Ana içeriğe atla

Kadınlar da Cuma Namazına Gitseler Ne Olur!

Derse girdigim, namaza gittiğim zamanlar telefonumu sessize alırım genelde. Hele cemaatle namaz için camiye girdiğimde hep sessize alırım. Ne zaman ki unutur, ya da bu saatte kim arayacak diyerek ihmal ettiğim telefonumu sessize alma işi beni hiç yanıltmadı. Tam namaza durduğumda 'Ya bir arayan olursa' diye içime damar dammaz mutlaka biri arar.

Sabah 07.30'dan itibaren girdiğim dersim cuma namazı öncesi bitti. Bu zaman diliminde ne arayan oldu, ne de soran. Her teneffüste arayan soran var mı diye telefonuma bir göz attım. Rutin cuma mesajları geliyordu sadece. Hem de resim formatında olanı.

Dersten sonra abdestimi alıp camiye girdim. Telefon Ramazan! Yok ya, kim arayacak cuma vakti dedim kendi kendime. Yeter ki aklıma gelsin. Namaz kılarken çalmaya başladı. Ne yapacaktım şimdi? İmam bir taraftan okudu, benim telefon bir taraftan çaldı. Bereket kısa bir çalmadan sonra kesildi. Hele şükür! Arayan insafa geldi, çaldırmayı bıraktı dedim. Namaza devam ettim. Ama kimdi bu münasebetsiz  saatte arayan? Ver namaza kendini verebilirsen. İmam okudu, ben düşündüm. Beni aramazdı kimse. Hele cuma vakti. Acaba bir ölüm kalım mı vardı? Yoksa GSM operatörlerinin bir densizliği mi veya pazarlama firmalarının işgüzarlığı mı derken namaz bitti. Ne olur ne olmaz, az sonra bir daha aranırım derken telefonuma sarıldım. Sessize alırken merakımı da giderdim. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. Arayan ne 444'li idi, ne de 850 ile başlayan. 

Bu arada tamamen dikkatimi dağıtan bu telefona vermedim kendimi. Zira imam gıybetten bahsetmişti hutbede. Namazda da Hucurat Süresinde geçen 'gıybet' ayetini okudu. İkinci rekatta ne okumuştu? Şimdi de onu düşünüyorum.

Son sünneti kıldıktan sonra namazdan çıktım. Çıkardım telefonu cebimden. Kimin nesiymiş, önemli bir durum mu var diyerek aradım beni arayanı. Bir bayan sesiydi telefondaki ses. "Okulu arayacak iken yanlışlıkla beni arayan" bir veliymiş. Ne cuma vakti zamansız aradım dedi, ne de derdini anlattı, kusura bakma dedi, o kadar. Demek ki benim telefonumu aradıktan sonra cevap veremeyince ardından okulu aramış.

Konuşmasından günlerden cuma, vaktin de cuma vakti olduğundan bile habersizdi veli. Çünkü bayandı. Cumaya yazılık yapma ve cumaya gitme diye bir sorumluluğu yoktu. Nasılsa cuma erkeklere farzdı. Kılsın da nasıl kılarsa kılsın.

Bayanlardan cuma vakti telefon gelmesinin önüne geçmenin yolu, onları da cumaya çekmek. Zaten hemen hemen her kulvarda varlar. Girmedikleri tek yer, cuma ve bayram namazları kaldı. Buraya da gelmeye başlarlarsa halka hem tamamlanmış, hem de cuma vakti telefon açmaya vakitleri kalmamış olur. Yok bayanlar cumaya da gelirlerse yer sorunu ortaya çıkar, eski köye yeni adet getirip başımıza iş açma denirse, en azından cuma vakti telefon açma ve telefonla oynama yasağı getirilsin onlara.

Mübarek! Haydi cumaya gitmedin, erkekler gidiyor biliyorsun. En azından telefona sarılırken vakit, erkeklerin cuma vakti desen, az sonra arayayım desen ne olur! Haydi yurtdışından veya il dışından arayan biri olsan, saat farkı var; vaktin cuma zamanı olduğunu bilmiyor diyeceğim. Güpegündüz Konya'dan arıyorsun be kardeşim! Haydi günün cuma, vaktin de cuma vakti olduğunu hatırlayamadın, birbiri arkasına verilen selaları da mı duyup ayıkmadın. 

Bari bir iyilik yap bana. Namaz kıldığım camiye git, imamı bul. Ona, 'Hocam bugün cuma namazının ikinci rekatında ne okudun?' de. Öğrendikten sonra yine bana telefon açıp söylesen... Bu iyiliği bekliyorum senden. 

Senin bu yaptığın kulağıma küpe olsun. Bir daha mı? Telefonumu kapatmadan girmem camiye. 

Sahi, benim namaz oldu mu şimdi? Oldu derseniz hayır duamı alırsınız. Yok olmadı derseniz, be kadın gördün mü yaptığını?Mübarekler, bana bir şey söyleyeceğinize bu kadına da bir şey söyleseniz olmaz mı?15.12.2017 Ramazan Yüce


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde