Ana içeriğe atla

Zararına Kermes (2)

Günler geçti, haftalar geçti. Öğretmenler odasında öğretmenler birbirine kermeste ne kadar kazanıldı sorusunu sordu. Kimse bir şey bilmiyordu. Odaya gelen müdür yardımcılarına soruldu. Söylemeyiz dediler. Israr üzerine zarar ettik dedi biri. Yani başı çekeni. Kermesten zararı duyan kulak kesildi. Şaşırdı. Herkes küçük dilini zaten tutmuştu. Sıra gelmişti büyük dili yutmaya.

Ardından yılların duayen müdürü geldi odaya. Ona da soruldu piknikten elde edilen kar. O da miktar söylemedi. Zararı tescil etti. Şu tarihi cümleyi sarf etti: Arkadaşlar, şu anlaşıldı ki ortaokullarda kermes olmuyor, gitmiyor. Bir daha da yapmayacağız dedi. 

İyi de okulda iki bin öğrenci var. Bu demektir iki bin müşteri. Mahalleli de geldi, öğrenci velileri de. Öğretmenler yaptıkları görevden para almadı. Gözleme yapan kadınlar da. Yiyecek ve içecek öğrencilerden geldi. Ücret ödenmedi. Evinden bir şey getiremeyecek öğrenci de 15 lira para getirdi. Okul masraf etse etse plastik tabak, çatal ve bardak masrafı yapmıştır. Gözlemenin içine ve tereyağına para vermiştir. 

Hasılı okul yönetimi dışında şaşkınlık had safhadaydı. Ne olup bittiğini de okul idaresi devlet sırrı gibi sakladı. Bu ekip kermesten zarar eden okul olarak tarihe geçti. Yüzleri de kızarmadı. Halbuki daha kermes biter bitmez bir ekip parayı sayar, masrafı çıkarır. Kermesten elde edilen net geliri tutanak altına alır ve bunu okulun kapısına asar. Öğretmenlere de WhatsApp aracılığıyla duyururdu. 

Sonra sonra olup biten yavaştan yumurtlandı. Meğerse, öğrencilerden birkaçı sahte bilet basıp satmış. 

Biletle alışveriş yapan, alacağını almış, biletini oraya koymuş. Ardından gelen bazı öğrenciler de oraya bırakılan biletleri o hengamede alıp aynı biletle tekrar alışveriş yapmış. 

Müdür yardımcısı baklavacıdan tepsi tepsi baklava satın alıp satışa sunmuş. Yalnız baklavayı bir yanlış hesapla aldığından daha ucuza vermiş. Örnek, altmışa aldı ise yirmiye vermiş. İnsanlık hali hepimiz yapabiliriz böyle küçük hatalar.

Siz gördünüz mü böyle zarar eden kermesi hiç. Görmedi iseniz kısaca benden duymuş olun.

Yıllar önce başımdan geçen bu kermesi unutmuşum. Geçen gün bir kurumda çalışan bir arkadaşı arayıp yanına iki arkadaş geleceğimizi söyledik. Yoğunsan sonra gelelim dedik. Önce yoğunum dedi. Ardından telefonla arayarak haydi gelin dedi.

Öğle arası yoğunluğu da kurumun yakınında bir okul varmış. O okulda çocuğu varmış amirin. Okul kermes düzenlemiş. Bunları da çağırmış. Arkadaş, amirine, siz gidin, benim misafirim gelecek demiş. İşte bu okul kermesi düzenleyen. Daha doğrusu geçmişte düzenlediği kermesten zarar eden okul. Şimdi yönetim değişince okul yeniden kermes düzenlemiş. Okulun adını duyunca o okul kermes yapmaya başlamış mı? Halbuki zarar ediyordu kermesten dedim. Kermesten zarar edilir mi abi dedi. Edilmez ama ben yaşadığımı bilirim. İnşallah yeni yönetim de zarar etmez dedim. 

Neyse can sıkıcı bu kermes anımı sonlandıralım. Güya o kadar satışı gören öğretmenler sevinmişti. Öğrenciyi sınav yapmak için artık öğrenciden para toplamayacaktık. Çünkü okulun parası çok olacaktı bu kermesle. Benim gibi kimileri de öğrenciden para toplamaktansa kendi cebinden harcamıştı fotokopi parasını.

Fotokopi parası derken bu okul yönetimi okulun fotokopisini çekecek maaşlı birini bulmuştu. Bu kişi de okul aile birliği yönetiminden biri imiş. Öğretmenler kaç fotokopi çekiyorsa, görevli kadına parasını veriyordu. İnşallah okul, makinesini kiraladığı firmanın ve fotokopi çekmek için görevlendirdiği kişinin ücretini karşılayarak zarar etmemiştir.

Okul fakir miydi? Zengin muhittin öğrencisi fakir olur mu? Üstelik okulun kantin geliri vardı. Emsal kantinler, iki- üç bin lira iken bu kantinin aylık kirası 12.500 lira idi. Üstelik okulun bir de salon geliri vardı. Ama sermayesi bedava olan kermesten zarar eden bir okul yönetimi için salon ve kantin geliri dişlerinin kovuğunu bile doldurmaz. Öyle değil mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde