"Dolar çıldırdı" yazıyor yazılı medya. Çıldıran dolar değil;
-insanlığımızdır,
-çok kazanma hırsımızdır,
-kaprisimizdir,
-gözümüzün dönmüşlüğüdür,
-içimizdeki kinimizdir,
-intikam duygumuzdur,
-birilerinin meydanı boş bulmasıdır,
-dünyanın beceriksizliği yüzünden hep kazanmaya alışmış birinin kudurmasıdır,
-eceline susayanın cami duvarına işemesidir,
-kendi çıkarı için dünyayı ateşe vermesidir,
-kendi çıkarı için dünyanın bir hiç olduğudur,
-kaybetmeye namzet birinin elindeki bütün kozları sürmesidir...
10 Ağustos 2018 Cuma
Ondaki Koltuk Sevdası Bende Olsaydı!
Öğretmenlikte ilk
atamam Nizip İHL’ye yapıldı. 2,5 yıl orada çalıştıktan sonra zorunlu hizmetimi
yapayım istedim. O zamanlarda Nizip mecburi hizmete tabi değildi. Çünkü Gaziantep, büyükşehir olduğu için büyükşehirler zorunlu hizmet kapsamında
değildi. Komşusu Adıyaman’a tayin
istedim. Kahta İHL’ye atamam yapıldı. Zorunlu hizmete gittiğimde zamanın
hükümeti “Üç yıl zorunlu hizmet yapan istediği bölgeye, dört yıl görev yapan
istediği ile atanacak” demişti. Kendi kendime 4 yıl çalışır, ardından kendi
memleketime giderim diye düşündüm. Siyasette bir günün bile uzun sayıldığını
unuttum ve 4 yılın sonunda tayin istedim olmadı. Her yıl tayin istedim, yine
olmadı. Sonunda memleketime biraz yakın olsun diye Adana’ya tayin istedim. Bu
arada ikinci bir tayin hakkım daha olsun diye okul müdürlük sınavına girdim. Müdür
olarak atanırsam memleketime vardıktan sonra kısa bir süre sonra öğretmenliğe
dönerim diye düşündüm. Çünkü müdürlük ve koltuk mizacıma tersti.
Adana’da üç buçuk yıl
çalıştıktan sonra girdiğim müdürlük sınav sonucuna göre Konya’nın Sarayönü
ilçesine atamam yapıldı. Konya’dan gidiş-geliş yapıyorum. Her atama döneminde
öğretmen olarak tayin istedim, yine olmadı. 28 Şubat süreci ve katsayı
dolayısıyla İHL’lerin önü kesilip normumda ihtiyaç olmayınca merkeze öğretmen
olarak gelemedim. Bugün-yarın derken değişik okul türlerinde şaka maka 11 yıl
müdür olarak görev yaptım. Müdürlüğü çok iyi yaptığım iddiasında değilim. Zaten
amirim mesabesindeki koltuk sahipleriyle çok iyi geçindiğim de söylenemez.
Bunda doğru-yanlış, dilimin kemiğinin olmamasının etkisi büyük.
En son çalıştığım okul
müdürlüğünden öğretmenliğe dönmek için karar verdiğimde isteyerek oturduğum,
severek yapmadığım koltuk tüm stresine rağmen bana tatlı gelmeye başlamıştı.
Ama tatlı gelse de kafaya koymuştum. İHL’lerde 10 yıl boyunca çalıştım,
emekliliğim öncesi yine İHL’lerde çalışayım istedim. O da ne! İHL’lere tayin
isteyemiyorum. Çünkü benim branşım Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi imiş. İHL’de
çalışmak için İHL Meslek Dersleri branşından olmam gerekiyormuş. TTKB böyle
ucube bir karara nasıl imza attıysa aynı okulda, aynı sırada, aynı dersleri
birlikte gördüğümüz arkadaşlarımızın bir kısmı İHL Meslek Dersleri, benimki Din
Kültürü branşı. Yani İHL’ye gitmem için alan değişikliğine müracaat etmem
gerekiyor, onu da bakanlık birkaç yıldır açmaz oldu.
İHL olmuyorsa diğer
okul türlerine gideyim dedim. Bunu da eş-dost ortamlarında dillendirdim. Dedim
ama içimden bir ses “Ramazan! Sen koltuğa alıştın, derslerden uzaklaştın, öğretmenliğe
geçince günde 7-8 saat derse nasıl gireceksin” demeye başladı. İçim ve dışım
birbirine uyumlu değildi, zira kendi kendime çelişkiye düştüğümü düşünmeye
başladım: “Ramazan! Herkese öğretmenliğe döneceğini söyledin, ama hala
duruyorsun” dedim. Sonunda koltuk mu öğretmenlik mi verdiğin söz mü derken
imdadıma bir okul müdürü yetişti: “Ağabey, öğretmenlerim takviye ve yetiştirme
kurslarını tercih ettiği için okulumda hafta sonu yapmam gereken açık lise yüz
yüze eğitim dersine talep yok. Girer misin” dedi. “Öğretmenlerin niye talep
etmiyor” dedim. Takviye kursunun ek ders ücreti, açık lise ücretinin iki katı
imiş. Mesele anlaşıldı dedim, kabul ettim. Bir dönem boyunca pazar günleri arka
arkaya sekiz saat ders verdim. Baktım ders anlatmamda sorun yok, ben bu işi
becereceğim dedim. İl içi tayin dönemi açılınca koltuğu bırakarak öğretmenliğe
döndüm. İki yıldır da öğretmenliğe koltuksuz bir şekilde devam ediyorum.
