Ana içeriğe atla

Bekarın Avrat Boşaması

"Niye çalışıp duruyor ki? Emekli olsa da yerini birilerine açsa!".

"Daha çalışın mı? Yaşını başını almış, torun torba olmuşsun. Bırakıver artık. Torun sev, onlara zaman ayır biraz da". 

"Çalış çalış. Nereye kadar? Mezara mı götüreceksin?"

"Çalışmak iyi de her şey para değil. İnsan kendine de vakit ayırmalı, gezip tozmalı".

"Bunlar niye emekli olmuyorlar? Piyasada atanmak için bekleyen o kadar öğretmen adayı var". 

"Ben gününde emekli oldum. Bir rahatım bir rahat. Beş vakti daima camide cemaatle kılıyorum. Tavsiye ederim".

"Öğretmenler odasına bir girdim. Hepsi emekliliği gelmiş yaşlılar dolu. Ama emekli olmuyorlar". (Bunu söyleyen de yaşlı ama minyon tip olduğundan yaşını göstermeyen biri).

*

"Aman emekli olma. Emekli olup da ne yapacaksın? Bak bana. Ne kadar pişmanım. Vakit geçiremiyorum".

"Emekli olacağım ama maaşım yarıdan fazla düşüyor. Mecburen çalışacağım. Bu devirde emeklilik akıl kârı değil. En iyisi devlet haydi git deyinceye kadar çalışmak”.

*

Yukarıda verdiğim emekli ol, diyenler bekara avrat boşamanın kolay olduğunu sanan, önünü ve arkasını düşünmeyen kişilerdir.

Elbette her şey para değildir. Yalnız bu bekar olup durmadan avrat boşayanlar bilmeli ki günümüz emekliliği eskinin emekliliği gibi değildir. Ömürler uzamış, adeta emekliye karın tokluğuna ve kıt kanaat geçineceği bir maaş takdir ediliyor. Bu devirde emekli maaşı ile geçinmek zor.

Bir diğer husus kişinin sağlığı el verirse bırakın çalışsın. Emekli olup boşta kalan insanın hayalleri ve yapacağı işi kalmayınca çabuk yaşlanır ve içi koflaşır. Doğa hangi canlı emekli oluyor bu arada?

Bir taraftan erken emekliliği eleştirirken diğer taraftan emekliliği geldiği halde çalışma azminde olan kişilerin emekli olmasını istemek bir çelişkidir. Bugün 16 milyon emeklinin yanına yeni emeklileri katmak hiç akıl kârı değil. Hazırında devlete yüktür.

Ben fakülteyi bitirdiğimde birileri emekli olsun da ben de çalışmaya başlayayım hesabı yapmadım. Ki biriken mezun öğretmenlerinin göreve atanması, mevcutların emekliliğiyle giderilebilecek bir şey değil. Bugün elime geçen bir istatistiğe göre ilahiyatlar kapatılsa, hiç mezun vermese okulların din kültürü öğretmenini karşılamak için mevcut mezunlar 23 yıl sonra eritilebiliyor. İHL meslek dersleri branşındakiler ise 97 yıl sonra eritilebiliyor. Yani bu iş sadece mevcutların emekliliğiyle bitirilecek bir stok değil.

Verdiğim son iki örnekte görüleceği gibi emeklilik istenecek bir şey değil, bunu en iyi eşekten düşenler bilir. O yüzden bırakım birilerinin emekli olmasını dört gözle beklemeyi, herkes kendi işine baksın. Sağlık varsa, işinde verim varsa bırakın insanımız çalışsın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde