Bugünlerde pek bir işim yok. Hoş, hiçbir zaman dopdolu geçen bir hayatım ve işim olmadı. Hep bir işim olsun arayışı içinde geçirdim ömrümü desem yeridir.
Nihayet bir iş çıktı. Şahit olduğum bir kavga adliyelik olmuş. Taraflardan biri de beni şahit olarak yazdırmış. Sağ olsun, var olsun.
Mahkemenin tebligatını görünce haliyle bir sevindim bir sevindim. Çünkü nihayet bir iş çıkmış, beklediğime değmişti.
Ne de olsa şahit olarak ilk defa hakim karşısına çıkacaktım. Hakim, savcı, avukat, adliye katibini görecektim. Adalet dağıtan mekanizmanın işleyişini görecektim.
Dört gözle mahkeme gününü iple çekmeye başladım. Derken efendim, tebligatın altındaki ihtar başlığıyla yazılan yazı dikkatimi çekti. Daha mahkemeye gitmeden ihtarı yiyince haliyle üzüldüm. Çünkü ihtar aba altında sopa gösteriyordu: Belli gün ve saatte duruşma yerinde hazır olmadığınız ve mazerette bildirmediğiniz takdirde CMK 44 maddesi gereğince zorla getirileceğiniz ayrıca gelmediğinizden dolayı sebep olduğunuz mahkeme masraflarının kamu alacaklarının tahsili usulüne göre tarafınıza ödettirileceği ihtar olunur". Bu uyarının yazım ve imla yanlışlarını bir tarafa bırakıyorum. Belli ki bu ihtarı yazan kimsenin virgülle arası pek yok. Daha doğrusu hiç yok.
İhtarı yiyince üzüldüğümü ifade etmek isterim. Çünkü ne zamandır işsizlikten sıkılmış biri iken, hazır bir iş çıkmışken, koşa koşa gideceğim bir iş olduğu halde böyle bir ihtar inanın zoruna gitti.
Neymiş de gitmezsem, zorla götürülecekmişim ve mahkeme masraflarını ödeyecekmişim. Olacak şey değil. Gören de kavgayı yapan sanki benim. Hakareti yapan sanki benim. Yaralayan sanki benim. Tehdit eden sanki benim. Mahkemeyi işgal eden de sanki benim.
Halbuki kavgayı yapan başkası, tehdit ve hakaret eden başkası, yaralayan da başkası. Daha mahkemeye gitmeden ihtar da bana. Tek suçum tüm bu ortama şahitlik yapmak. Gel de kaderim kaderim deme.
Bunu böyle diyecekleri yerde, "Adaletin doğru tesisi ve tarafların mağdur olmaması bakımından şahitliğinize ihtiyaç duyulmuştur. Gelmediğiniz takdirde yanlış karar verilme ihtimalinden dolayı vicdan azabı çekmemeniz için belirtilen gün ve saatte mahkeme salonuna gelmenizi rica ediyoruz", dense daha iyi ve daha şık olmaz mıydı. Öyle ya rica gibi şık bir kelimemiz varken ihtar neyimize. Ayrıca üstün ricası emirdir zaten.
Yoktan yediğim bu ihtar moralimi bozdu, canım sıkıldı. Acaba gitmesem mi bile diyemedim. Çünkü işin ucunda şahitliğe gitmediğim takdirde iki polis nezaretinde evimden elime kelepçe takılıp götürülmek de var.
Komşular elimde kelepçe ile evden götürülüşümü görünce, tüh sana, yine ne yaptı memur bey, belliydi bunun böyle yapacağı diyecekler. Sanki daha önce bir şey yapmışım gibi.
Şahitliğe gelmedi teyze dediklerinde, demek yurttaşlık görevini yapmaktan kaçındı ha tüh sana tüh sana! Ne biçim vatandaşsın derlerse, bir daha komşuların yüzüne nasıl bakacaktım? Bir de polisler evimi gündüz gözüyle değil de sabah 06.00 sularında kuşatırsa, site sakinleri, sitemizde bir terörist mi besliyormuşuz da diyebilir.
Böyle bir durumda bu sitede kalma durumum da olmazdı. Mecburen evi satılığa çıkarıp mahalleyi terk etmem gerekecekti. Bir şahitlik yoktan başıma iş açacaktı.
Bereket, bunların hiçbirine ihtiyaç kalmadan, komşuların haberi olmadan, eve polis gelmeden belirtilen gün ve saatte şahitliğe gitmek için evden çıktım.
Yaptığım şahitliğe ve mahkeme ortamına da bir başka yazımda değinmek isterim.
Merhabalar Ramazan Hocam.
YanıtlaSilKolay gelsin. "İşin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol" Olayın muhatabı, size danışmadan, size haber vermeden, sizi şahit yazdırmış. İnsan nezaketen bir haber verir. "Böyle böyle seni şahit yazdırdım, celp gelirse şaşırma" derler en azından.
Tekrar yazıyorum, kolay gelsin.
Selam ve saygılarımla.
Sağ olasın, aynen dediğimiz gibi oldu. Ne diyelim, canı sağ olsun.
YanıtlaSil