2 Eylül 2018 Pazar

Makul Zamma Evet, Fahişine Hayır! *


90 yılından beri esnaflık yapan bir arkadaşımı 2006-2007'lerde dükkanında ziyaret etmiştim. Çayımızı yudumlarken işlerin nasıl arkadaşım diye sordum. "Keremine şükür! Eskiye oranla daha az kazanıyorum. Ama kazancım şimdi helal" dedi. Ne demek bu dedim. "Özellikle Ecevit zamanında fiyatlara hemen hemen her gün zam koyup satıyorduk. Vatandaş nasılsa yarın yine zam gelecek der ihtiyacını alırdı. Çünkü piyasa çok oynaktı, enflasyon ise çift hanelerde dolaşıyordu. Fahişine satış yaptım. İşte o zaman deli para kazandım. Paraya para demedim. Şimdi ise enflasyonla mücadele var, fiyat istikrarı var, daha düşük karla satıyorum. Yine kazanıyorum ama bu sefer az kazanıyorum. Ama helal yiyorum" açıklamasını yapmıştı.

Mevcut hükümet 2002'de iktidara geldikten sonra ülkede siyasi istikrar hakim oldu. Bu istikrar ekonomide de bir rahatlama meydana getirdi. Enflasyon tek haneli rakamlara indi, paramızdan altı sıfır atıldı, son bir iki yıla gelinceye kadar ürünlere doğru dürüst zam gelmedi. Fiyatlar yerinde saydı. Beyaz eşya başta olmak üzere birçok ürün ucuzladı, vatandaşın alım gücü arttı. Orta ve dar gelirli insanımız rahat etti. İşte bu dönemlerde esnaf geçmiş enflasyonlu dönemlere göre daha az kazanmış arkadaşımın anlattığına göre. Ekonomimiz sıcak paraya dayalı olarak yürüse de bu hükümetin başarılı olduğu alanlardan biri ekonomi idi. Enflasyonla mücadelede mali disiplinden ödün vermedi. Buna rağmen ülke bir baştan öbür başa ulaşım ve alt yapı sorunlarını çözdü. Cari açığımız fazla olsa da vatandaş etkilenmeden ekonomimiz kör-topal bugünlere geldi. 

ABD'nin ekonomimizi batırmak ve paramızın değerini düşürmek amacıyla başlattığı saldırılar sonucu paramız dolar karşısında neredeyse eridi. Dolardan bize ne diyemeyiz. Çünkü her türlü hesap-kitap ve girdiler dolara endeksli bu ülkede ve dünyada. Girdiler artınca ister istemez bu tüketiciye yansıyacak. Çünkü yeniden çift haneli enflasyonlu hayata döndük. Bunun sonucunda her türlü ürünün etiketleri değişmeye başladı. İğneden ipliğe zam geldi. Birçok ürün yüzde yüz zam gördü. 

Zam gelecek elbet! Zira girdiler artınca maliyet de artacak. Fiyat artışları hoşumuza gitmese de esnafın ayakta kalabilmesi için zamlar gerekli. Buna kimsenin diyeceği yoktur. Ama zam derken vur öldür demiyor kimse. Makul zamma evet, ama fahişine hayır diyor vatandaş. Esnafın fırsatçılık yapmasını içine sindiremiyor kimse. Sosyal medyaya bir göz atarsanız gelen fahiş zamlara herkes isyan ediyor. Tepki göstermekte yerden göğe kadar haklılar. 

Gördüğüm kadarıyla bazı firmalar sattıkları ürünlere makul bir artış yaparken bazıları 2000 öncesini hatırlamışçasına fırsat bu fırsat deyip fiyatlara bindirdi. Bu anormal artışları görünce ister istemez arkadaşımın 12 yıl önce söylediği deli para kazanma macerası aklıma geldi. Evet arkadaşımız Ecevit döneminde fırsatçılık yapıp paraya para dememiş. Ama son cümleleri, "Bugün daha az kazanıyorum ama çoluk-çocuğuma helalinden ekmek yediriyorum" şeklinde bir öz eleştiri idi. Ederinden ve girdisinden fazla zam koyanlar paylaştığım bu anekdotu tekrar tekrar okumalarında ve gereğini yapmalarında fayda var. Burada milli bir duruş göstermeleri gerekiyor. Zira milliyetçilik ve vatanseverlik bunu gerektiriyor. Öyle kuru kuruya vatanseverliği ben istemiyorum. Esnaf kazanacak ama düne göre daha az gelir elde edecek. Çünkü zaman para kazanma değil, fedakarlık zamanıdır. Onlardan meccanen bir şeyi kimse talep etmiyor. Kardan fedakarlık istiyoruz, evlerine helal lokma götürmelerini istiyoruz. Buna da hakkımız var. Zira "Aldatan bizden değildir." Tercih fahiş fiyata bel bağlayanların!

Son söz: Makul zamma evet, fahişine hayır!

* 05/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Zaman Rahatımızdan Ödün Verme Zamanı

Babalarımız bin bir türlü sıkıntı çektikten sonra bizi rahata kavuşturmak suretiyle bu ülkeyi bize emanet ettiler. Biz babalarımıza, babalarımız babalarına göre daha rahat bir ekonomik duruma sahibiz ve konforlu hayat yaşıyoruz. Çoğumuzun atı-arabası, evi-barkı var. Çünkü kazandık, mal-mülk edindik. Bugünlere geldik.

Malumunuz bir ekonomik darboğazın eşiğindeyiz. Bu kriz şu ya da bu şekilde hepimizi vuracak. Çünkü bu kriz ne 94, ne 2001, ne de 2008 krizine benziyor. Gerçi adına kriz diyorum ama düpedüz bir savaş bu. Savaşın iki sonucu vardır: Ya kazanır, ya da kaybederiz. Kaybetmeyi aklıma bile getirmek istemiyorum. Sanırım siz de öylesiniz. Peki savaşa hazır mıyız? Çünkü belli bir süre eskisi gibi kazanamayacağız, eskisi gibi alamayacağız, eskisi gibi satamayacağız, eskisi gibi gezip dolaşamayacağız, eskisi gibi alışveriş yapamayacağız. Çünkü her şey ateş pahası olacak, alım gücümüz azalacak.

Biliyorum babalarımıza göre imtihanımız zor olacak. Özellikle çocuklarımız için. Çünkü biz babalarımıza göre çocuklarımıza daha konforlu bir hayat sunduk. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında. Bizim mumla aradığımız yiyeceğe onlar burun kıvırıyor.  Her istedikleri alındı bugüne kadar. Teknolojinin her türlüsü ile boğduk onları. Okullara servisle gönderdik. Üzerlerine vücutlarına göre aldığımız elbiseler eskimeden bir daha aldık, bir daha. Hasılı vardan anlarlar da yoktan asla. 

Zor olsa da bu boğaz harbinden yediden yetmişe galip çıkmak zorundayız. Bunun için kemerleri sıkma zamanı, yani rahatımızdan ödün verme zamanı, lüks hayata veda zamanı. Herkes ödün verecek: Zengin kardan, fakir yiyip içtiğinden zaruri ihtiyaçların dışında her şeyden özellikle ülkemize ithal yoluyla giren ürün farz veya vacip değilse uzak duracağız. Cari açığı fırlatacak her türlü alışverişten kaçınacağız. Çünkü ayağımızı yorganımıza göre uzatmak zorundayız. Konforumuzdan ve ihtiyaç diye adet edindiklerimizden ödün vermeden bu savaş kazanılamaz. 

Arabalara daha az bineceğiz, toplu ulaşımı tercih edeceğiz, çocuklarımızı okullara servisle göndermeyeceğiz. Örnekleri çoğaltabiliriz. Kim neden kısabiliyorsa onu yapacak. 

İş adamı ve esnafımız ayakta kalmak için elbette zam yapacak. Ama bu zam makul olacak. Fırsat bu fırsat deyip malına fahiş fiyat koymayacak. Dün yüzde yüz kazanıyorsa bugün bu oranı düşürecek. Bedava versin, maliyetine versin istemiyoruz. Kardan ödün verecek. 

Milletçe ayakta kalmak ve namerde muhtaç olmamak için herkes neden kısarsam dünyanın sonu olmaz hesabı yapacak. Çünkü gün, hesap-kitap dönemidir. İhtiyacımız kadar alacağız, borçlanmayacağız. İnanın hesap-kitap yaptığımız zaman bugün ihtiyaç diye gördüğümüz çoğu şeyin çok da zaruri olmadığını anlayacağız.

