25 Ağustos 2018 Cumartesi

"Davetiye 2 Kişiliktir"

Üzerinde "Davetiye 2 kişiliktir" not yazılı bir düğün davetiyesi aldım. Davetiye üzerinde bu şekil not çok yaygın değil. İçinizden rastlayan vardır. Notu görünce garipsemiş olabilirsiniz.

Bana çok garip gelmedi. Belki de olması gereken bu şekil not yazılmasıdır. Hatta "Düğünümüze çiçek gönderilmemesi, kap-kacak getirilmemesi şeklinde ilave notlar eklenmelidir. Çünkü ne gönderilen çiçek, ne de getirilen kap-kacak sadra şifadır. Düğün sahibinin işi yoksa düğün bittikten sonra yorgun-argın bir şekilde iken getirilen eşyayı ve çiçekleri evine taşısın. Çiçek kuruyacak, kullanmayacağı birbirinin aynısı hediyeyi muhafaza için evinde depolayacak. Hediye faslı başlı başına bir sorun. Şimdi gelelim 2 kişilik davetiye notuna.

İçinizde düğünlere iştirak etmeyeniniz yoktur. Düğünde ikram edilen yemeğin yetmediğine de şahit olmuşsunuzdur. Davetli olarak gittiğiniz düğünden karnınızı doğurmadan geri dönünce ne hissettiniz? Ya düğün sahibi yemek yetmeyince kimseye görünmemek için kaybolur, ayakta dursa bile  başından kaynar sular dökülmüş hisseder. Bir de yemeğin yetmediğini görenlerin gittikleri yerde "Falanın yemeği yetmedi, gelen geri döndü, aman senin düğün onunkine benzemesin" dediğini bir düşünün.

Düğünde yemek niçin yetmez? Gelecek sayıdan daha fazla bir davetiye mi bastırmıştır düğün sahibi? Belki şunun da gönlü olsun, bunun da gönlünü yapalım, şunu çağırmazsak olmaz deyip fazla çağıran olmuş olabilir. Ama bunun dışında yemeğin yetmemesinin sebebi bizde davetiyeler dipsiz bir kuyu gibidir. Kimin kaç kişiyle geleceği, gelip gelmeyeceği, kız evinden ne kadar katılım olur belli değil. Şurada düğün yemeği var diye davetsiz katılanlar da var. Yemeğin yetmemesinin bir diğer sebebi de normal yemiyoruz. Sofraya oturan kendini merkeze alıyor; arkada bekleyenler var, diğer davetlilere yetmez diye düşünmüyor. Arka arkaya pilav istenir. Üstelik etli olacak. Birini bitirmeden diğeri istenir. Tıka basa yenir. Mide, "Yeter Allah aşkına" der ama biz ona da aldırmıyoruz. Yemekten sonra bir de "Baya yedik" diyor ve sağa sola bakınıyoruz soda bulmak için. Gerçi içi pirinç ile dolu mideyi maden suyu falan paklemez ya. Ha bir umut bizimkisi. Ardından 

Hasılı "Davetiye 2 kişiliktir" notu bana garip gelmedi. Belki de olması gereken bu. Aslında nota bile gerek yoktu. Ama biz istedik böyle not yazılmasını. Çünkü düğüne katılırken normal katılmadık. Hasılı kaç kişi varsa koştuk. Oturduk mu ölümüne yedik. Düğün sahibinin ucu açık bir şekilde cümle alemi doyurma imkanı olamaz. Düğünlere cümbür cemaat değil, temsilen katılmayı öğrenmemiz ve buna alışmamız gerekiyor.
*
Yemeğe eşimle birlikte katıldım. Boş masalardan birine oturduk. Nikahtan sonra yemek servisi yapıldı. Yemek Konya'nın meşhur düğün yemeği değildi. Alakart usulü. Tek tek herkese servis yapıldı. Ayakta bekleyen, arkamızda bekleşen yoktu. Menüde yoğurt çorbası, ardından börek, sonra ana yemek olarak kavurma/pilav, en son tatlı ikramı yapıldı. Kimse ilave yemek istemedi, ortak kaba kalık sallamadı. Az gibi görünen menü herkesi doyurdu.

Konya düğünlerinde yemek faslının bu şekil alakart usulüne geçmesinde fayda var. Çünkü ne israf oldu, ne fazla yendi, ne kargaşa oldu. 200-250 kadar davetli hem yedi, hem oturdu, düğün sahibi yemeğim yeter/yetmez endişesine kapılmadı.

24 Ağustos 2018 Cuma

Benden Ehil Kimse Var mı?

—Üstat! Herkesin ağzında bir emanet, ehliyet ve liyakat gidiyor, sakız çiğner gibi çiğneniyor. Nedir bu?
—İşin ehline verilmesi demek.
—Verilmiyor mu?
—Ağızlarda sakız olduğuna göre öyle!
—Emanet ehline verilmediğine göre kim yapıyor bunu?
—Sen, ben, bizim oğlan...hepimiz.
—Yani?
—Hem itiraz ediyor, hem de yapıyor muyuz?
—Öyle!
—Herkes şikayetçi ise niçin düzelmiyor?
—Emanet, ehliyet ve liyakatta samimi değiliz de ondan.
—Niçin?
—Çoğumuzun itirazı kendimiz bir yere gelene kadardır. Bir koltuğa oturduk mu liyakattan bahsetmeyiz. Çünkü ehliyet oluşmuştur. Gelemeyenler sesini çıkarır, koltuktakiler sağır olur. Bir zaman sonra dün bir yere gelemeyenler, koltuktakiler al aşağı edilir; yeni koltuğa geçenler sesini keser. İndirilenler emanet, ehliyet ve liyakat demeye, bize haksızlık yapıldı serzenişinde bulunmaya başlar. Yani sadece roller değişir. Aslında oynanan bir tiyatrodur. Zaten bundan dolayı bu ülkeye emanet ve ehliyet gelmez.
—Nasıl olacak bu? Böyle gelmiş böyle gider mi yani?
—Sessiz yığınlar sessizliğine devam ettiği, herkes kafasını kuma gömdüğü, yetkili makamdakiler buna çanak tutmaya; körler ve sağırlara oynamaya devam ettiği müddetçe bu böyle devam eder gider. Sen bir yere gelirken kaç kişi bulmuşsan, ben de senden bir fazlasını bulmak için çabalayacağım.
—Hiç umut yok mu?
—Durum bu. Sence emanet ve ehliyet bizim illerimize gelir mi?


Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder.

Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor.

Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda farklı gelen bir hadis rivayeti okumasını beklersin.  Pekiyi ne dedi Allah'ın rasulü? Arkası yok. Arkasını okumadan Türkçe metne geçiyor.

Arapça hutbe metnini hazırlayan metnin sonunda konuyla ilgili birden fazla hadis okunursa diye fîmâ kâl, ev kemâ kâl ilave etmiş. Ama günümüzde ayetten sonra ya bir hadis okunuyor, ya hiç okunmuyor. Durum bu iken "Sadeka rasülüllah"tan sonra Türkçe metne geçilmesi gerekir. Ama anlamını bilmeden veya düşünmeden Arapça metni ezberden  okuyup geçiyoruz. Bu durumu ne müftü uyarıyor, ne bir başkası. Ben kendimi bildim bileli böyle devam ediyor. Her okuyuşta da kulağımı tırmalıyor. Acaba bu sefer arkası gelir mi diye bekliyorum. Nafile! Bu gidişle daha çok bekleyeceğim.

Hadisten sonra ilave okunan fîmâ kâl, ev kemâ kâl kısmının hutbeye bir manisi yok. Ama okunan kısım zaittir, ilavedir, gereksizdir. Okunmaya devam edecekse en azından ikinci bir hadis daha ilave edilse sanırım bu sorun giderilmiş olur.

İHL'lerde çalışırken hitabet derslerine girdiğimde Arapça metni ezberletirken üzerinde çok durdum, daha önce ezberleyenleri uyardım. Tek hadis okuyacaksanız sadeka rasulullah dedikten sonra Türkçe metne geçin dedim. Ama ne mümkün!

Şimdi meraklısına not... Ben bu konuda yanlış mı düşünüyorum? Yarım mürekkep yalamışlığım beni yanıltıyor mu?  Yanlışım varsa bir dostum beni düzeltsin. Bahsettiğim konu başkasının dikkatini çekti mi? Bu konuda sadece cins bir ben miyim? Yoksa uğraşacak, düşünecek, düzeltilmesini beklediğin o kadar konu varken senin kafanı taktığına bak mı diyorsunuz? Yok mu içinizde benim merakımı giderecek ve beni aydınlatacak? Yardım sevaptır biliyorsunuz...