Ana içeriğe atla

Kalabalıklar İçerisinde Yer Almak

Sürü içerisinde yer almaktır bunun adı. Sürüden ayrılmamak gerek. Çünkü kurt kapar. Ayrık otu gibi bir başına kalırsın.

O yüzden sürünün içinde tutunmak, sürüden alınan güçle yüksek perdeden konuşmak en iyisi.

Burada tutunmanın yolu, sürüye aykırı hareket etmemek, bir başına davranmamak ve güdülmeyi gönül huzuru içerisinde kabullenmektir. 

Hiç aykırı düşünmeyeceksin, sorgulamayacaksın. Bu, niçin böyle demeyeceksin. Ama, fakat, lakin demeden denileni yapacaksın.

Çobanın ve çobanı sevenlerin hışmına uğramamak için çobanı hep övecek, hep savunacaksın. Bu çoban olmasaydı, aç kurtlar akbabalar gibi saldırırdı bize diyeceksin.

Çoban sayesinde güçlüyüz. Çünkü o bizi koruyup kolluyor, karnımızı doyuruyor. Varlığımızı ona borçluyuz. Ya bir de olmasaydı, halimiz nice olurdu diye düşünüp sayesinde güçlüyüz, başkasına yem olmuyoruz diye şükredeceksin.

Verdiği görevi yapamadığından dolayı çoban bir koyunu yerinden ederse, onu getiren de o, götüren de odur. Getirirken iyiydi de götürürken mi kötü diyeceksin.

Sürüden ayrılmaya kalkan olursa, akıllı ol, ne yaptığının farkında mısın, eceline mi susadın de. 

Sürüyü terk eden ve çobanın gözünden düşen biri olursa, çobanın gözüne girmek, çobana ve yardımcılarına mukarrabün olmak için gidene veryansın et. Nankör de. Kendisini bir şey sanıyor. Bugünkü şöhretini çobana borçlu halbuki de. 

Çobanın etrafından giden gidene olsa, çoban bir başına kalsa, bilmelisin ki hep çekip giden suçlu. Acaba çobana da birazcık da olsa hata olabilir mi diye hiç düşünme. Çünkü her şey ayan beyan ortada. Çobanın hiç suçu yoktur.

Çobanın da tıpkı diğer çobanlar gibi hatası olabilir. Hangi birimizin yok ki. Ama bizim çobanın farkı hatasının farkına kendisinin varması ve Allah affetsin diye söylemesidir, helallik dilemesidir. Bunu başkası da yapıyor ama diğer çobanların samimi olmadığı hal ve hareketlerinden belli oluyor. Bizimki ise samimiyet abidesi.

Bizim çoban diğer çobanların topunu yener. Çünkü Allah vergisi bir yeteneği var. Mesuliyetinin gereği bizleri korur ve kollar.  Bizi kurda, kuşa yem etmez. Haklarımızı savunur. Bizim için yaşar. Bizi en iyi o güder. Bizden biri ne de olsa. Başka çobanlar gibi onun, bunun adamı değildir.

Böyle bir çobanımız varken bize düşen, bu çobanı var gücümüzle desteklemektir. Çünkü en iyi çoban bizim çobandır. Biz de onun sürüsüyüz. Onun sürüsü olmak bir nimettir. Onun sayesinde bir kişilik ve kimlik kazandık. Bugün bu haldeysek, bunu ona borçluyuz. Aksi, nankörlük olur, yediği kaba pislemek olur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde