6 Mart 2016 Pazar

Hasan KAYHAN


Kahta'da görev yaptığım yıllarda 11/F Sosyal sınıfında hitabet dersine girmiştim. Son sınıf olmalarına rağmen sınıfın çoğunluğunun pek bir hedefi yoktu. Çünkü o yılda uygulamaya konan katsayı engeli tüm morallerini alt üst etmişti.
Zaman zaman ayetleri tahtaya yazar, öğrencilerden açıklama isterdim. Sınıfın orta sırasının en arkasında oturan bir öğrenci dikkatimi çekmişti; ÖSS'ye hazırlanan ve derse katılan.
Hayat dolu, hedefi olan biriydi. Birikimiyle farkındalık oluşturuyordu. 

Yine bir Cuma günü Cennet, Cehennem, ahiret ve ölümle ilgili ayetler yazdım. Ağırlıklı olarak yine aynı öğrenci ayetlerden anladığını açıklamıştı. Dersin son beş dakikası sınav tarihini belirledik.
Dersten çıktım. 

Ertesi gün çarşıya çıktım. Öğrencilerimden acı haberi duydum. Dün derste aktif bir şekilde derse katılan öğrencimiz intihar etmişti. İntihar edecek kimse niçin derse katılsın, niçin sınav tarihini belirlemede görüş serdetsin, niçin ÖSS'ye hazırlansındı. 

Bugün o öğrencimi hatırladım. İsmi Hasan KAYHAN'dı. Yaptığı doğru değildi. Hiçbir şey intihar nedeni olmamalıydı. Kim bilir ne sıkıntısı vardı?  Sebebini de maalesef öğrenemedim. Çok da araştırmadım. Allah taksiratını affetsin. 10/11/2015

3 Mart 2016 Perşembe

Hayırlı evlat *


Metropol Dergisinin, ABK Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet BAYDAR ile Aralık 2015’de yaptığı röportajı okuma imkanım oldu. Derginin: “ABK Grup olarak Konya da yayın hayatının önemli oyuncularından Anadolu’da Bugün gazetesi, Genç İdeal Dergisi ve İdeal Hayat Dergisi de bünyenizde yayınlanmakta. Bu sektöre adım atışınız hakkında bilgi alabilir miyiz?” Sorusuna, Sayın BAYDAR’ın:

Gazetecilik benim baba mesleğim. 1980 yıllarında babam rahmetli, bugün Anadolu’da Bugün ismiyle yayın hayatına devam eden gazetenin 1.5 yıla yakın sahipliğini yaptı ve o dönem şartlar el vermediğinden devretti. Ancak o günlerden içimizde bir uhde olarak kalmış ki, bugün yine aynı isimle “Anadolu’da Bugün” gazetesini 3.yılına getirdik. Anadolu’da Bugün gazetesini daha da büyüterek Karaman ve Aksaray’da da okuyucularımızın hizmetine sunmaya başladık.” cevabı dikkatimi çekti.

Röportajda “Babam ”  dediği rahmetli Latif Cavit BAYDAR beyefendiyi üniversiteye başladığım 1986 yılında ziyaret edip kendisiyle sohbet etme imkanı bulmuştum. Cömert birisi idi. İhtiyaç sahibi bir öğrenci olan bana maddi ve manevi desteğini esirgememişti. Çok kültürlü ve samimi idi. Elinde kitabı ve gazetesi düşmeyen ve durmadan okuyan birisi idi. Röportajdan anladığım kadarıyla Latif Abi “Anadolu’da Bugün” adıyla bir gazete çıkarmış 80’li yıllarda.

04/03/2013 gününde Konya-Karaman-Aksaray’ı içine alan bir  bölge gazetesi yayın hayatına başlıyor. İsim tanıdık: “Anadolu’da Bugün Gazetesi” adıyla. 1980’lerde babasının çıkardığı ve devretmek durumunda kaldığı gazeteyi oğlu, aynı isimle yeniden çıkarıyor. Dün bu gazete 3 yaşını doldurup 4.yıla adımını attı.


Sahihi Müslim’de geçen bir Hadis’i Şerifte Peygamberimiz: “İnsan öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı ondan kesilir, amel defteri kapanır. Sadece üç şey müstesna. Onun sevabı öldükten sonra da devam eder: 1- Sadaka-i cariye, yani hayrı devam eden iyilikler. 2- Kendisinden istifade edilen ilim. 3- Kendisine dua eden salih, hayırlı evlat.” Hayırlı evlat dedikleri, babaya vefa dedikleri  böyle bir şey olsa gerek. Nur içinde yat Latif Abi. Gözün arkada kalmasın.

Bu vesileyle babasının çıkarttığı gazetenin  adını yaşatan ve içindeki ukdeyi uhdeye dönüştüren ve 4.yılına merhaba dedirten, gazetenin idealist ve prensip sahibi Ahmet BAYDAR’ı, gazetenin bugünlere ulaşmasına sebep olan Anadolu’da Bugün ailesini  tebrik ediyor. Nice yıllara diyorum.

