceğim, sen kantinden alıp yiyeceksin ve yediğinin ambalajını olduğun yere atacaksın, hiç keyfinden ödün vermeyeceksin" dedi. Bu kısmı bilmiyoruz. Belki de ailesi çocuğunun bu yaptığını duyunca "Böyle bir şeyi nasıl yapar? Biz böyle yetiştirmedik" diye çocuğuna tepki gösterecek. Velinin bakışı nasıl olursa olsun orta yerdeki bu mevcut durum geleceğimiz adına esef verici bir durum maalesef.

Yediğini çöp kutusu yerine yere atan bu tip öğrenciler yanında yediğini çöpe atan, hatta başkasının attığını yerden alıp çöpe atan öğrencilerin sayısı da az değil. İşin mutfağında olan bizleri biraz teselli eden  de bu tür öğrencilerdir.

Asgari Ücretliye İnsanca Yaşayabileceği Bir Ücret Tespiti Yapılmalı! *

Beş işçi, beş işveren, beş de devlet temsilcisi olmak üzere toplam 15 kişiden oluşan Asgari Ücret Komisyonu 6 Aralık'ta ilk toplantısını yaptı. Belli aralıklarla bir araya gelecek olan komisyonun aralık ayının son haftasına kadar vereceği karar Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra kesinlik kazanacak. Bu karar gereğince 7 milyon asgari ücretle çalışan işçi 2019 Ocağından itibaren yeni orandan zamlı maaşlarını alacak.

İki yılda bir toplanan Asgari Ücret Komisyonu, toplanmadan önce başta işçi kesimi olmak üzere birçok kesim tarafından büyük bir beklenti içerisine girilir. Acaba bu defa iyi bir ücret tespiti yapılır mı umudu taşınır. Bu yıl toplanacak komisyondan işçinin beklediği bir müjde çıkar mı? İşveren temsilcilerinin "Asgari ücret tespiti için bu yılın enflasyon rakamlarını değil de 2019 yılı yılsonu hedeflenen enflasyonunu hesaba katalım" tekliflerini yaptıklarını göz önüne alırsak bu Asgari Ücret Komisyonundan iyi bir ücretin çıkmayacağını anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Anladığım kadarıyla işçinin bir umut bu sene belki olur beklentisi bir başka bahara kalacak görünüyor. Çünkü işveren temsilcileri "Eylül ayından itibaren kalkan yüz liralık devlet desteği için şimdiden kendilerine yüz de beş bir yük getirdiğini" açıkladıklarına göre komisyonda işveren temsilcileri kılı kırk yaracak, işçiye nasıl vermeyiz hesabı yapacaklar. Görülen o ki yüzde yirmi-yirmi beşlerde dolaşan enflasyon oranı kadar bile  bir iyileştirme düşünmüyorlar.

İşveren temsilcilerinin açıklamalarına işçi temsilcileri de "Asgari ücret en az 2000, 2500, 2800 lira olmalı" açıklamaları yapıyorlar.

İşçi ne isterse istesin ipin ucu işveren temsilcilerinin elinde. Şimdi böyle, geçmişte de böyleydi. Bu komisyon dağılımıyla ve bu bakış açısıyla bu komisyondan işçiye insanca yaşayabileceği bir ücret maalesef çıkmayacak. Bence işçi temsilcileri bu ortamda hiç teklif telaffuz etmesin. Sadece yapacakları "2018'de bir işçinin aldığı net 1603 lira ile siz işverenler bir ay değil, bir hafta geçinebilirseniz biz sizden  bir kuruş zam istemeyeceğiz" demeleridir. 

Ben işveren falan değilim ama bir işveren olsaydım işçime insanca yaşayabileceği bir ücreti layık görürdüm. Daha doğrusu kendimi bir empatiye tabi tutar: "Ben işçime vereceğim bu zam veya maaş ile kendim bir ay geçinebilir miydim" derdim. Ortalama kiraların 1000 lira olduğu günümüzde 1603 lira alan bir işçi dört kişilik ailesini nasıl geçindirir, bir ay boyunca ne yer ne içer, ay sonunu nasıl getirir? Bu işçilere yüzde elli zam bile versek değişen ne olur? 

