14 Ağustos 2018 Salı

Desene Avrupalılar Bizden Daha Az Yanacak!

14.08.2018 akşamı haberleri izlerken "Herkes müteahhit olamayacak" şeklinde bir haber kulağıma çaldı. Ardından yetkili birini konuşturdu haber kanalı: "Avrupa'nın tamamında 30 bin, Türkiye'de ise 300 bin müteahhit var. Bundan sonra herkesin müteahhit olmaması için bazı kriterler getirilecek" dedi. Olması gereken bu idi zaten. Fakat çok geç kalmadık mı? Ama bizde zaten bu işler böyle olur. Önce herkes istediğini olur, istediği işi yapar. Ardından devlet kriterler koyar. Hasılı TC yine yanıltmadı bizi. Bir klasiğini daha gösterdi.

Müteaahhitlerle ilgili kriterler ne zaman yürürlüğe konur? Müteahhit olmak kolaylaşır mı yoksa zorlaşır mı? Mevcut müteahhitleri "İnşaat yapabilir" sertifikası almak için formalite bir kursa mı tabi tutar? Bunu da zaman gösterecek. Ama şu bir gerçek ki bizde müteahhit olduğundan fazla. Üstelik bu işi yapanların çoğu da mektepli yani mühendis falan değil. Bu işi yapmak için Türkiye'de şu ana kadar geçer kural, parası olan bu işi yapar. Hatta çoğu alaylının emrinde nice mühendislerimiz çalışır. 

Bir haber benim ilgimi çeker de ben bunu yazı konusu hatta üzerinde mizah yapmam mı? 

Hazır ülkemizde kriz varken 300 bin müteahhit bizim bir kurtuluşumuz olabilir. Habere göre koca Avrupa kıtası müteahhit yönünden çok bakir. Ülkemizde inşaat sektörü de durdu. En iyisi Avrupa'ya müteahhit ihraç etmek.

Yetkilinin Avrupa-Türkiye müteahhit sayısını karşılaştırması, bizde yapılan binaların çoğunun çürük olması ister istemez bir fıkrayı aklıma getirdi:

Cennet ve cehennemlikler  bir gün birbirlerine: Uzaktan uzağa görüşüyor, fazla hasret gideremiyoruz. En iyisi herkes kendi tarafına bir köprü yapsın. Daha sık ve yakın görüşür, laflarız demiş. Köprü yapmak için sözleşmişler.

Belirlenen tarihte cehennemlikler yaptıkları köprünün üzerine çıkıp cennetlikleri beklemeye koyulmuşlar.  O da ne? Cennet tarafında köprü yapılmamış. Az sonra cennetlikler gelir. Cehennemlikler: "Hani köprünüz, niye yapmadınız? Bak biz birden yaptık" derler. Cennetlikler, "Doğru, yapamadık. Çünkü biz içimizde müteahhit bulamadık" demişler. Fıkraya göre teşbihte hata olmasın. Avrupalılar bizden daha az yanacak demektir.

Umarım içinizden biri bu fıkranın aslı var mı? Bugüne kadar cennet ve cehenneme gidip gelen var mı? Halihazırda cennet ve cehennem kurulmuş mudur? Öbür dünyada cennet ve cehennemlikler birbirini görecek mi? Tüm müteahhitler cehennemlik mi? Bununla ilgili elinizde sağlam bir kaynak var mı? Bu kaynak sahih mi? demez. Avrupalılar daha az yanacak derken elinde cennet ve cehennemin tapuları var da tapu mu dağıtıyorsun denilmez. Adı üzerinde fıkra bu. Kıssadan hisse gibi bir şey.  Sözüm işini düzgün yapan müteahhitlere değil tabi. Allah işini düzgün yapan müteahhitlerimizin sayısını çoğaltsın.

Dertlenmek/Dert Edinmek Çok mu Zor? *

Ülkemin bazı insanlarını anlamak zor! Ama zor günler onların bilinçaltını ortaya çıkarıveriyor. İyi ki sosyal medya var, iyi ki bu alemi kullanıyor da içini boşaltıveriyor. Yeter ki zor ve darda kal, gerçek yüzünü görüveriyorsun. Zaten boşuna dememişler, zor günde kişinin ne olduğu belli olur diye.

Sadede gelmeden bir örnek vererek yazımıza devam edelim. Biri aşırı surattan hiç olmayacak yerde kaza yapmış, ya aracının içinde can çekişiyor, ya da yaralı bir şekilde yola savrulmuş. Bu durumda ne yaparız? Hemen bir ambulans için 112'yi arar, ambulans gelinceye kadar yaralıya zarar vermeden yapabileceğimiz bir şey varsa yaparız. Bu durumda yaralıya "Kazayı nasıl yaptın, gözün kör müydü, niçin hız yaptın, kurallara uymazsan işte böyle olur, ne halin varsa gör" demeyiz. Soğukkanlılığı bırakmadan olan olmuş, adamın hatasını sonra konuşuruz deyip içimize atar, üzüntülü bir halde yardımseverliliğimizi ortaya koyarız. Olması gereken de bu. Gerekirse yaralının istediği yakınlarına haber veririz. "Oh iyi oldu" deyip el ovuşturmayız ve sevinmeyiz.

Şimdi gelelim sadede... Ülke, ABD merkezli bir ekonomik yaptırımla karşı karşıya, bugüne kadar görülmemiş bir saldırı altındayız. Paramız dolar karşısında eriyip gidiyor, doların ateşi sönmüyor. Zaten bu savaşı başlatanlar da kriz devam etsin istiyor. Bu durumda aynı geminin insanları olarak düşüncemiz ne olursa olsun düşmana karşı bir ve beraber olup kenetleneceğimiz yerde bazılarımız "Dolar şu kadar oldu, EURO bu kadar oldu, benzin şu kadar zamlandı. Biz demedik mi bu ekonomik modelle ekonomimiz düzelmez diye ama bizi dinlemediniz. Üstelik daha düne kadar ABD ile bir ve beraberdiniz. Bu işler 'Onların doları varsa bizim de Allah'ımız var' demekle olmaz. 'Halkımız bizimle beraber’ demekle olmaz, 'Yastık altındaki dolar ve altınları bozdurun' demekle olmaz. Sonra halkta para mı var? 'Önce kendin bozdur ve zengin ettiklerin bozdursun.' Ülkeyi 16 yıldır siz yönetiyorsunuz. Siz iktidara gelmeden dolar şu kadardı, şimdi bu kadar oldu. Eskiden bir asgari ücret ile şu kadar çeyrek alınıyordu, şimdi bu kadar alınıyor, maaşlar eridi. Bu ekonomik krizin sorumlusu sizsiniz" şeklinde yazıyor, çiziyor, paylaşıyor, yorum yazıyor, cevap veriyor ve konuşuyor. Bu tiplerin içinde oh oh ne iyi oldu, çekerler giderler artık, dercesine umutla beklenti içerisine girenler bile var. 

Halkımızın kahir ekseriyeti bu krizde elimden ne geliyorsa onu yaparım, buna hazırım derken bazıları orta yerde trafik kazasından beter bir durum varken hiçbir şey yapmadıkları gibi kah ayıplıyor, kah tiye alıyor, kah kızıyor, kah sevinçten dört köşe oluyor. Akıl vermeyi de ihmal etmiyor.

Burada ülkeyi yönetenler masum, sütten çıkmış ak kaşıklar, tüm suç ABD'de demiyorum. Paramızın pul olmasında zamanında tedbir almamalarından dolayı hükümet edenlerin ihmali var. Ama bu, şimdinin meselesi değil. Orta yerde bir yangın var. Ki bu yangın sadece ekonomiyi bu hale getirenleri vurmayacak, aynı gemide olan hepimizi vuracak. Şu durumda yapılması gereken bu yangını söndürecek avucumuzda bir avuç dolusu su varsa sadra şifa olmasa da onu yangına boşaltmaktır. Hiçbir şey yapamıyor veya yapmak istemiyorsak susalım, dertlenelim. Timsah gözyaşları dökmeyelim. Piyasa oturduktan sonra eteğimizde ne taş varsa dökelim. Ama şimdi zil takıp oynamayalım.

Sahi çok mu zor susmak, üzülmek, ülkenin derdiyle dertlenmek...

* 17/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Klimanın İntikamı

Cuma günü akşama doğru başım ağrımaya başladı. Bu ne iş dedim kendi kendime. Çünkü kolay kolay başım ağrımaz. Niçin ağrıdı acaba? Düşündüm bir sebep bulamadım. Bazılarının sık sık başvurduğu ağrı kesici de kullanmıyorum. Kalktım bir güzel alnımı, boynumu, şakaklarımı ovaladım. Hafif geçer gibi oldu. Yine ağrımaya başladı. Tekrar tekrar yıkadım. Hah geçti derken yine geldi başımın belası ağrı. Zonkluyor. Sadece başım olsa omuzlarım tutulmuş, boynum da dönmüyor.

En iyisi uyumak! Uyuyunca geçer dedim. Sabah kalktım. Daha da ağırlaşmış ve ağrısı geçmemiş bir başı teslim aldım tekrar. Eşim mahkum zaten. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Diş değil ki bu! Duş alıp çıktım. Başımın ağrısı hafifledi, yerini ince bir sızı aldı. 

Öğleden sonra bir arkadaşım şirketine uğradım. Birkaç arkadaşla çayımızı yudumluyoruz. İçimizden biri sıcak değil mi burası dedi. Kalkıp klimayı çalıştırdı. Tam karşısındayım klimanın. Çalışmaya başlayan klimanın serinliği bana gelmeye ve üşütmeye başlayınca hemen yerimden kalkıp klimanın kör noktasını aradım. Kenara geçtim ve dünden beri başımın ağrımasına sebep olan nedeni buldum. Klimaydı başımı ağrıtan. Ah imam, alacağın olsun senin dedim. 

Cuma namazını kılmak için mahallemizdeki camiye gitmiştim. Caminin ortasında boş bulduğum yere oturdum. Her cuma olduğu gibi imamımız vaaz veriyordu. Vaazı dinliyorum ama üşüyorum. Kare şeklinde kutu gibi olan caminin doğu ve batı duvarlarına monte edilmiş klima sonuna kadar açılmış; üfürdükçe serinletmenin de ötesinde üşütüyordu beni. Kenar köşe bir yer bulup kalkmak istedim. Ama beyhude bakış benimki. Çünkü cuma namazında öyle istediğin yere oturmam mümkün değil. Neresi boş ise orası senin. Üşüşem de bulunduğum yerde oturmaya devam ettim. Vaaz, ilk sünnet, iç ezan, ardından hutbe ve son sünnet derken klima mal bulmuş mağribi gibi üzerime üfürdükçe üfürdü, üfürdükçe üşüttü. Sanırım camiyi serinletsin diye klima sonuna kadar açılmış. Ya Rabbi! Şu namaz bir bitsin dedim içimden. Çünkü kendimi tedbirsiz bir şekilde kışın ayazında hissettim. Üzerimde ağustos ayına uygun kısa kollu bir penye vardı. Ben cumayı, mevsimi hesap ettim de camiyi, imamı ve klimayı hesap edememişim. Yazın ortasında kışta-kıyamette kalacağımı bilseydim kışlıklarımı giyer, üzerine de paltomu giyerdim. Kenarda namaz kılanlar biraz daha serinlik gelsin hesabı yapılırken ortadaki kılanlar ne hali varsa görsün diye düşünülmüş olmalı.

Omuzlarımda ve boynumda hala kırgınlık ve ağırlık devam etse de tamı tamına bir tam gün çektikten sonra başımın ağrısı geçti. Bize sıkıntı vermesin, serinletsin, rahat rahat namazı kılalım düşüncesiyle sonuna kadar açılan klima intikamını böyle alır. Buna da şükür! Ya geçmeseydi... İşte o zaman çek dur, bir de hap atmayan ve doktora gitmeyen cins biriysen.

Niye açarız ki klimayı sonuna kadar? Namaz kılarken, seyahat ederken, otururken klima; kışın sıcak üfürecek, yazın da soğuk. Ne birazcık yanmaya, ne de üşümeye geliriz. Azıcık sıkıntıya, meşakkate dayanamayız. Çoğumuz bu klimanın intikamı müthiş olacak diye düşünmüyoruz bile o an. Alacağın olsun imam senin!