Biz bunu yapabilir ve başarabiliriz. Yeter ki istek ve ihtiyaçlarımızı sınırlandıralım, israftan kaçınalım. Sadece kendimiz için değil, başkaları için de yaşayalım. Allah bu milletin yardımcısı olsun! Zira bu ümmetin bu millete ihtiyacı var.

1 Eylül 2018 Cumartesi

Zaman Susma Zamanı! *

Niçin konuşalım, niçin yazalım ki? İdeolojik ve siyasi ayrışmanın zirvesini yaşıyoruz. Kutuplaşma, ayrışma, dışlama, itham, hakaret diz boyu. Ne adam gibi eleştiri yapabiliyor, ne de yapılana katlanıyoruz. Hain ve yalaka damgası yememek mümkün değil. Ya ifrattayız, ya da tefritte. Ortasını bulamadık bir türlü. Çünkü ortayı bulma, ortada buluşma gibi bir niyetimiz yok. Aynı zamanda iyi bir niyet okuyucusuyuz. Senin ne olduğun, ne demek istediğin önemli değil, önemli olan seni nasıl görmek istediğim, dediklerine ne anlam yüklediğim. 

Ne dini konuşabiliyoruz, ne de Müslüman’ı! Ne siyaset tartışabiliyor ne siyasileri masaya yatırabiliyoruz! Hükümetin bir icraatını ne övebiliyor ne de yerebiliyoruz! Muhalefetin bir dediğini ne tasvip edebiliyoruz ne de eleştirebiliyoruz! Bir kurum, zümre, camia, firma vb.'nin ne lehinde konuşabiliyor ne de aleyhinde. Kurum, kuruluş, siyaset, camianın tümü üzerinde değil, sadece bir kişisinin yaptığı bir icraatı eleştiren bir değerlendirme yapsan hemen devreye savunucuları girer. Ben sadece bir kişinin bir hareketini eleştirdim. Ki bu hareket, içinde bulunduğunuz camianın hepsine mal edilemez desen de nafile. Çünkü adam Aristo mantığından ibaret zekasını devreye koyar: "Bu adam falan kimseyi eleştiriyor, o kimse benim zümreden olduğuna göre bu adam benim zümremi yeriyor" şeklinde bir önerme ile bir çıkarım yapıyor. Vay, bu adam bize iftira atıyor sonucuna varıyor. Ondan sonra ne anan kalır, ne baban, ne de sülalen. Kara listeye alınırsın hemen. Düşman ilan edilirsin. Gözünde hain, iftiracı, sapık olursun. Eski defterleri karıştırır. Bulabilirse seni oradan vurmaya çalışır. 

Sen sen ol; bir öğretmeni, bir imamı, bir müftüyü, bir tarikat veya cemaat mensubunu, bir yöneticiyi, iktidarı, Ana Muhalefet veya muhalefet partilerini vs. bir hareketinden dolayı sakın ola eleştirmeye kalkma. Daha doğrusu ne köre kör, ne sağıra sağır de. Çünkü her şeyden nem kapan, aşırı korumacı koruma kervanı hemen devreye girer. Anandan doğduğuna pişman ederler seni. Çünkü piyasa Güneş gibi görünen yaranın görünmesini ve dillendirilmesini istemeyen alıngan tiplerle dolu. Gönüllü tim bunlar. Kral çıplak demene hazmedemezler. Hep övgüyü hak ettiklerine inandırmışlar kendilerini. İsim, yer, şahıs ismi vermesen de durum böyledir. Çünkü alınganlık uzuvları mütemadiyen devrede. Her şeyden nem kapan bu tiplere "Yaşlandım, dağın zirvesine çıkamıyorum" desen bile onlar senin dağı kötülediğin sonucunu çıkarırlar.

Fitne ortamının fazlasıyla kol gezdiği, içimize işlediği günümüzde yapabiliyorsan -yapmak zorundasın- en iyisi susmak, yazıp çizmemek ve paylaşmamak: Gelene ağam, gidene paşam demek en güzeli belki. Özellikle içine sinmediği hallerde... 

Böylesi bir durumda en rahat olanlar ve başı ağrımayanlar belki de içimizdeki işitme-engelli olanlardır. Rabbim sonumuzu hayreylesin. 

*13/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.