31 Ocak 2018 Çarşamba

Bizim Mahallemize Uğramayan Nimet: Birlik

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” Kur’an-ı Kerim’in Ali İmran Süresinde birlik mesajı veren bu ayet, parçalanmamayı öğütleyen, bir ve beraber olmayı Allah’ın nimeti olarak değerlendiren ve bu nimet sayesinde kardeş olduğumuzu hatırlatan, parçalanmayı ateş çukurunun kenarına benzeten bir ayettir. İşitmiş olamazsınız. Okumuş, ya da dinlemişizdir, hem de defalarca. Anlamını bilmeden kaç defa hatim inmişizdir. Hatipler, vaaz kürsüsünde ve minberde birlik mesajı vereceklerinde bu ayeti anlamıyla birlikte defalarca okumuştur.

Bugün bu ayetin muhataplarının parçalanmışlığını görünce anlaşılan okumuş, dinlemiş, kulak ardı ederek geçip gitmişiz. Yani kendi bildiğimizi okumuşuz. Hiç üzerimize almamışız. Böyle yapmışız ki resmi dini İslam olan, halkın büyük bir çoğunluğu Müslüman olan nerede bir İslam beldesi görseniz sanırsınız ki bu ayet buralara hiç inmemiş ve Müslümanlar bu ayetin muhatabı değiller. Çünkü bölük-pörçüklük paçamızdan akıyor, hem de diz boyu. Hiçbir İslam beldemiz yoktur ki grupçuluk, mezhepçilik, hizipçilik yapmasın ve yaşamasın.

Siyonist güçlerin sömürü yeri ve para deposu İslam beldeleri. Nerede bir çıkar kokusu almışlarsa yaptıkları ilk iş, Müslüman hizipleri birbirine kırdırmak şeklinde başlıyor ve film bu şekilde devam ediyor. Maşa varken ellerini kora sokmuyorlar yani. Birbirimizi kırıp geçiriyoruz, kimse siyonist güçlere düşman olmuyor ve onlara karşı birleşme yoluna gitmiyor, ben Müslüman kardeşime kurşun sıkmam demiyor. Çünkü birbirinden mevzi kapmaya, emperyalistlerin gözüne girmeye çalışıyor. Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan, Pakistan, Afganistan vb. yerler en güzel örneğidir. Siz hiç buralarda ABD askerinin öldüğünü gördünüz mü? Hep birbirini kırıp geçiriyor Müslümanlar. Yaptıkları bu uğraşa, cihat adı veriyorlardır üstelik. Kur'an, sünnet ve fıkıhtan kılıfını da hazırlıyorlardır. Halbuki hiçbir dini umde; bu şekilde adam öldürmeye, kan akıtmaya, fitne çıkarmaya, insanları işinden-aşından etmeye, memleketinden çıkarmaya cevaz vermez. Memleketimizi istila edenlere karşı bir araya gelip, gücümüzü birleştirip topyekûn mücadele edeceğimiz yerde birbirimizle boğuşarak iyice zayıflıyoruz.

Müntesibi olmakla övündüğümüz bu İslam anlayışı ve yaşantımız, bizi düşmanlara karşı maskara ve rezil etmektedir. Biz bu yaşadığımız İslam ile kendi yüzümüzü güldürmüyoruz ki başkasına ışık olalım. Biz birbirimize karşı kedi-köpek gibi boğuşurken, onulmaz yaralar açarken adamlar malı götürüyor. Anlaşılan biz, olayların perde gerisini anlamakta zorluk çekiyoruz, ya da görmek istemiyoruz. Bize “Bu senin düşmanın” diyenlerin dümen suyuna girerek adamların ekmeklerine yağ sürüyoruz. Adamlar iç savaşa karar vermişlerse fitili ateşlemek kalıyor sadece. Biz buna o kadar teşneyiz ki hemen atlıyoruz birbirimizi yok etmeye. Biz birbirimizle kıyasıya savaşırsak bundan kim faydalanacak diye düşünmüyoruz.

