Ana içeriğe atla

Sinan Canan, Diamond Tema ve Biz

Sinan Canan ile Diamond Tema’nın konuk olduğu Deniz Uras’ın sorular sorduğu “Tanrı/Felsefe Tartışması” başlıklı videoyu izleme imkanı buldum.

Bu programdaki konuklardan Sinan Canan’ı fırsat buldukça izlerim. Dopdolu, birikimli, muhatabına değer veren, katıldığı ve kendisinin sunduğu programlara değer katan, değer gören, düşüncelerini çok güzel bir üslupla açıklayan inançlı ve Müslüman olduğunu da gizlemeyen biri. En aykırı kişilerle kavga etmeden, sesini yükseltmeden kendini ve fikirlerini bir sohbet havası içerisinde açıklıyor. Boş konuşmuyor, demagoji yapmıyor, şunu alt edeyim demiyor. Kısaca ne yaptığını biliyor Sinan Canan. Kendisini her dinlediğimde ufkum açılıyor, kendinden yeni şeyler öğreniyorum. Geç de olsa iyi ki böyle birini tanıdım. İyi ki inancını kaybetmeden her platformda kendini ifade eden böyle entelektüel birikime sahip, bilim insanımız var. Allah sayılarını artırsın diyorum.

Programın diğer konuğu Diamond Tema’yı ilk defa gördüm. Fikirlerini yeni öğrendim. Programın ardından kimdir bu genç diye bir araştırdım. Daha 29 yaşında Arnavut doğumlu biri. Türkiye’ye küçük yaşta göç ederek okulları bu ülkede okumuş. Askerliğini burada yapmış. Belli ki Türk vatandaşı. Türkçeyi anadili gibi hatta bizden iyi konuşuyor. Aksanında bir yabancılık sezmedim. Kısaca adı soyadı dışında yerli biri ama agnostist.

Genci dinledikçe yaşımdan utandım. Bilgi, birikim, donanım, entelektüel bilgisi; yaşını başını almış, okumuş, nice aydın kimseden çok çok ileride. Bu yaşta bu kadar donanıma ancak şapka çıkarılır. Bilgisinin yanında efendiliği, tevazuu, üslubu mükemmel.

Bilgi ve donanım bakımından bize beş çeken bu genç, inanç yönünden bir agnostist. Bunu söylemekten, fikrini söylemekten de kaçınmıyor. Tanrı vardır veya yoktur diyemem. Çünkü ispatı mümkün değil inancı diyebileceğimiz agnostik bir düşünceye sahip olmasına rağmen inançlara saygısı, konuşmasına yansıyor. Kendilerini, Tanrı vardır diyenlerle Tanrı yoktur diyenlere oranla bilinemezlik gibi gri bir alanda tanımlıyor.

Programın sonunda sunucunun “25 altı genç nüfusta deizme kayma” sorusuyla ilgili olarak verdiği cevabı ve tespitlerini buraya alıntılıyorum:

"İnsanlar deizme yönelmiyor. Deist olduklarını keşfediyor. Deist her zaman vardı zaten. Benim kalbim temiz. Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok diyen. Müslümanım dediği, namaz kıldığı halde zina vb. günah işleyen Müslümanlar da var. 

Halkın çoğunda sağlam dini bir temel yok. Gelenekten, kültürden geliyor. Okulda ve evinde öğrendiği bilgi vardı. Şimdi ise basın aracılığıyla dünyayı tanıyor. İnternete giriyor. Bir konuda bin hocanın, bin bilim adamının düşüncesini görüyor. Videosunu izliyor. Herkes kendi eğitimini bu yolla alabiliyor. Yabancı medyayı da izliyor. Dünyanın bir tek kendi mahallesinden ibaret olmadığını öğreniyor. Medya insana tüm dünyayı sunuyor.

Aşkı dayatma çabası aşkta nefreti, dini dayatma çabası dinde nefreti doğurur. Dindar nesil yetiştirme çabası, belli okulları dayatma, videolarda kafa kesen görüntüler dinden uzaklaşmaya neden oluyor. Dinsizlerin insanları dinden çıkarma etkisinin, dindarların insanları dinden çıkarma etkisinden daha az olduğunu düşünüyorum. 

İnsanların deizm yönelmesindeki en büyük etken dindarların kendileridir." Diamond Tema

Burada agnostizmi anlatacak, bu inancın reklamını yapacak, bu düşünceye sahip kişileri ayıplayacak değilim.

Anlatmak istediğim, bu gencin dışında ateist, deist ve agnostik olan başkalarını da dinleme imkanı buldum. Dinlediklerimden hareketle vardığım sonuç; deist, ateist ve agnostist olduğunu söyleyenler, başta İslam dini olmak üzere diğer dinleri birçok Müslümandan daha iyi biliyorlar. Tüm dinleri ve İslam dinini adeta yiyip yutmuşlar. Niçin inkar ettiklerini niçin eleştirdiklerini niçin deist, ateist ve agnostist olduklarını biliyorlar. Akıllarına yatmayanı sorguluyorlar. Kısaca geldikleri noktaya araştırarak gelmişler. İddia, tez ve eleştirdiklerinin altı dolu. Geldikleri noktaya bilinçli bir tercihle gelmişler. Allah inancına mesafeli veya inkar noktasında olsalar da veya bilinemezlik halini yaşasalar da bu duruma bir tahkike sonucu ulaşmışlar. Teşbihte hata olmasın, bir nevi kendi inançlarında tahkiki iman üzereler. Müslümandan olmadı gereken tahkiki iman onlarda var.

Buradan hareketle kendisini Müslüman olarak tanımlayan biz Anadolu Müslümanlarının kahir ekseriyeti ise taklidi imanla yaşayamaya devam ediyoruz. Neye, niçin, nasıl inandığımızı bilmekten, bunu ifade etmekten, inancımızı anlatmaktan, anlattığımızla insanları ve kendimizi ikna etmekten ve örnek olmaktan aciziz. Bilinçli bir deist, ateist ve agnostist karşımıza çıksa, tezleri ve getirdikleri eleştirilerle bizi alt eder, teslim bayrağını çekeriz. Ki güzel bir üslupla da tartışamayız. Bunları kafir, dinsizlikle suçlarız. Kısa yoldan cehenneme göndeririz.

25 yaş altı gençlerde; deistliğe, ateistliğe, agnostistliğe, nihilizme yönelim ne kadar bilmiyorum ama YouTubelarda, ne konuştuğunu bilen, bilgi ve düşüncesini güzel bir üslupla ifade eden bu gençlerin, kafası karışık gençlerimizi yanlarına çekmeleri hiçten değil. Bunların aksine kendisini din görevlisi olarak tanımlayan kişilerin bilgi, donanım, özellikle üsluplarıyla bu toplumun gençliğini ikna edebilmeleri mümkün değil. Hele söz ve eylem çelişkisi bizde olduğu müddetçe gençlerin dinimizde kalması mümkün değil. Unutmayalım ki mesafe, soğukluk başka inançların veya inançsızlık inancının habercisidir.

Bence din adına söz söyleyenlerin kendisini sorgulamasında fayda var. Kimseyi suçlamadan, hiçbir savunma, mazeret ve gerekçe üretmeden. Soğukkanlı bir şekilde derinlemesine bir analiz gerek. Yarın değil, hemen şimdi. Çünkü yarın çok geç olur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde