Ana içeriğe atla

Elinin Körü!

Kıbrıs Harekatı zamanlarıydı sanırım. TV yoktu o zamanlarda. Varsa da lüks idi. Radyodan alınırdı haberler.
Biz küçükler Kıbrıs Harekatını anlayacak ve takip edecek yaşta değildik. Tuttuğumuz takımın maçlarını radyodan dinlemek için içine girecek gibi kulağımızı radyoya verirdik. Takımımız gol atarsa dünya bizim, cenneti de kazanmış gibi olurduk.
Biz maçı dinlerken dedem de Kıbrıs Barış Harekatının durumunu öğrenmek için saat başı yanımıza gelirdi. Bizim derdimiz, meşgalemiz, keyif ve heyecanımız maç iken dedeminki Kıbrıs idi.
Saat başı olunca, spiker haberleri vermeye başlardı. Biz maç kesildi diye üzülürken dedem susun, sesi biraz açın derdi.
Bazı saat başları haberleri, birkaç cümleden ibaret olurdu. "Kıbrıs Barış Harekatı devam ediyor. Kahraman ordumuz, şurayı aldı" derdi. Bazen hiç Kıbrıs Harekatına dair haber verilmezdi. Bunun yerine FB-GS maçından dakika ve skor verirdi: "FB-GS arasında oynanan maçın 65.dakikası. Durum, FB sıfır, GS sıfır". Ardından "haberleri dinlediniz" derdi.
İlerleyen saat başlarında da "FB ile GS arasında oynanan maçın sonucu, FB sıfır, GS sıfır. FB puanını şuna, GS de puanını buna çıkardı" derdi.
Yine sıfır sıfır devam eden maçlardan biriydi. Hiç Kıbrıs'a değinmeden maçtan dakika ve skor veren spiker, dedem, "Sıfır, sıfır. Elde var sıfır. Donnuz eliyin donnuz körü" diyerek kızıp ayrılırdı yanımızdan. Bunun ne anlama geldiğini biz bilmesek de bir şeylerin iyi gitmediğini anlardık. Sanırım donnuz derken domuzu, eliyin derken elinin demek isterdi. Bugün daha çok kullanılan "elinin körü" deyimini bu şekilde kısaltarak kullanırmış.
Bu deyimin sadece dedeme has olduğunu sanmıyorum. Burada donnuz kelimesini kullanırken bugün n harfi ile yazılan harf Osmanlıcada sağır nun diye bilinir. Bugün yazı dilinde olmayan, konuşma dilinde genizden getirilerek söylenen bu harf, Osmanlıcada 28.harf idi ve Arapça kef harfinin üzerine üç nokta (ڭ( konarak yazılırdı. Eskiler bu sağır nunu çıkarmayı iyi bilirdi. Şimdiki nesil ne sağır binunu bilir ne de çıkarmayı.
Neymiş bu deyimin anlamı. Bir de ona bakalım. "Bıktırıcı ve utandırıcı durum karşısında kullanılan azarlama sözü" demekmiş. "Özellikle karşı taraf herhangi bir konuyu fazla abartarak söylediği zaman, bu durum bıkkınlık yaratınca elinin körü" şeklinde kullanılırmış.
Etkili, yetkili ve de sorumlu makamların feci ölümle sonuçlanan herhangi bir nahoş olay sonrası, sorumluluğu üzerine almayıp ve gereğini yapmayıp boş ve gereksiz açıklama yaptıklarını görünce, rahmetli dedemi hatırladım. Bugün yaşasa mazeret üretenlere, suçu başkasına yıkmaya çalışanlara, kendisine toz kondurmayanlara. "elinin körü" derdi.
Böyle deyince de haksız olmazdı. Kitabın ortasından demiş olurdu. Çünkü deprem olur, sayısız bina çöker, altında insanımız kalır. Çoğu ölür, pek azı kurtulur. İlgili belediye başkanı veya yetkililer, "Yıkılan binalar 2000 öncesi yapılan binalar." açıklamasını yapar. Kastedilen şu: "Bu binaların yıkılmasında biz suçlu değiliz. Tüm suç, bizden öncekilerde".
Deprem dışında bir bina yıkılır. Aynı gerekçeler...
Orta yerde cesetler yanmış. Yanan cesetler ortada. "Vay efendim, biz görevimizi yaptık. Tüm suç şunlarda. Çünkü yetki ve sorumluluk onlarda" açıklamaları yapılıyor. Az sonra karşı saldırı başlar. "Biz bize düşeni yaptık. Esas sorumluluk şunlarda" açıklaması gelir.
Ardından tarafların gazete, TV ve yazarları ve de bunların tarafları kendi taraflarını temize çıkaracak, karşı tarafa suçu yıkacak yazı, belge ve görsellere yer verir.
Tüm bunları ben, ceset üzerinden siyaset yapma, mevzi kazanma ve üste çıkma olarak görüyorum. Cesedin üzerine çıkıp tepinme diyorum. Milletin aklıyla dalga geçen bu tür yazı, çizi, beyanat ve konuşmalara dedemin diliyle, elinizin körü, donnuz elinizin donnuz körü diyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...