2 Aralık 2015 Çarşamba

Aşırı Korumacılık ***


--Hocam, çocuğum söz dinlemiyor.
--Niçin?
--Bilmem ki!
--Ne yaptın ona da söz dinlemiyor?
--Dediği her şeyi yaptım. Kendimin görmediği her şeyin en iyisini ona aldım.
--Çocuğuna kötülük yapmışsın.
--Ahdım vardı. Çünkü ben geçmişte çok çektim, o çekmesin istedim. Her şeyimi ona iyi bir gelecek hazırlamak için dizayn ettim.
--Şuna saçımı süpürge ettim desene!
--Hay aklınla bin yaşa! Hem de fazlasını yaptım. Ondan hiçbir şey istemedim. Sadece okusun, iyi bir statü elde etsin, kendisini kurtarsın istedim.
--Hiç sorumluluk verdin mi ona?
--Tek sorumluluğu vardı: Ders çalışmak. Neredeyse uçan kuştan korudum onu.
--Hiç ekmek aldırttın mı ona?
--Hayır, ders çalışsın diye ben aldım.
--Odasını kendisi mi düzeltti?
--Annesi.
--Okula nasıl gidip geldi?
--Servisle.
--Cep telefonu var mı?
--Var, hem de en alası! Annesi de onunla bir oldu, en pahalısından aldım. Arkadaşlarının da varmış zaten.
--Çalışma odasında bilgisayar var mı?
--Var, ödev yapacakmış aldık onu da.
--Sosyal hayatı var mı çocuğunuzun?
--Ev-okul-etüt merkezi üçgeninde mekik dokudu.
--Maddi sıkıntısı var mı çocuğunun?
--Ne sıkıntısı olacak? Maddi olarak hiçbir şeyi eksik değil.
--Okudu mu bari?
--Okudu okumasına da. Ona da okuma denirse! Sanki o okumadı, ben okudum. Benim ona verdiğim imkânları babam bana verebilseydi allâmeyi cihan olurdum.
--Baban okuman için sana imkân sunmadı mı?
--Sunmadı sanıyordum. Ama en iyisini yapmış gerçekten. Beni hem okuttu hem de bana sorumluluk vermiş. Tatil ve hafta sonlarında işinde ona yardım ettim. Zaman zaman inşaatlarda çalıştım. Ellerim şişti, ayaklarıma kara sular indi çoğu zaman. Güneşin altında çalışırken yandım, susadım. Okumak en iyisi dedim hep ve dört elle okumaya sarıldım.
--Baban en iyisini yapmış bence. Sen niye öyle yapmadın?
--Ne bileyim ben? Her imkânı sunarsam daha iyi okur, kendisini kurtarır, iyi bir statü elde eder, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmez dedim. Şimdi okumasından geçtim. Ahlâkî zaafları var. Kişiliği tam oturmadı. Evlendirdim. Kendisine özgüveni yok. Kendi işini kendi yapamaz,  her şeyi yine benden bekliyor. Utanmasa içeceği suyu da benden isteyecek. Hep bir beklenti içerisinde benden! Hasılı büyümedi gitti. Küçüklüğünde ağlamasına dayanamazdım. Nazlanırdı ama hoşuma giderdi. Küçüklüğünü özledim. Keşke büyümeseydi diyorum şimdi. Çünkü büyüklüğünde yaptıkları, her şeye bir mazeret ve gerekçe bulması zoruma gidiyor. Bu yaşıma geldim. Hâlâ her şeyine ben koşuyorum.
--Kusura bakma kardeş. Hep iyi olsun diye çaba sarf etmişsin. Ama çocuğuna da kendine de kötülük yapmışsın. Senin çocuk küpe girmeden sirke olmuş. Maddi olarak her dediğini yapmışsın. İnsanoğlu emek sarf etmeden elde etmeyi sever ama kıymet bilmez. Daha küçük yaşta iken doyuma ulaşmış, hayattan zevk almaz hale gelmiş. İçinde huzursuzluk hissettikçe yeni isteklerle mutlu olurum belki umudunu taşıyor. Maalesef senin iyi olsun diye üzerinde titremen, kendisinin yapacaklarını da senin yapman aşırı korumacılık olmuş. El bebek, gül bebek yetişmiş, daha doğrusu yetiştirmişsin. Bol bol balık yedirmişsin, balık tutmayı öğretmemişsin ona. Aşırı korumacılık onu hazır yiyiciliğe itmiş, "Nasılsa babam yapar" düşüncesiyle tembelliğe yönelmiş, "Ben yapamam, babam yapar" diyerek özgüveni yok olmuş. Bu çocuk büyüse de baba da olsa her şeyi yine senden bekleyecek. Bu da senin eserin maalesef. Çocuğuna değil, kendine kız olmaz mı?
--Babamı özledim.
--Niye ki?
--Beni büyütürken aslında beni hayata hazırlamış, ama ben farkına varamamışım, nur içinde yatsın.
--Dua et. Çocuğun senden beklediğini/yaptığını bir başkasından beklemesin. Çünkü sen babasın/annesin, kahrını çekersin de başkası çekmez. O zaman hayat hiç çekilmez olur, ne çocuğun için ne de bir başkası için!



*** 24/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



Ders işlemeyelim (mi)

2000’li yıllarda bir liseye atamam yapılmıştı. Derslere girmeye başladım. 2 hafta ders işledikten sonra bir öğrenci parmak kaldırdı.

Söz verdim kendisine. “Hocam bu ders üniversitede çıkıyor mu?” “Hayır” derken “ne oldu, hayırdır” dedim. Hocam, “Madem üniversitede çıkmıyor. O zaman niye bu dersi işliyorsunuz? Bizi serbest bıraksanız da biz, dersinizde bizim için hayat memat meselesi olan üniversiteye çalışalım, test çözelim” “Başka zamanınız yok mu?” diye sordum. “Zamanımız yok, bu ders zaten sınavda çıkmıyor. Üstelik diğer okulların Din Kültürü öğretmenleri bu dersi işlemiyor.” Diğer okulların öğretmenleri işlemiyor deyince şaşırdım. “Olur mu ? Öyle şey, işlerler. Size yanlış bilgi verilmiş” dedim. Ardından sınıfa sordum, “siz de mi böyle düşünüyorsunuz? Diye sordum. Sınıf hep birlikte “ Evet” korosu tuttular. “Mubarekler! Zamanımız yok diyorsunuz. Az önce öğle arasında top oynuyordunuz. Zamanı olmayan biri top oynar mı? Dedim. “ Ama hocam o top. O ayrı, bu ayrı” dediler. Sonra başladık sınıfla diyaloğa:
-Tamam dersi işlemeyelim. Peki bu davranış doğru mu?
-Evet, doğru. Çünkü bu ders üniversitede çıkmıyor.
-Bir devlet dairesine gitseniz. Oradaki memur o anda yapabileceği işi ertesi gün gel dese, hoşunuza gider mi?
-Gitmez. Yaptığı doğru değil.
-Peki ben ders işlemeyip kürsüde otursam doğru yapmış olur muyum?
-Ama aynı şey değil ki.
-Sonuçta o da görevini yapmayacak, ben de… Bu ders ihtiyaç ya da değil devlet koymuş, işlenmesi gerekmez mi? Görevimi yapmamı istemeyerek bana kötülük yapmış olmuyor musunuz? Peki ben bu parayı nasıl helal ettireceğim.
-Ama hocam.
-İşlenmeyen yerden nasıl soru soracağım?
-Ya soru verin, ya da kitabın belirli yerinden sorumlu tutun.
-O zaman sınavdan düşük alan arkadaşımız “ Hocam zaten ders işlemediniz” dese ben ne diyeceğim?
-Sizin için her şey menfaat mı?
-Evet
-Şu anda geçiminizi kim sağlıyor?
-Babamız
-Doğru babanız harçlığınızı veriyor, bakımınızı üstleniyor. Siz göreve başladıktan sonra babanıza ihtiyacınız kalmadığı bir ortamda babanız yatalak olsa, artık size faydalı olmasa, onu alıp dışarı koymak gerekir. Çünkü babanızın artık yük olmaktan başka faydası yok. Öyle değil mi?
-Ama hocam aynı şey değil ki.
Ön sıralarda oturan bir kız öğrenci söz aldı. “Hocam teşekkür ederim . Aynı şey. Biz hoşa gitmese de dersimizi işlemeye devam edelim” dedi. Kaldığımız yerden derse koyulduk. Öğrenciler sesini çıkarmadı ama çok da hoşlarına gitmedi.


Dersten çıktıktan sonra öğretmenler odasına gittim. Durumu, odada olan öğretmenlerle paylaştım. Çocukların düştüğü durumu ve değer yargılarını anlatmaya çalışırken farklı branştan öğretmenin bir tanesi, “ Hocam lise 2’nin ikinci döneminden itibaren hiçbir konu üniversite sınavında çıkmıyor. Ben de işlemiyorum. Bence öğrenciler haklı. Yapacak bir şey yok. ” Deyince şaşırıp kaldım.