Not: İçinizden “Yağcılarda inecek var. Bu kadar yağ fazla diyebilirsiniz.” Kusura bakmayın. En beceremediğim şeydir o. Benimkisi bir durum tespitidir, övmek değil. Yazımda adı geçen Ahmet BAYDAR, ortaokul ve lisede aynı sırayı 6 yıl paylaştığım dostumdur. Bu kadar da olsun değil mi?
*05/03/2016 günü Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
                                                                                               




Telefonumdaki ses*


Sabah işe giderken apartmanın önündeki kayısı ağacının çiçek açtığını gördüm.  Baharın müjdecisi derken içim burkuldu, eyvah dedim. Sakın ola,  bu bahar; yalancı bahar olmasın. Eğer öyle olursa ardından soğuklar gelir bu sene de ağaçlar üşür, meyve yüzü görmeyiz… Zaten bu sene kış görmedik; kuru ayazdan başka.  Kara, yağmura hasret kaldık. Mahsuller iyi olmayacak. Geçen kış bereketli geçti, bu sene işler kesat olacak. Küresel ısınma dedikleri bu olsa gerek dedim.  Evet bu tatil günü, bu yalancı baharı ele alayım diye düşündüm.

İşyerimde işe koyulmuşken gelen bir telefon, yazı konumu değiştirdi ve tüm yorgunluğum gitti. Evet… Bugün içim içime sığmadı. Mutlu mu oldum mutlu. Hayırdır, Cenneti mi kazandın yoksa derseniz? Sanki Cenneti kazanmış gibi oldum. Bugün beni ilkokul öğretmenim aradı. Cenneti kazanmak gibi bir şey benim için…Bunda ne var bu kadar sevinecek diyebilirsiniz? İnsan manevi değeri büyük, böylesi telefonlara sevinebiliyor; eğer hayattan çok beklenti içerisine girmez isek.  Öğretmeniniz yıllar  sonra sizi unutmamış ve arıyor, inşallah en kısa zamanda ziyaretine geleceğim diyorsa  kendinizi bahtiyar hissedebilirsiniz.

3 ay önce bir ilkokul arkadaşım ile karşılaştım. Mustafa VAROL ile görüştüm dedi. Hemen 43 yıl öncesine gittim. Duygulandım. Mustafa VAROL:  Beni ilkokul 4.sınıfa kadar okutan ilkokul öğretmenimdi. Numarasını aldım, hemen aradım. “Ben Ramazan YÜCE” dedim. Tanıyamadım, kimsin demedi. Hiç duraksamadan “Sarı Ramazan, nasılsın, nerelerdesin” demez mi? O zaman da dünyalar benim olmuştu; öğretmenim beni unutmamış diye. Nakil gittiği 1973 yılından beri öğretmenimizle  hiç yolumuz kesişmedi. Olayı abarttığımı düşünenlere, bugün okuttuğumuz öğrencilerin çoğunun adını ve simasını hatırlamayan bizleri düşünürseniz bu olayı çok da mübalağa etmediğim anlaşılır.

43 yıl öncesi gözümün önünden geldi geçti birden.  Bize  bir harften fazla harfi ve nicelerini öğretmişti bir kere. Cuma’ya gitmeyi onunla öğrendim. Bize okuduğu kitabı  ve içerisinde geçen Hayri Dede’yi unutmadım.  Can kulağıyla dinlerdik. Bazen alırdı eline sazını. Çalardı: “Çırpınırdı Karadeniz” diye. Kendisinin yazdığı “Dokuz gözlü Çeşmesi var” isimli uzun şiirini ezberleyip yutmuştum. Bir bayramda okumam için verdiği “Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek…” şiirini ezberleyip göğsümü kabarta kabarta okuduğumu daha dün gibi hatırladım hemen.

Yazımı okuyunca belki: “Ne oluyor bu adama. 43 yıl geçmiş olmasına rağmen hocası öğrencisini hatırlıyor ama öğrencisi, tarihleri karıştırmış. Bugünü 24 Kasım Öğretmenler Günü sanıyor”  diye içinizden geçirebilirsiniz. Yok. Tarihleri falan karıştırmadım. Anma ve hatırlamaları belli bir güne hapsetmeyi sevmem. Günlük değil anma ve sevgim. Bir ömürlüktür…

Bizleri okutan her bir öğretmenin yanımızda ayrı bir yeri vardır mutlaka. Ama her birimizin unutamadığı ortak öğretmenimiz, eski adıyla ilkokul yeni tabirle sınıf öğretmenidir.

Eğitim aşığı, eğitim ordusudur onlar. Bir ideal ve heyecanları vardı. Allah onlardan razı olsun. Allah onlara hayırlı uzun ömürler versin. Yıllar geçtiği halde öğrencisine ismiyle hitap eden öğretmenlerimizin sayısını çoğaltsın. Elleri öpülesi insanlar. Siz çok yaşayın emi…02/03/2016
*09/03/2016 günü Anadoluda Bugün gazetesinde yayınlanmıştır.