13 Ağustos 2018 Pazartesi

Yumuşak Karnımız Ekonomi *

Bir zamanlar bu ülkede gidişata ayar vermek amacıyla her 10 yılda bir darbe yapılır, Türk siyaseti yeniden dizayn edilirdi. Darbeye gerekçe hazırlamak ve darbe ortamını oluşturmak için başta terör olmak üzere her yola başvurulurdu. Halk iyice bezme noktasına getirilir, "Gelecekse asker gelsin" dedirtilirdi. Hatta adımız darbeler ülkesi olarak anılır olmuştu. Darbeler geride kaldı. Türkiye'nin bir daha bir darbe ile karşı karşıya kalması mümkün değil. Fakat darbeye benzer bir başka durumumuz daha var. Tıpkı darbe gibi bir ekonomik kriz de bizi belirli aralıklarla yokluyor. 

Çok eskiye gitmeyeceğim. 80 öncesini hayal-meyal hatırlıyorum. Karaborsa ve stokçuluk almış başını gitmişti. Para yoktu millette. Olsa da birçok malı almak için kuyruğa girmek gerekiyordu. Bu dönemler, bir siyasinin deyimiyle "70 sente” muhtaç olduğumuz dönemlerdi.

Özal ile birlikte ülke bol enflasyonlu bir döneme girdi, vatandaşın cebi para gördü, tüketim özendirildi. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmamaya başladık. Borç yiğidin kamçısıdır, atın ölümü arpadan olsun dedik. Bize "çağ atlatan" bu saadet zinciri böyle devam edecek sandık. 90'lı yıllardan itibaren kendini göstermeye çalışan likidite sıkıntısı, Çiller'in başbakan olduğu dönemde bizi ve piyasaları vurdu. TL'nin döviz bazında erimesiyle birlikte halk iyice fakirleşti. Hükümet 5 Nisan kararlarını uygulamak zorunda kaldı. Para sıkıntısını gidermek için IMF’nin kapısı çalındı. Özal ile birlikte alt yapısı oluşturulan özelleştirmeye hız verildi.

Değişik koalisyon hükümetleriyle 2001 yılına geldiğimizde kriz bizi yine vurdu. Dönemin başbakanı Ecevit'e yazar kasa atıldı, Sezer tarafından kendisine Anayasa kitapçığı fırlatıldı. Gecelik faizler tavan yaptı. Daha fazla fakirleştik. Her kriz döneminde olduğu gibi bu dönemde de iflaslar oldu. Krizi aşmak için dışarıdan Kemal Derviş bakan yapıldı. İMF ile yeniden stand-by anlaşması yapıldı. Devlete ait işletmelerin birer birer satılması kararı alındı.

2002'ye gelindiğinde, erken genel seçim kararı alan koalisyon ortaklarını, seçmen sandığa gömdü. Halk yeni kurulmuş bir partiye iktidarı verdi. Erdoğan hükümeti ekonomiye ağırlık verdi, enflasyonla mücadele için sıkı bir maliye politikası izledi. IMF'ye olan borçlar ödendi. Bir daha da bu Fon'un kapısı çalınmadı.  Ekonomi döndürülebilir noktaya getirildi. Ekonomik yönden rahatlayan halk, ardı ardına Erdoğan'a iktidar imkanı verdi. 2007 krizi bizi teğet geçti. IMF'den borç almıyorduk ama yine borçlanmaya devam ettik. İthalat ve ihracat dengesini sağlayamadık. Her geçen gün tehlike sinyali veren cari açık için tedbir alınmadı. Bunu bilen birileri de sonuç almak için belirli periyotlarla hep bu zayıf yönümüze vurdu ve vurmaya devam ediyor. Çünkü ekonomimiz, bu ülkeye biçilen rol gereği sıcak para girişine bağlıydı. Biz de bu rolü değiştirmek için çaba sarf etmedik. Dışarıdan para geldikçe sorun olmadı. Ülkede olup bitenler, paradan para kazanan dış yatırımcıları kaçırttı. Çünkü paradan para kazananlar güvenilir limanlara para yatırır. Para çıktıkça paraya ihtiyaç oldu ve cari açık iyice açıldı ve daha önce görülmemiş bir ekonomik krizle karşı karşıya kalıyoruz sürekli.

80 öncesinden bugüne ekonomimize bir göz attığımızda, ekonomimizin sıcak paraya dayalı olduğu görülecektir. Bize bir müddet rahatlama sağlayan bu yol, bizi hep duvara toslattı. Yani ekonomik krize duçar etti. O zaman bu yol, canımızı acıtacak şekilde bizi hep duvara toslatıyorsa, dışı jelatinli bu ekonomik modelden vazgeçmenin, alternatif yollar bulmanın, üretime dayalı bir ekonomik modele geçmenin zamanı gelmedi mi hala? Biz, her 8-10 yılda bir ekonomik krizle mi boğuşacağız? Üstelik yeni bir kriz için şimdi bir 8-10 yıl da beklenmiyor. Hiç ibret ve tedbir almayıp böyle gelmiş, böyle gider mi diyeceğiz? Nasıl ki deneme-yanılma ve mücadele yoluyla bedeller ödeyerek askeri darbelerin önüne geçilmişse, ekonomik kriz hastalığına da bir çözüm bulunmalıdır. Çünkü ekonomik kriz bu ülkenin bir kaderi değildir. Hiç suçu bir başkasına atmayalım ve krizi dış güçlere bağlamayalım. Başımıza ne gelmişse kendi yapıp ettiklerimizdendir. Burada ülkeyi yönetenlere büyük görev ve sorumluluk düşüyor.

*24.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Papaza da Yazık Olacak! ***

ABD'nin uğruna yaptırımlar uyguladığı papazı yerinde olmak ister miydiniz? Sizi bilmem ama ben o papazın yerinde olmayı hiç mi hiç istemezdim. Niçin istemediğimi birlikte şu fıkrayı okuyalım. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılır:

"Bayburt il olmuş. Hac kuraları çekilecek. Bir de bakmışlar ki kurada koskoca Bayburt’ta hac bir kişiye çıkmış. Bu kişiye Bayburt halkı izzet-i ikramını esirgememiş ve her gün bir Bayburt hanesi adamı akşam yemeğine çağırmış. Maksat, hacda hayır duasına nail olabilmek.

İlk akşam gittiği hanede adama hane halkı demiş, 'Ne şanslı adamsın, bak koca Bayburt’ta hac sana çıktı' diye.
İkinci akşam gittiği hane halkı 'Ya sen ermiş adamsın hac çıka çıka sana çıktı' demiş. Bizim Bayburtlu, 'Ya olur mu öyle, şans işte!’ diye ağzında geveliyor lafları.
Üçüncü akşam gittiği evde millet buna 'Ya sen evliyasın evliya’ deyince bizim Bayburtlu iyiden iyiye kendini acaba, hakkat mi? gibi sorulara maruz bırakmış.
Böyle hac zamanına kadar adamı pohpohlamışlar. Bizim Bayburtlu da hani bir adama 40 kere deli dersen kendini deli sanırmış misali, iyiden iyiye kendini evliya sanmaya ya da şöyle diyelim kendinden şüphelenmeye başlamış. Neyse Bayburtlunun hayatında bırakın büyük şehre gitmeyi Bayburt dışına adım atmışlığı dahi yokmuş.
Hac zamanı gitmiş Erzurum havaalanına tam girecek kapı bir anda açılmış, önünde durmuş demiş ki 'Ya ben hakkat erdim sanırım kapılar önümde açılmaya başladı'.

Yolda bu mucizevi olayı düşünürken demiş, 'Abdestli binelim, uçağa öyle gidelim' diye girmiş abdesthanede abdest almaya. Tam elini musluğa getirmiş, suyu açacak. Bir de bakmış musluktan su akıyor 'Ya ben evliya oldum herhalde' diye kendi kendini iyiden iyiye kurmuş.
Neyse gitmiş Medine’ye ikindi namazını kılıp Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret ederim diye düşünmüş. İkindi namazını kılmış çadır kubbelerin altında. Sonra uyuya kalmış. Bir uyanmış ki uyuduğu kubbe yerinde yok. Gökyüzü ay yıldız tertemiz bir hava. Bizimki uyurken kubbe çadırı yetkililer kaldırmış, ama uyku mahmuru şaşkın şaşkın kendi kendine seslenmiş 'Ya Rabbi bu kulun için kapıları açtın, musluklardan sular akıttın, tamam da gök kubbeyi kaldırdın bu kulun için” diye düşünerek iyice gerim gerim gerinmiş.

O ruh hali ile demiş peygamberimizin kabrine de gideyim. Kalkmış kabre gitmiş, bir bakmış ki izdiham her taraf durmuş iyice gerinmiş ve demiş ki 'Ya Resulallah bırak onları, bah hele huzuruna kim geldi."

İster misiniz papaz, ABD'nin kendisini ad ederek bizimle köprüleri atmasından sonra "Ben kendimi Türkiye'de kendi ülkem adına çalışan, aynı zamanda terör örgütleriyle ilişkiler içerisinde olan biri olduğumu sanıyordum. Ama görüyorum ki benim tutuklanmamdan dolayı ülkem, Türkiye'ye  bir dizi yaptırımlar uygulamak suretiyle bir ekonomi savaşı başlattı. Ülkem nezdinde benim değerim benim de hesap edemediğim kadar önemliymiş. Demek ki ben değerli biriymişim" der mi? Bu görüntüye göre der mi der. Mutluluktan uçuyordur şimdi ev hapsi cezasını çekerken. "İyi ki hapse girmişim, dışarıda papazlığıma devam ediyor olsaydım değerim anlaşılmayacak, benim gibi bir değer ortaya çıkarılmayacaktı" diyordur. 

Bayburtluların bizim hacıyı uçurdukları gibi ABD yönetimi de papazı uçurdu. Papaz "Ben neymişim be Abi" demesin de ne yapsın?

