24 Ocak 2018 Çarşamba

Diplomaside 'endişe' dili *

Ne zaman iki ülke arasında savaşı çağrıştıracak bir gerginlik baş gösterse taşın altına elini sokmayan ülkelerden "Bu durumdan endişeliyiz, tarafları sükunete davet ediyoruz." şeklinde ilk açıklamalar gelir. 

"Endişelenmek" diplomaside bir dil olsa gerek. "Beni bu işe karıştırmayın, bizden bir şey beklemeyin, ne haliniz varsa görün"  demektir. İnisiyatif almamak gibi bir şey. Kolay kolay hiçbir ülke açık konuşmaz, bir ülkenin tarafını tutmaz. İki tarafa da mavi boncuk dağıtır. Kamuoyuna açıklama bu şekilde yapılırken bazı ülkeler el altından iş çevirmeye çalışır, birbirlerine heyetler gider gelir. Bir yol haritası belirler. Hatta bazı ülkeler işin tam içerisindedir. Arka taraftan çevirdiği kadar iş çevirir, arı kovanına çomak sokar gibi karıştırır. Sonra basının karşısına geçip 'endişeliyiz' açıklaması yapar.

‘Endişeliyiz’ diyen ülkelerin bazısının elinden bir şey gelmezken gerginliği tırmandırmayın derdindedir “endişeliyiz” derken. Bazılarının endişesinin altında ise başka hesaplar olur. ABD bunlardan biridir. Üstelik kendisini dünyanın kabadayısı olarak gördüğü için dünya barışının da hamisi olarak görür. Bir de kendisine haber verilmeden ortamı germek, işi savaş boyutuna götürmekten pek hoşlanmaz. Çünkü habersiz gerginlik kendisinin zoruna gider. Ne de olsa dünyanın kelek keseni. Onun haberi olmadan dünyada yaprak bile kıpırdamaması gerekir. Hele gerginlik bir de Ortadoğu’da cereyan ediyorsa mutlaka onun izni alınmalıdır. Çünkü Ortadoğu’da hala onun borusu ötüyor. Savaş çıkaracaksa kendisi çıkarır, birilerini savaştıracaksa o savaştırır. Hele bir de kendisinin maşası olan örgütlere karşı bu operasyon yapılacaksa yerden göğe kadar hakkıdır endişelenmek. Niçin endişelenmesin ki, yıllardır besleyip büyüttüğü, tırlar dolusu silah verdiği, ağzına bir parmak bal çalarak kendisi için savaştırdığı örgüte bir zarar gelmesi demek, bir çuval incirin berbat edilmesi demektir. Daha bu gücü nerelerde kullanacaktı üstelik. Bu yüzden endişelenmesi lafta değil, derindir.

Türkiye’nin terör yuvası haline gelen Afrin’e yapacağı operasyonda da bu derin endişeyi taşıdı, hala da taşımaya devam ediyor. Hatta Afrin dışından PKK’ya destek olmak için gelenlere de “Sakın ola ki Afrin’e yardım etmeye kalkmayın, oradakiler ölecek, siz bari ölmeyin. Siz de bu ayak işlerini yapma azmi varken tüm gücünüzü Afrin’de bitirmeyin. Daha ben sizi ne pis işlere alet edeceğim…” şeklinde gözdağı vermek istedi. ABD bu açıklamayı yaparken ABD adına meccanen çalışan terör örgütü ise ‘Ben önemliyim, ben olmasam ABD bir şey yapamaz, üstelik tehlikeye karşı beni koruyor, sağ ol, var ol ABD’ diyerek ağzı kulaklarına değiyor.

ABD, bu ‘endişe’ diplomasisi ile bir taraftan PKK’ya göz kırpıyor, diğer taraftan da sınırlı sayıda bir operasyona izin vererek ‘Senin de endişeni anlıyorum’ diyerek Türkiye’ye göz kırpıyor. Yani ABD, sahada kim varsa hepsine mavi boncuk dağıtıyor. Hangisi galip gelirse ABD kazanmış oluyor. ABD ve diğer devletlerin çoğu zaman kullandığı bu ‘endişe’ diplomasisinden Türkiye yetkililerinin de faydalanması yerinde olur kanaatini taşıyorum. Güçler dengesinde tutunabilmek, yol haritasını revize etmek için gereklidir diye düşünüyorum. 24/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya



* 29/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Ocak 2018 Salı

Hata ve Yanlışlarımızla Yüzleşebilmek ***

İnsanoğlu, nisyan ile maluldür. Hepimiz hata ve yanlışlar yaparız. İlk insan ve ilk peygamber bile hata yaptığına göre biz hayli hayli yaparız. Çünkü hiçbirimiz hatadan beri değiliz. Zaten dünyaya insan olarak gelip de hata yapmayan yoktur. Ben hiç hata yapmadım, pişman olacağım bir şey yapmadım diyen çok iddialı konuşmuş, boyundan büyük laf etmiş demektir. Bu tip insanlar kendini tanımayan ve vicdanının sesine kulak vermeyen kişilerdir. 

İnsan olarak hata ve yanlış yaparız. Önemli olan hatada ısrarcı olmamak, farkına vardığımız zaman hatayı terk etmektir. Zaten Allah Teala’nın da istediği budur. Zira sık sık Kur'an'da "Allah tövbe edenleri sever" buyurmaktadır. Tövbe etmenin Türkçesi özür dilemektir. Bazılarının kibri, özür dilemeye mani olsa da özür, bir erdemliliktir. Her kişi yaptığının yanlış olduğunu kabul etse de kolay kolay özür dileyemez. Çünkü kibir ve enesi buna engel olur. Bazıları da peynir-ekmek yer gibi özür diler ama aynı hatanın benzerini defalarca yapmaya devam eder. Bu tipler, özür dilese de özrü hem Allah katında, hem de insanlar nezdinde pek makbul olmaz. Çünkü samimi değildir.

Tövbenin kabulünde dinimiz dört şart ileri sürer. Tövbenin olmazsa olmaz şartlarıdır bunlar. Nedir bu şartlar derseniz? 1. İşlenen suç ve günahı terk etmek, 2. Bu suçu bir daha yapmamaya söz vermek, 3. Yaptığı hatadan veya işlediği suçtan dolayı pişmanlık duymak, yani nedamet duymak. 4. İşlenen suçta kul hakkı var ise helallik dilemek. Bu dört şartı yerine getiren nasuh bir tövbe ile tövbe etmiş ve işlediği günahları işlememiş gibi olur. Nitekim peygamberimiz, "Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur" buyurmaktadır. Tövbe edeni Allah sevdiği gibi insanlar da sever.

Tövbe ile ilgili bu kısa açıklamadan sonra günümüzde hemen hemen toplumun büyük kesimini suça iten, suça bulaştıran bir yapı var. Şimdilerde gerçek yüzü ortaya çıkmış ve terör örgütü kapsamına alınmış bir örgüt, FETÖ'den bahsediyorum. Bu örgütün kullandığı kesim dindar ve mütedeyyin insanlar. Bu örgütün gerçek suçluları darbeden önce kaçtı bu ülkeden. Suçüstü yakalananlar ise içeride. Kimi cezasını aldı, Kimi de hala yargılanıyor. Bu yapının içinde şu ya da bu şekilde yer almış, ibadet kesimi diye tabir edilen bir kesim var. İçimizde sessiz ve sakin yaşamaya devam ediyorlar. İçlerinden ne kadarı bu yapıyla ilişkisini kesti bilmiyorum ama dikkatimi çeken bir şey var. Hepsi sessiz. Ne “FETÖ, bir terör örgütüdür” dediklerini duyuyorum ağızlarından, ne de “Bu adamlar bizi kandırmışlar” dediklerini işitiyorum. Ne kandırdık, ne kaldırıldık diyorlar. Ruh gibiler. Bu kadar sessiz olmaları garibime gidiyor. Görevden atılıyorlar, tık yok. Açığa alınıyorlar, yine tık yok. İçeri alınıyorlar, bildiğimi anlatacağım diyen yok. İtirafçı olan: Ben itirafçı oldum, bildiğimi aktardım, devlete yardımcı oldum, pişmanlık duyuyorum demiyor. Gerçekten ne biçim adam bunlar? Çözemedim gitti. Deseler ki "Gülen, iyi bir adamdır, onun terörle bir ilişkisi olmaz" veya "Bu Gülen denilen adam; din-diyanet, ayet-hadis okuyarak bizi kandırmış, ben onu tanıyamamışım, ülkenin verilmiş sadakası varmış" deseler, inan kendilerini tebrik edeceğim. Çünkü en azından bir duruş sergiliyorlar diyeceğim. Helal olsun, önemli olan gerçeği görmek, geç de olsa bunu gördünüz diyeceğim.