Görüntümüz, gidişatımız, hal-i pürmelâlimiz iyi değil maalesef. Rabbim encamımızı hayreylesin. Bizlere feraset, basiret versin, akıl noksanlığı vermesin, olayların perde gerisini görme basireti versin. Bizleri mezhepçilikten, hizipçilikten korusun. Ali İmran 103.ayetin gereğini yapmayı nasip etsin. 31/01/2018, Ramazan Yüce, Konya

Meslek Odaları mı Dediniz?

Bu ülkede ağzını açan bürokrasiden ve atanmışlardan şikayet eder, sorunun kaynağı olarak burada görev yapanları görür. Bence ülkedeki sorunların başında seçilmişler gelmektedir. Seçilmiş derken sadece partilerin başındaki siyasi liderleri kastetmiyorum. Meslek odaları, dernekler, vakıflar, STK'lar, bir cemaatin başında olanlar da siyasilerden farklı değildir. Seçilmiş diye kimse onlar aleyhine pek konuşmaz.

Siz hiç seçilmiş olarak bir koltuğa oturup da sonradan kendiliğinden gittiğini gördünüz mü bu ülkede? Ne mümkün efendim! Gelen gitmemek üzere oturur koltuğa. Gelir gelmez ilk yaptığı da yerinde ebedi kalmak için teşkilatını yukarıdan aşağıya doğru örer ve hep kendine sadık kişiler gelir/getirilir. Bundan dolayı kendisi bırakmadığı müddetçe kimse onları seçim ve sandık yoluyla değiştiremez. Kendi isteğiyle görevini bırakan da yerini istediği kişiye bırakır. Örnek mi istersiniz? Etrafınıza bir bakarsanız örneklerin en alasını görürsünüz.

Bir siyasi partiyi düşünün. Hepsi iktidara gelip bu ülkeyi yönetmek için parti kurar. Yüzlerce partinin içerisinde yarışa girerler, sadece bir tanesi iktidarı göğüsler, diğerleri büyükten küçüğe ana muhalefet, muhalefet, meclis içi ve meclis dışı olarak sıralanır. Girdiği tüm seçimlerde başarılı olmamasına rağmen bir partinin liderinin değiştiğini göremezsiniz. Çünkü beslediği delege ve teşkilatı sapasağlam arkasında durur. Liderin karşısında aday olan sadece konu mankeni olur.

Siyasileri bir tarafa bırakalım, meslek odalarının başına geçen kişiler seçim yoluyla değişir mi? Bu da mümkün değil. Koltuğu ele geçiren tepeden tırnağa kendisine bağlı kişilerle çalışır, onlar onu destekler, o da kendisini destekleyenleri. Kendini sağlama aldıktan sonra babasının çiftliğinde göremediği rahatlığı bulur orada. İstediği şekilde yönetir, istediği şekilde hor kullanır bu amme çiftliğini. Dilerse yediği kaba pisler. Kim ne karışır ki? Üyelerden gelen parayı istediği şekilde kılıfına uydurarak harcar, odasıyla ilgili olsun veya olmasın istediği açıklamayı yapar. Vatandaştan veya Türkiye’deki yaşayanların hepsinden tepki bile toplasa kimseyi takmaz. Kanunu, kuralı, hakimi, savcısı, kamuoyu, ahlak ve etik değerleri vız gelir kendisine. Çünkü kendisini seçen üye ve delegeleri var, mühim olan onların oylarını almak. Vatandaş oy vermiyor ki onlara. İdeolojisinin izlerini son raddesine kadar odanın iş ve işleyişinde görürsün. Benden bu kadar demediği müddetçe orada hizmet eder. Kazara gitmeye kalksa da yerine sadık birini bırakır gider. Arka planda yine o yönetir.

Bu ülkede babadan oğla geçen ağa değişmez, STK’nın başındaki değişmez, bir holdingin başındaki yönetim kurulu başkanı değişmez, dernek ve vakıf başkanı değişmez. Bunları ancak oradan ölüm ayırır. Bir silsile takip eden tarikatlarda bile son yıllarda ölürken yerine oğlu, kardeşi, damadı vb kimseler geçer oldu. Adına hizmet dedikleri bu yerler, birilerine hizmet eden yerler olarak devam ediyor maalesef.

Seçimle gelenlerin seçimle gitme istisnası yok mu? Var elbette. Fakat devede kulak misalidir bunun örnekleri…. İnsanlığın kötünün iyisi dedikleri demokrasilerdeki seçim, özellikle Doğu toplumlarında böyle. Yine en iyi seçim, vatandaşın önüne gelen genel seçim sandıklarıdır. Kredi verdiğinin savsakladığını görünce vatandaş, onu kızağa çekmesini de iyi biliyor.

Eğer sen de gelip gitmemek üzere bir koltuk arıyorsan, hemen bir meslek odasının başına kapağı atmaya bak. Hem bir elin yağda, diğeri balda olur; kendin ihya olduğun gibi sülaleni de ihya edersin buralarda. Bu kıyağımı da unutma! Odanın başına geçince beni de biraz nemalandırırsın umarım… 31/01/2018, Ramazan Yüce, Konya

29 Ocak 2018 Pazartesi

"...olmasaydı olmazdık"

Normal şartlarda insanlara nasihat ederken sevgi ve nefrette aşırı gidilmemesi gerektiğini söyleriz. Çünkü her ikisi de gözü kör eder, olaylara daha soğukkanlı bakmanın önüne geçer. İş başa düşünce akıl veren biz de sevgi ve nefrette aşırıya kaçabiliyoruz. Aşırı sevgi, kişiyi vazgeçilmez, onsuz olmaz gördüğümüzdendir. Nefret de ise kişi ya da kişilere ön yargıyla bakmamızın etkisi büyüktür. Bu yazımda nefretten ziyade aşırı sevgi üzerinde durmak istiyorum. Bunun örneklerini dinde, siyasette ve devlet adamlığında görebiliyoruz. 

Hz Muhammed vefat edince onun ölümünü kabullenemeyen Hz Ömer, "Kim onu öldü derse kellesini uçururum" diyerek ortaya atılmıştır. Bunu gören Hz Ebubekir, "Kim Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki o; ölmüştür, kim Allah'a ibadet ediyorsa bilsin ki o, diri ve bakidir" diyerek Ömer'i sakinleştirmiştir.

Halkımızın arasında birçok kitaba girmiş, çoğu kimsenin hadis diye rivayet ettiği bir söz çok meşhurdur: "Sen olmasaydın, bu alemi yaratmazdım." Kim için söyleniyor bu? Hz Muhammed ile ilgili. Pekiyi doğru mu bu söz? Asla ve kat'a doğru olamaz. Zira insanın dünyaya gönderiliş ve yaratılış amacına aykırıdır. Çünkü Allah, hiç kimse için alemi yaratıp yok etmez. İşin garibi aslı olmayan bu söz, dini bildiğini sandığımız çoğu kimsenin ağzında doğru söz olarak söylenip duruyor.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal için de bazı kişiler, "O, olmasaydı bugün biz olmazdık, Türkiye diye bir devlet olmazdı, bugün hala bir devletin esareti altında yaşardık. Bugünkü mevcut durumumuzu ona borçluyuz. O; ölmedi, sonsuza kadar gönlümüzde yaşayacaktır..." şeklinde konuşur.

Başka kişilerle ilgili benzeri sözleri de duymuş olabilirsiniz. Yazımda Hz Muhammed ve Mustafa Kemal ile ilgili halkın baktığı bakış açısından iki örnek verdim.  Ben bu tür bakışı uygun görmüyorum. İnsanlara insan üstü bir özellik atfedilmesinin bir sonucudur bu. Allah evreni yaratırken evren yasaları dediğimiz fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasaları koymuştur. Hiç kimseye farklı bir muamele yapmaz. O yüzden her insanı abartmadan kabul etsek fena olmaz diye düşünüyorum. 29.01.2018, Ramazan Yüce, Konya