Devletiyle, milletiyle ve işvereniyle işçiye verirken oran hesabı yapmadan insanca yaşayabilecekleri bir rakamı telaffuz etmemiz lazım. Bugün bu ülkede üreten, üretirken sırtı terleyen, aldıklarından fazlasını katma değer olarak veren bu emekçilere vermeyip de kime vereceğiz? İşimizi, işyerimizi, makinemizi, yani geleceğimizi teslim ettiğimiz bu gariban kesime vermekten  niçin kaçınıyoruz? Unutmayalım ki çalıştırdığımız işçiyi memnun edersek bu işçi bize fazlasıyla kazandırır, malımıza mal katar. Aramızda toplumsal barışa katkı sağlamış oluruz.

Haydi işverenler! Şu kadar verirsek maliyetler şu kadar artar, enflasyon azar hesabını bir tarafa bırakın, elinizi vicdanınıza koyun, işçimize insanca yaşayabileceği bir ücret takdir edin.

*07/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

İster misiniz Devlet Bir de Atık Poşet Bedeli Alsın? ***


Doğaya ve sağlığımıza verdiği zarardan ötürü naylon veya plastik poşetlerin normal şartlarda hiç üretilmemesi ve piyasada olmaması gerekir. Zararlı olduğu bilinmesine rağmen yıllar yılı naylon poşetlere alıştık, alıştırıldık. Poşet kullanımını azaltmak, tüketiciyi bilinçlendirmek ve caydırıcı olsun diye çıkarılan yasa ile poşetler 1 Ocak 2019'dan itibaren poşetlerin beheri marketlerde 25 kuruşa satılacak. 

Poşet deyip de geçmeyelim. Yılda kişi başı ortalama 440 poşet kullanıyormuşuz. Uygulama ile 40 poşete indirme hedefleniyormuş. 25 kuruşa satılacak poşetler ne derece caydırıcı olacak? Bunu da kullanıma başladıktan sonra anlayacağız. Parayla alınacak poşetleri kullanımında daha dikkatli olacağımız kesin. Fakat tam çözüm olacağı kanaatinde değilim. Çünkü zararlı da olsa poşetler bizim elimiz-kolumuz. Hem market alışverişini koyar, hem de evde oluşan çöpleri çöp kutusuna atmak için kullanıyorduk. Yine bir eşyayı tamire götürmek için poşetlerden faydalanıyorduk. Keşke parayla satma yolunu denemeden önce naylon poşetin işlevini görecek çevre dostu alternatif ambalajlar üretip piyasaya sürebilseydik. Elimizde kullanabileceğimiz fazla bir alternatif olmadığı için paralı ve zararlı da olsa öyle zannediyorum plastik poşetleri zorunluluktan yine kullanmaya devam ederiz gibi geliyor bana. Bu da tüketiciye az da olsa artı bir yük getirecektir. Firmalar bedava verdiği poşetten para kazanacak. Hatta devlet de kazanacak bu uygulama ile. Olan dar gelirliye olacak. Yani fatura vatandaşa çıkarılacaktır.

Bereket devlet şimdilik bu zararlı atıkla mücadeleyi öngörüyor. Umarım bu işi ticarete dönüştürmez. Çünkü devlet bazen nereden, nasıl vergi koyarım hesabı yapar. Suda yaptığı gibi! Nitekim önceleri sadece kullanılan suyun bedelini alan devlet -kim akıl verdiyse- son yıllarda kullandığımız suyun bir de atık bedelini alıyor kaç yıldır. Hâlbuki kullandığımız suyu zorunlu olarak atacağız. Başka ne yapabilirdik ki? Devlet attığımız suyun da hesabını yapıyor ve hesabımıza yazıyor. Anlayacağınız sineğin yağı gibi bir şey bu. Aynı su işinde olduğu gibi yarın devlete biri akıl verirse bakarsınız devlet "Atık Poşet Bedeli" adı altında yeni bir vergi türü icat edebilir. Neden olmasın? Poşeti ne yaptın diye sorabilir. Devlet bu! Eşeğin aklına karpuz kabuğunu getirmede olduğu gibi yeter ki devlete biri bunu akıl versin. 

Devlet, atık su bedelinde olduğu gibi yarın bir de "Atık Poşet Bedeli" adı altında vatandaşa yük çıkartırsa bize düşen devlete bu aklı verene rahmet okumak olacaktır. 

*** 08/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.