İçlerinde ne fırtınalar kopuyor bilmiyorum ama bu sessizlik hayra alamet değil. Yoksa şok mu geçiriyorlar, ya da ilaçla mı bu kadar sakin ve sessiz duruyorlar? Niçin bir öz eleştiri yapmıyorlar? Yoksa belli etmedikleri bir kibir mi var kendilerinde? Belki de gerçekle yüzleşmek istemiyorlardır. Ben onların yerinde olsam adam gibi yüzleşir, öz eleştiri yapar, "Kandırıldım; bu ülkeye el kaldıran, silah çeken, bu ülkenin ekonomisini çökertmeye çalışan, bu ülkeyi dışarıda zor bırakmak için elinden geleni ardına koymayan, benim cemaat veya hizmet hareketi olarak gördüğüm bu yapı CIA'nin ayak takımıymış. Yazıklar olsun! Lanet olsun bunlara! Ben çok safmışım, Allah beni affetsin, tüm uyarılara rağmen bu yapının içinde kaldığım her bir saniye için bu milletten binlerce özür dilerim" der, içten gözyaşı dökerdim. Çünkü pişmanlık gözyaşı dökmek demektir. Ama heyhat ki bu kişiler bu görüntüleriyle yüzleşmekten çok uzak görünüyorlar. 23/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya

*** 22/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Biri, ABD’ye bunu çoktan söylemeliydi! *

Türkiye Afrin’e girdi girecek derken hop oturup hop kalkan bir ülke vardı: ABD. Kaç gündür açıklama üstüne açıklama yapıyor: “Türkiye’nin Afrin’e girmesini onaylamıyoruz…Afrin bizim alanımızda değil…Hedef Afrin değil, DEAŞ olmalı…Türkiye’nin sınır güvenliğini önemsiyoruz…Endişelerini anlıyoruz…Biz PYD/YPG ile bir sınır kuvveti oluşturmak istiyoruz…PYD ile bir sınır gücü oluşturmayacağız…Türkiye’nin Afrin’deki operasyonu sınırlı olmalı, süre belli olmalı…” gibi.

“Derdi ne bu ABD’nin bu kadar? Afrin sevdası nereden geliyor?” derseniz, 1980’den beri kurup büyüttükleri, devasa bir güç haline getirdikleri, Türkiye’ye karşı vurucu güç olarak kullandıkları ve Suriye’deki kirli savaşta kendileri adına savaşa sürdükleri bir PKK var orada. İkinci Kandil görevi görüyor. Hazır kıta Afrin’de Amerika’nın emrini bekliyor. Ne zaman “Türkiye’de kan akıtın” dediği zaman “Başüstüne” deyip ülke içinde terör yapıyor nasılsa bu örgüt. Tüm derdi bu örgütün zayıflaması. Bu örgüt zayıflarsa kendisi zayıflayacak, buralarda borusu ötmeyecek. Halbuki bu menfur terör örgütü sayesinde bu bölgede hep top koşturdu. Türkiye’yi 40 yıldır bu örgütle oyaladı. İçeride 40 bin insanımızı bu örgüt eliyle öldürdü. Amaç, terörle boğuşan bir Türkiye’yi oyalamaktı. Çünkü Türkiye, terörle uğraşırsa dışarıya güvenle bakamaz, masalarda oturamazdı. Suriye ve Irak tarafından PKK, FETÖ vasıtasıyla içeriden Türkiye’yi kendi başına karar alamaz ve yerinden divelenemez hale getirmekti niyeti. Hendek savaşı da buydu, 15 Temmuz da buydu. Ayağa kalkmaya çalışan bir Türkiye’yi, beslediği beslemeleri sayesinde ayağa kalkamaz hale getirmekti. Ama hepsi geri tepti şükürler olsun!

Türkiye’nin ABD’yi dinlemeden başlattığı ‘Zeytin Dalı Harekâtı’ ABD’nin aklını başından aldı. Ne yapacağını şaşırdı. Çünkü sınırımızın dibinde bize karşı kullanacağı ve kırk yıldır bize karşı kullandığı PKK’ya operasyon yapılacaktı. Besleyip büyüttüğü, daha birçok yerde kullanacağı çocuğunun bu şekilde heba edilmesini istemiyordu. İşte o yüzden “Türkiye’nin endişesini anlıyoruz, harekat, sınırlı olmalı, süresi belli olmalı…” gibi ardı arkasına açıklama yaptı ABD. Çünkü Türkiye’nin bu harekâtı, bir çuval inciri berbat edecekti. Halbuki yeni silahlar vererek iyice güçlendirmişti.

ABD, Türkiye’yi eski Türkiye sanıyor, Kıbrıs Harekâtında olduğu gibi ‘çekilin’ deyince çekilecek bir Türkiye var sanıyor. Kusura bakmasın, Türkiye o emir almaları, geride bıraktı. ABD’nin bu isteklerine Türkiye, birinci ağızdan “Afganistan'da sizin süreniz belli oldu mu? Irak'ta bitti mi bu süre? Hala Irak'tasınız.” dedi ve kitabın ortasından konuştu. Ne demek istedi Türkiye? “Sen bana Afrin operasyonunu sınırlı tut, süreli olsun, eskisi gibi dağı-taşı bombala, sonra da çek git diyorsun. Bu sınır sende yok mu? Sen hala Afganistan’dasın, hala Irak’tasın, gitmeye de niyetin yok. Senin süren dolmadı mı? Sana bu dünyada süre ve sınır yok mu?..” demek istedi. Helal olsun! Bunu birilerinin ABD’ye söylemesi gerekiyordu. Şükür ki bizim bir numaramıza nasip oldu. Aslında bu sözü yıllardır birileri ABD’ye söylemesi gerekiyordu. Kral çıplak olduğu halde dünyanın sessizliğinden ABD, bu kirli savaşlarını yönetiyordu. Nasılsa kimseden tık yoktu. İşte Anadolu’dan bir yiğit çıkar, kendini büyük ve itibarlı sanan koca ABD’ye böyle cevap vererek, sorular sorarak haddini bildirir ve onurunu ayaklar altına alır.

Adam ne desin daha? “One minute” dedi anlamadınız, “Dünya beşten büyük” dedi anlamadınız. “Doğu Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapamazsınız” dedi, anlamadınız. Hep gücünüze güvendiniz. İşte “Sen ne zaman Afganistan’dan, Irak’tan gideceksin” sözleri sizin birçok şeyleri anlamanız için yeter de artar bile. Çünkü köprülerin altından çok sular aktı sayın kovboy! Kendinizi yenileseniz, dünyaya rağmen iş ve film çevirmeye kalkmasanız, Ortadoğu’dan elinizi çekip kendi yağınızla kavrulsanız iyi olacak. Yoksa siz bu balyoz gibi inen sözleri daha çok duyacaksınız bizimkinden. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.” 23/01/2018 Ramazan Yüce, Konya

* 24/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.