16 Aralık 2017 Cumartesi

Bir Neslin Cinneti *

İzmir'in Ödemiş ilçesinde Çok Programlı Lise adı verilen bir lisenin müdürü, okuldan uzaklaştırma cezası alan iki öğrencisi tarafından pompalı tüfekle öldürüldü.

Ödemiş'te görev yapan okul arkadaşımın sosyal medyadaki paylaşımından anladığıma göre bu öğrenciler "Her gün elindeki silahla poz veriyor ve öğretmenine parmak işaretiyle görürsün sen..." diye tehditler savuruyormuş. Anlayacağımız bu feci ölüm göstere göstere gelmiş. Üstelik bu işi, okul dışında müdür okula giderken, gelirken tenha bir yerde yapalım bile düşünmemişler. Okula, müdür odasına ellerinde silahla geldiklerine göre bu işi planlayarak yapmışlar ve karakola giderek teslim olmuşlar.

Olayın iç yüzünü bilmiyoruz. Haberlerde detaya yer verilmemiş. Çünkü olay tazeliğini koruyor. Olan bir eğitimci daha öldü. Bu son olur mu? Sanmıyorum perşembenin gelişi, çarşambadan belli. Gelmekte olan büyük tehlikenin öncü kuvvetleri bunlar. Lokal bir olay hiç değil. Belirli periyotlarla Türkiye’nin değişik okullarında bu tür olaylara maalesef daha sık rastlamaya başladık. Daha haziran ayında devamsızlığını silmediği için Adana’da öğrencisi tarafından okulun müdür yardımcısı bıçaklanmıştı. Okumaya geçen öğrencisine makas attığı için 24 Kasım Öğretmenler Gününde çocuğun babası, yanına aldığı dört kişiyle birlikte öğretmene hanımının gözü önünde bir araba sopa atmıştı. Boyun kemiği kırılan öğretmen yoğun bakımdaydı. Akıbetini bilmiyoruz.

Gelmekte olan bu gençlik ‘Z’ neslidir. Bilgisayarın, tabletin, cep telefonunun ustası ve hastasıdır. Hayatlarında sokak yoktur, arkadaş edinme yoktur. Oyunları bile dijital. Fakiri de aynı, zengini de. Yoktan anlamaz. Bu nesil ne bizim neslimiz, ne de bizden sonraki yetişen nesil. Farklı mı farklı, özel mi özel. Öz güveni tavan yapmış, hızını alamayıp densizliğe doğru gidiyor. Ne durdan anlar, ne de duraktan. İstediği her şey olacaktır. El bebek, gül bebek  büyütülen, hazır yiyici bir nesildir. Aşırı korumacıdır bu neslin anne ve babası. Arkalarında da bunları koruyan en büyük destekçisi devlettir, onun koyduğu kanunlarıdır. Empatiyi kendisine bekleyen ama karşı tarafın da empatiye ihtiyacı olduğunu düşünmeyen bir nesildir bu ve bunları yetiştirenler. Kendisine ve çocuğuna şiddeti reva görmeyen, ama sorununu şiddetle çözmeye kalkan bir ordu var karşımızda. Bunların en büyük destekçisi, okullarda olan en ufak bir olayı, küçücük bir şiddeti deve yapan koskoca bir anne-baba, basın ve medyadır. Öğrenci ne yaparsa yapsın daima haklıdır, öğretmen ve idareci daima suçludur bilinçaltının bir sonucunu yaşıyoruz elan. Bir bakarsın; bir kediye, bir köpeğe merhameti tavan yapmış yufka yürekli bir nesil, öbür taraftan öğretmenini gözünü kırpmadan öldüren gaddar bir nesil. Taşıdıkları taban tabana zıt iki bünye, iki kalp. Bu nesli yetiştirmeye ne devletin, ne anne babanın, ne de öğretmenlerin gücü yeter. Çocuk yetiştirmedeki tüm bildiğimiz ezberleri bırakıp farklı yol, yöntem ve metotlar bulmalıyız hepimiz.

Niyetim suçlu ve sorumlu aranmak değil. Ama ortada bir suçlar zinciri var. Arkası da gelecek. Bu, daha iyi günlerimiz. Biz ne yaptık, ne ettik diye hiç dövünmeyelim. Gelin hep beraber birbirimizi suçlamadan bu gelmekte olan tehlikeden nasıl kurtuluruz; çocuklarımızı nasıl geleceğe, hayata hazırlayabiliriz, bunun üzerine kafa yoralım.

Bu nesle sorumluluk verelim, sevdiği işi yaptıralım nefret ettirmeden. Herkesi okutacağız sevdasından vazgeçelim. Zira zorla güzellik olmaz. Okumak istemeyene, okumamak için direnene illaki okuyacaksın, diploma sahibi olacaksın diye dayatmayalım. Çoluk-çocuğumuzu koruyalım ama sınırını koyalım, aşırı korumacılıktan kaçınalım. Okullarda sıkı bir eleme yapalım. Lise okumayı zorunluluktan çıkaralım. Eğer tedbir almazsak yakın zamanda tüm anne-babalar, devlet, eğitimciler, basın vb hep beraber kına yakarız bu yetiştirdiğimiz nesilden dolayı. 16/12/2017 Ramazan YÜCE

*18/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Aralık 2017 Cuma

Kadınlar da Cuma Namazına Gitseler Ne Olur!

Derse girdigim, namaza gittiğim zamanlar telefonumu sessize alırım genelde. Hele cemaatle namaz için camiye girdiğimde hep sessize alırım. Ne zaman ki unutur, ya da bu saatte kim arayacak diyerek ihmal ettiğim telefonumu sessize alma işi beni hiç yanıltmadı. Tam namaza durduğumda 'Ya bir arayan olursa' diye içime damar dammaz mutlaka biri arar.

Sabah 07.30'dan itibaren girdiğim dersim cuma namazı öncesi bitti. Bu zaman diliminde ne arayan oldu, ne de soran. Her teneffüste arayan soran var mı diye telefonuma bir göz attım. Rutin cuma mesajları geliyordu sadece. Hem de resim formatında olanı.

Dersten sonra abdestimi alıp camiye girdim. Telefon Ramazan! Yok ya, kim arayacak cuma vakti dedim kendi kendime. Yeter ki aklıma gelsin. Namaz kılarken çalmaya başladı. Ne yapacaktım şimdi? İmam bir taraftan okudu, benim telefon bir taraftan çaldı. Bereket kısa bir çalmadan sonra kesildi. Hele şükür! Arayan insafa geldi, çaldırmayı bıraktı dedim. Namaza devam ettim. Ama kimdi bu münasebetsiz  saatte arayan? Ver namaza kendini verebilirsen. İmam okudu, ben düşündüm. Beni aramazdı kimse. Hele cuma vakti. Acaba bir ölüm kalım mı vardı? Yoksa GSM operatörlerinin bir densizliği mi veya pazarlama firmalarının işgüzarlığı mı derken namaz bitti. Ne olur ne olmaz, az sonra bir daha aranırım derken telefonuma sarıldım. Sessize alırken merakımı da giderdim. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. Arayan ne 444'li idi, ne de 850 ile başlayan. 

Bu arada tamamen dikkatimi dağıtan bu telefona vermedim kendimi. Zira imam gıybetten bahsetmişti hutbede. Namazda da Hucurat Süresinde geçen 'gıybet' ayetini okudu. İkinci rekatta ne okumuştu? Şimdi de onu düşünüyorum.

Son sünneti kıldıktan sonra namazdan çıktım. Çıkardım telefonu cebimden. Kimin nesiymiş, önemli bir durum mu var diyerek aradım beni arayanı. Bir bayan sesiydi telefondaki ses. "Okulu arayacak iken yanlışlıkla beni arayan" bir veliymiş. Ne cuma vakti zamansız aradım dedi, ne de derdini anlattı, kusura bakma dedi, o kadar. Demek ki benim telefonumu aradıktan sonra cevap veremeyince ardından okulu aramış.

Konuşmasından günlerden cuma, vaktin de cuma vakti olduğundan bile habersizdi veli. Çünkü bayandı. Cumaya yazılık yapma ve cumaya gitme diye bir sorumluluğu yoktu. Nasılsa cuma erkeklere farzdı. Kılsın da nasıl kılarsa kılsın.

Bayanlardan cuma vakti telefon gelmesinin önüne geçmenin yolu, onları da cumaya çekmek. Zaten hemen hemen her kulvarda varlar. Girmedikleri tek yer, cuma ve bayram namazları kaldı. Buraya da gelmeye başlarlarsa halka hem tamamlanmış, hem de cuma vakti telefon açmaya vakitleri kalmamış olur. Yok bayanlar cumaya da gelirlerse yer sorunu ortaya çıkar, eski köye yeni adet getirip başımıza iş açma denirse, en azından cuma vakti telefon açma ve telefonla oynama yasağı getirilsin onlara.

Mübarek! Haydi cumaya gitmedin, erkekler gidiyor biliyorsun. En azından telefona sarılırken vakit, erkeklerin cuma vakti desen, az sonra arayayım desen ne olur! Haydi yurtdışından veya il dışından arayan biri olsan, saat farkı var; vaktin cuma zamanı olduğunu bilmiyor diyeceğim. Güpegündüz Konya'dan arıyorsun be kardeşim! Haydi günün cuma, vaktin de cuma vakti olduğunu hatırlayamadın, birbiri arkasına verilen selaları da mı duyup ayıkmadın. 

Bari bir iyilik yap bana. Namaz kıldığım camiye git, imamı bul. Ona, 'Hocam bugün cuma namazının ikinci rekatında ne okudun?' de. Öğrendikten sonra yine bana telefon açıp söylesen... Bu iyiliği bekliyorum senden. 

Senin bu yaptığın kulağıma küpe olsun. Bir daha mı? Telefonumu kapatmadan girmem camiye. 

Sahi, benim namaz oldu mu şimdi? Oldu derseniz hayır duamı alırsınız. Yok olmadı derseniz, be kadın gördün mü yaptığını?Mübarekler, bana bir şey söyleyeceğinize bu kadına da bir şey söyleseniz olmaz mı?15.12.2017 Ramazan Yüce

14 Aralık 2017 Perşembe

Müslümanların Başat Sorunu

Müslümanların bugünkü içler acısı durumunun baş sorumlusu halkı Müslüman ülke liderleridir. İslam’ın ve Müslümanların önündeki en büyük engel bu liderlerdir. Topu taca atarak sağdan soldan sorumlu veya düşman aramaya gerek yok.

Dünyaya dizayn veren, dünyayı sömüren ileri ülkeler, İslam dünyasının güçlü olmasını, birleşmesini, bir araya gelmesini istemez. Zaten bu yüzden bölüp parçalamışlar bizi. Bunda herkes hemfikirdir. Parçaladıkları her bir toprak parçasının başına menfaatlerini devam ettirecek bizden görünen liderlere emanet etmişlerdir. Zira kendileri yönetmeye devam etse hem tepki çeker, hem de maliyetlidir.

Durum bu iken bizler çoğu zaman Batı ülkelerine, ABD’ye ve İsrail’e kızar köpürürüz. Kızalım kızmasına. Çünkü bizi bize bırakmayanlar bunlardır. Ama bunlardan daha fazla kendi liderlerimize kızmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bize düşman olanlar bizi zayıf düşürmek, bölmek, daha kolay yönetmek için her yolu deneyecektir. Bu aşamada içimizden lider seçilmiş veya seçtirilmiş olanlar ne yapıyor? Güçlenmemizi istemeyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Halkı ya baskı altında tutarak ya da ikna etmek için varlar orada. Onların misyonu bu. Zaten bağımsız değiller, kendi başlarına karar veremezler, vermek isteseler de buna izin vermezler. Koltukta oturmaları ABD’nin ve Batı’nın bir dediklerini iki etmemeden geçtiğini çok iyi biliyorlar.

O zaman sorun içimizde. Bizden görünen bizim yöneticilerde. Ne yapıp ne edip kendi koltuğu için değil; İslam’ı, Müslümanları dert edinen milli insanları başımıza geçirmeden geçiyor bunun yolu. Başımızdakilerden ne şekilde kurtulmamız gerekiyorsa işe oradan başlamamamız gerekiyor. Yoksa oturduğumuz yerden durmadan dış güçlere kızmaya, öfkelenmeye devam ederiz. Bunun da sorunun çözümüne katkısı olacağını düşünmüyorum. Bağımsız olmamızın, özgür olmamızın, ayaklarımız üzerinde durmamızın yolu budur. Ancak bundan sonra şahsiyetli bir dış politika izlenir. Bu da ayakları yere basan ve Müslüman camiasını memnun eden bir yol olur. İşte bu, İslam’ın ve Müslümanların şahlanışı demektir. İşte o zaman içimize çomak sokanlar korksun. Çünkü koltuk sahipleriyle halk aynı idealde buluşacak, bütünleşecektir. Biz, bir ve beraber olursak dış güçler asla bize zarar veremezler. 14/12/2017 Ramazan YÜCE