Şimdi sadede geleyim.
Niyetim kendimi anlatmak değil, koltuk idi. Ama gördüğünüz gibi bir koltuk nelere
kadir! Bir sayfayı doldurdu. Beğensem de beğenmesem de asli görevim olmayan
müdürlük koltuğuna yapışmaya başlamıştım. Hatta müdürlük yaparken bir de şube
müdürlüğü sınavına girmiş ve kazanmama rağmen gitmemiştim. Şimdi düşünüyorum da kılavuz olarak kendimi
değil de dokuz seçim kaybetmesine rağmen hiçbir kurultayda parti genel
başkanlığını kaybetmeyen Sayın Genel Başkanı kılavuz olarak seçmiş olsaydım
bugün öğretmen değil, başarısız bile olsam koltukta oturur olurdum. Aslında
öğrenmenin yaşı yok derler. Keşke kendisinin dizlerinin önüne çökseydim de
biraz ders alsaydım. Düşünemedim, ya da düşündüysem de ayağına gitmeyi kibrime
yediremedim belki de. Siz siz olun, bir koltuğa sahip olmak ve o koltukta
ölünceye kadar kalmak isterseniz beni değil, Sayın Genel Başkanı örnek alın.
"Doların Durumu Malum" *
İki terlik almak için bir ayakkabıcıya girdim. 17,50 TL dedi bir çiftine. On beş olmaz mı dedim. "Olmaz, doların durumu malum" dedi. Sağ olsun 50 kuruş indirim yaparak çiftine 34 lira verip çıktım.
Evimin yolunu tutarken satıcının "Doların durumu malum" sözüne kafam takıldı. Takmamak mümkün değil zaten bugünlerde. Kime gitsen, nereye uğrasan, ne alsan herkesin gözü dolarda. Herkes satışını dolara endekslemiş durumda. Tv izleyenlerin gözü ekranların sağında sürekli değişen dolarda. Çay içmek için bir araya gelmiş iki kişinin olmazsa olmaz konusu yine döviz. Piyasadaki dolar muhabbetinden sosyal medya da nasibini alanlardan. Kimi doların geçmişten günümüze yıllık bazda seyrini paylaşıyor, kimi dolar beş değil, on lira da olsa teslim olmayacağız, teslim etmeyeceğiz diye yazıyor, kimi yaptırım uygulayan ABD'ye meydan okuyor, kimi de dolar yükseldikçe neredeyse zil takıp oynayacak bir görüntü veriyor. Kimi de doların nasıl ineceğine dair yorum yazıyor, görüş bildiriyor. Hatta nasıl TL basıyorsak dolar da basarız diyen yıldızımız bile var. Büyük bir çoğunluk ise ne olacak bu ekonominin hali, gidişat hayra alâmet değil dercesine kara kara düşünüyor.
Hasılı millet olarak dolarla yatıp dolarla kalkıyoruz. Ne o bizi bırakıyor, ne biz onu. Onunla da olmuyor, onsuz da. Bizden bir parça olmuş sanki! Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız dolara endeksli. Bu ülkenin yüzde yüz yerli ürününün alım ve satımında bile dolar etkili. Hele şu günlerde aldı başını gidiyor. Eskiden kur gündüz değişir, mesai bittikten ertesi sabaha kadar yerinde dururdu. Hafta sonu ve resmi tatillerde yerinde sayardı. Hatta Ecevit'in başbakan olduğu dönemde Anayasa Mahkemesi bir karar açıklayacağında piyasalar olumsuz etkilenmesin diye cuma 17.00'den sonra açıklama yapardı. Şimdi resmi tatil, hafta sonu tatili, mesai bitimi falan dinlemiyor. Gece bile alıp başını gidiyor. Aslında alıp başını giden dolar değil, bizim paramız. Yani paramız dolar karşısında pul oluyor, eriyor. Daha doğrusu gece-gündüz demeden paramızın alım gücü düşüyor, yani çalınıyor. Bunun adı resmi soygun. İşin garibi TL, dolar karşısında değer kaybetmeyip yerinde saysa ekonomistler, Türk Lirası aşırı değerlendi diye dert yanıyor. Hasılı şu günlerde durmadan değer kaybeden paramız dolar karşısında erise de sorun, değerlense de.
Şimdi gelelim tekrar "Doların durumu malum" sözüne. İçimiz, dışımız, her şeyimiz karşılığı olmayan dolara endeksli ise göbeğimizden bağlı isek milli paramız TL hep dolar karşısında değer kaybedecek ve biz onu koruyamayacak isek ithalat ve ihracatımız dolarla olacaksa yerli ürünlerin piyasasını bile dolar belirleyecekse biz bu Türk Lirasını niçin basar, niçin cebimizde taşır, niçin alışverişte kullanır, niçin altı sıfır atar, niçin korumaya çalışırız? "Para dediğin insanın elinin kiri" deyip kendi milli paramızı kaldırıp dolar kullanalım. Hiç olmazsa dolar indi-çıktı, doların durumu malum demez, dolar almaya-satmaya kalkmayız.
Biliyorum içinizden "Sen kendinde misin, böyle absürt teklif mi olur? Bir milletin bağımsızlığının simgesidir milli para" deyip bana kızacaksınız. Umarım serzenişim böyle anlaşılmamıştır. Farz edelim ki kızdınız. Kızmakta haklısınız. Bana kızarken çağımızın belası dolara bizi zamanında göbekten bağlayanlara da bir güzel kızalım. Unutmayalım ki ekonomide bağımsızlık elde edilmeden tam bağımsızlıktan söz edilemez. Ayrıca kızmak çözüm mü? Paramızın hali pürmelali ortada değil mi? Allah "dost ülke, müttefik ülke, stratejik ortak" denilen (ne demekse) ABD ve onun kirli parası dolardan bizi kurtarsın. İnşallah bir gün dış etkenlerden etkilenmeyen, kendi kendine yeten, ihracat ve ithalât dengesi olan, kendi kendine yeten, üretime dayalı, kırılgan olmayan milli ve bağımsız bir ekonomiye kavuşur ve tam bağımsız bir ülke oluruz.
Hasılı millet olarak dolarla yatıp dolarla kalkıyoruz. Ne o bizi bırakıyor, ne biz onu. Onunla da olmuyor, onsuz da. Bizden bir parça olmuş sanki! Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız dolara endeksli. Bu ülkenin yüzde yüz yerli ürününün alım ve satımında bile dolar etkili. Hele şu günlerde aldı başını gidiyor. Eskiden kur gündüz değişir, mesai bittikten ertesi sabaha kadar yerinde dururdu. Hafta sonu ve resmi tatillerde yerinde sayardı. Hatta Ecevit'in başbakan olduğu dönemde Anayasa Mahkemesi bir karar açıklayacağında piyasalar olumsuz etkilenmesin diye cuma 17.00'den sonra açıklama yapardı. Şimdi resmi tatil, hafta sonu tatili, mesai bitimi falan dinlemiyor. Gece bile alıp başını gidiyor. Aslında alıp başını giden dolar değil, bizim paramız. Yani paramız dolar karşısında pul oluyor, eriyor. Daha doğrusu gece-gündüz demeden paramızın alım gücü düşüyor, yani çalınıyor. Bunun adı resmi soygun. İşin garibi TL, dolar karşısında değer kaybetmeyip yerinde saysa ekonomistler, Türk Lirası aşırı değerlendi diye dert yanıyor. Hasılı şu günlerde durmadan değer kaybeden paramız dolar karşısında erise de sorun, değerlense de.
Şimdi gelelim tekrar "Doların durumu malum" sözüne. İçimiz, dışımız, her şeyimiz karşılığı olmayan dolara endeksli ise göbeğimizden bağlı isek milli paramız TL hep dolar karşısında değer kaybedecek ve biz onu koruyamayacak isek ithalat ve ihracatımız dolarla olacaksa yerli ürünlerin piyasasını bile dolar belirleyecekse biz bu Türk Lirasını niçin basar, niçin cebimizde taşır, niçin alışverişte kullanır, niçin altı sıfır atar, niçin korumaya çalışırız? "Para dediğin insanın elinin kiri" deyip kendi milli paramızı kaldırıp dolar kullanalım. Hiç olmazsa dolar indi-çıktı, doların durumu malum demez, dolar almaya-satmaya kalkmayız.
Biliyorum içinizden "Sen kendinde misin, böyle absürt teklif mi olur? Bir milletin bağımsızlığının simgesidir milli para" deyip bana kızacaksınız. Umarım serzenişim böyle anlaşılmamıştır. Farz edelim ki kızdınız. Kızmakta haklısınız. Bana kızarken çağımızın belası dolara bizi zamanında göbekten bağlayanlara da bir güzel kızalım. Unutmayalım ki ekonomide bağımsızlık elde edilmeden tam bağımsızlıktan söz edilemez. Ayrıca kızmak çözüm mü? Paramızın hali pürmelali ortada değil mi? Allah "dost ülke, müttefik ülke, stratejik ortak" denilen (ne demekse) ABD ve onun kirli parası dolardan bizi kurtarsın. İnşallah bir gün dış etkenlerden etkilenmeyen, kendi kendine yeten, ihracat ve ithalât dengesi olan, kendi kendine yeten, üretime dayalı, kırılgan olmayan milli ve bağımsız bir ekonomiye kavuşur ve tam bağımsız bir ülke oluruz.
* 11/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)