Şimdi lisenin her kademesinde soru çıkıyor hele şükür… 10/11/2015

2019 ve sonrası seçimler

Bildiğiniz gibi Türkiye 30 Mart 2014'den bu yana 4 tane seçim yaptı:
- 30/03/2014: Mahalli İdareler Genel Seçimleri,
-03/07/2014: Cumhurbaşkanlığı Seçimi,
-07/06/2015: Genel Seçimler,
-01/11/2015: Genel Seçimleri.
Görüldüğü gibi 20 ayda 4 seçim yani ortalama 5 ayda bir seçim yapmışız. Bir seçimi bitirip diğerine geçmişiz. Neredeyse siyasilerimiz alanlardan sahalarına dönememişlerdir. Seçim çalışması yapmaktan ülke meselelerine eğilmeye vakitleri olmamıştır. Maalesef bizde her seçim hayat-memat olarak görülür. Siyasilerin öncülük ettiği her seçim bizi birbirimizden daha da uzaklaştırmaktadır. Aşırı fanatik hale geliyoruz. Her seçim öncesi başlayan kutuplaşma onulmaz yaralar açarak seçim sonuna da sirayet etmektedir. Taraflar ve muhalifler aşırılıkta Filistin-İsrail gibiler. Hoş Filistin-İsrail zaman zaman bir araya gelebiliyor artık. Bu şekil kutuplaşma birliğimize ve dirliğimize dinamit koymaktadır.

Dünyanın hiç bir ülkesi bu kadar sıklıkta bir seçim yapmamıştır. Bu kadar seçime, ekonomisi en iyi olan bir ülke bile dayanamaz. Çünkü her seçim için bütçeden çıkan para ülke ekonomisine yeni bir kara delik açar. Ekonomist değilim ama her seçimde harcanan para ile işsizliğe kesin çözüm bulunur. Hiç bir hükümet seçim öncesi radikal tedbirler alamaz. Pansuman tedbirlerle günü kurtarmaya ve uzatmaya çalışır. Hasılı her seçim ekonomiyi felç etmektedir. Kardeşi kardeşe hasım yapmaktadır. Yatırımlar durmakta. İnsanlar önlerini görmek için bekle-gör taktiği uygulamaktadır. Piyasalarda ve bürokraside yaprak kıpırdamamaktadır.

Amacım seçimin olumlu-olumsuz yönlerine değinmek değil. Yazımdan seçimlere karşı olduğum anlamı çıkarılmamalıdır. Demokrasinin gereği seçimler yapılmalıdır. Bize özgü demokrasi anlayışımızla maalesef siyasetin de cılkını çıkardık. 2019'un Mart, Haziran ve Kasım'ında 3 tane seçim bizi beklemektedir.

Peki o zaman ne yapmalıyız?
-3 seçim birleştirilmeli. Aynı gün yeterince sandık konarak yapılmalıdır.
-2019 seçiminden sonra yapılacak tüm seçimler yine aynı şekilde yapılmalıdır.
-Genel seçimler de tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Mahalli İdareler seçimi gibi 5 yılda bir yapılacak şekilde şimdiden anayasa değişikliği yapılmalıdır.
-Uzlaşma kültürünün tam olarak yerleşmediği ülkemizde koalisyon, azınlık hükümeti, seçim hükümeti gibi durumlara düşmemek için iki turlu seçim yapılmalıdır. İlk turda % 51 oy alan parti, belediye başkanı ve Cumhurbaşkanı seçilmelidir. Şayet ilk turda % 51 çoğunluğa ulaşılamadığı takdirde 2-4 hafta arasında en yüksek oyu alan 2 parti 2.tur seçime girmelidir.
Seçimden yeni çıktığımız bir ortamda şimdiden bu önerileri getirmek istedim ki, kamuoyu oluşsun. Yetkililerimiz şimdiden tedbir alabilsin. Eğer bu şekilde yapıldığı takdirde zaman kaybı olmaz. Ekonomide gelişme meydana gelebilir. Yatırıma gitmeyen seçim masrafının ülke ekonomisine yatırım olarak dönüştürülmesi sağlanabilir. Miting ve toplantı gibi sebeplerle meydanlara inilmez. 5 yıllığına gelen bir siyasi partinin ülkenin inşası için çaba sarf edecek zamanı olacaktır.
İyi de kardeşim seçim olmazsa geri kalan zamanlarda biz ne iş yapacağız diye düşünenler çıkabilir. Bu soru ilk defa sorulmadı.

Vaktiyle Pekin-Şanghay arasına hükümet tren yolu döşemeye karar verir. Mühendisler çalışırken köylüler gelir ve sorarlar:
-Burada ne iş yapıyorsunuz?
-Şanghay’a kadar tren yolu döşeyeceğiz?
-Ne işimize yarayacak bu?
-40 günde gidip geldiğiniz yolu 4 günde gidip geleceksiniz.
-Peki! Geri kalan 36 günde biz ne iş yapacağız? Şeklinde cevap verirler.
“Seçimler toplu olarak 5 yılda bir yapılırsa uzun kış gecelerinde, kahvehane köşelerinde, dost sohbetlerinde geriye kalan 4,5 yılda biz ne iş yapacağız? Siyaset konuşmazsak çatlar ölürüz.” diyenler çıkabilir. Bu şekilde ölmektense o şekilde ölmek daha iyidir. Benden söylemesi. 11/11/2015