*** 16/08/2018 günü Yenihaber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Dünya Bir Kuduz Vakasıyla Karşı Karşıya! ***

Bir ülke düşünün ki yüzyıldır dünyaya yön vermiş, istediği şekilde şekillendirmiş, amacına ulaşmak için yeri geldiği zaman güç-kuvvet kullanmış. Yine bu ülke kaybetmeyi göze alamıyor, işine gelmeyen bir karar alındığı zaman BM’deki veto hakkını kullanıyor, sessiz yığınlar sayesinde dünyaya efeleniyor, karşılığı olmayan parasıyla ekonomileri alt üst ediyor ve bu ülkenin yaptıklarına kimse sesini çıkarmıyor. Azmış, azdırılmış, ne oldum delisi olmuş. Böyle bir ülkenin başına ülkesi birini seçiyor.

Seçilen bu kişinin devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan tasarruflarını görünce daha önce "Dünya bir deliye emanet" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu tür hareketlerini “Delidir, ne yapsa yeridir” çerçevesinde değerlendirmiştim o yazımda. Çünkü deli biri yaptıklarından dolayı hem hukuk nezdinde, hem de halk nezdinde hesaba çekilmez. Adı geçen devletin başta Türkiye olmak üzere bazı ülkelerin burnunu sürtmek ve dize getirmek amacıyla ekonomilerini batırmak için elindeki tüm kozları oynadığını görünce deliye haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Çünkü delilik bir Allah vergisidir. Aklını kullanamadığı için Allah katında da masumdur.

Gücünü para babalarının desteğinden alan ve onların dediklerini harfiyen uygulamaya koyan, bir dediği diğerini tutmayan ve ülkesini attığı tweetlerle yöneten bu kukla kişinin hareketlerini tekrar gözlemledim. Ne doktorum, ne de veteriner hekim! Ama bir delinin hareketlerinden ziyade kuduz bir köpeğin saldırganlığı var kendisinde. Evet, dünya bir kuduz vakasıyla karşı karşıya! Suyunu bulandıran ve emirlerini dinlemeyen, “Efendim, ben ettim sen etme, emrindeyim” demeyen Türkiye’ye saldırdıkça saldırıyor. Türkiye “olmaz” dedikçe salyalarını akıtıyor, kuduruyor. Türkiye ekonomik krize sürüklendikçe dört köşe oluyor ve yetmez “sıradaki koz” diyor. Tüm ülkesi “Ne güzel yapıyor” diye alkış tutuyor. Her zaman olduğu gibi dünya sarı ineği vermeye razı olmuş görüntüsü veriyor sessiz duruşuyla. “Yeter ki bize dokunmasın” diyor. Unutmasınlar ki bu sarı ineğe I.Dünya Savaşında büyük bir operasyon çekildi, yerle bir edildi. Küllerinden yeniden doğdu. İçimizdeki piyonları marifetiyle 61 İhtilali, 74 Muhtırası, 80 İhtilali ve 28 Şubat 1997 Post modern darbesini yaptırarak bize yön vermeye çalıştılar. Yine içimizdeki beslemeleriyle 17-25’i denediler. Ardından 15 Temmuz’da vurucu ve öldürücü bir hamle ile kanlı bir darbeye kalkıştılar. Olmadı bir türlü. Şimdi de son kozunu oynuyor. Bizi belki de “70 sente” muhtaç etmeye çalışıyor. Evet, bu süreçte ekonomimiz sıfırlanabilir, dibi görebilir, fakirleşebiliriz. Nitekim 5 Nisan 1994’te ve 2001’de halkımız ve devletimiz iyice fakirleşmişti. Yani biz bu günlere düşe kalka, bata-çıka geldik; öldük öldük, yeniden dirildik. Dipten yeni bir dalga yakalayarak yeniden bir çıkış yakalayabiliriz. Ama bu defa geçmiş hatalardan ders çıkaracağız. Çünkü sıcak paraya dayalı ekonomimiz eski darbe evreleri gibi bizi belirli periyotlarla hep duvara toslatıyor. Biz yine kalkacağız bu krizin altından. Ama bu defa her şeyi kendimiz üreterek... Kötü “müttefik, stratejik ortak” bizi mal sahibi yapacak.

Biz ayağa kalktığımız zaman sarı ineğin -yani bizim- kurban edilmek istenmemize sesini çıkarmayanlar sıranın kendilerine geldiklerini göreceklerdir. Bugün bizi vuran kuduz köpek vakası yarın onları da vuracaktır. Çünkü bu kuduz köpek adı üzerinde kuduz köpektir. Suçlu-suçsuz demez; önüne kattığını ısırır. Ne yerinde durur, sakinleşir, kendi kabuğuna çekilir, ne de yeter artık dünyaya çektirdiğim diyerek vicdan azabı çeker. Kuduzluğuna yine devam edecektir. Ölmemek için hayata tutunmaya çalışıyor. Ta ki bu kuduz köpek ölünceye kadar salya-sümük karıştırıp saldıracak. Kendi ölürken arkasından koşup ısırdıklarını da götürmek istiyor. Tek yaptığı bu!

*** 14/08/2018 günü Yenihaber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.