Ana içeriğe atla

İp Öncesi, İp Sonrası

Yeni vizyonum bu. İlave bir ip var demeyin sakın. Hele hele ipi küçümsemeyin. O beğenmediğiniz, bir aksesuar gibi gördüğünüz o ip nelere kadir bir bilseniz. Ki bunun kıymetini bilmek için benim gibi kaç defa eşekten düşmeniz gerekir. İsterseniz, ip öncesi ve ip sonrasını bir anlatayım ki ne badireler atlattığımı ve nasıl bir nimete konduğumu kıyaslayabilesiniz. 
Bir şey okumak ve yakını görmek istediğimde uzak için kullandığım bu gözlüğe ihtiyaç duymuyorum. İhtiyaç olmayınca gözden çıkarıp bir kenara koyuyorum. Oturduğum yerde durup kalmıyorum. Kalkıp başka odaya geçiyorum. Bir zaman sonra dışarı çıkacağımda, lise 1'den beri benden bir parça olan şu gözlüğümü de alayım dediğimde, benim için maraton o zaman başlıyor. Tüm odalara, masalara, sehpalara, oturduğum ve oturma ihtimalim olan yerlere dönüp dönüp bir daha bakıyorum. Adeta dört dönüyorum. Hele gözlüğün rengine uygun bir yere koymuşsam, gözlük yere uyum sağlamış olur. Bakar bir kör edasıyla bakarım ama gözlük namına bir şey göremem. 
Umum yerlerde bazen el yüz yıkamak ve abdest almak istediğimde gözlüğü koyacak yer ararım. Böyle yerlerde gözlük koyacak yeri bulmak mesele. Varsa da kir ve pisten konmaz. Koymak zorunda kalsam da sonrasında gözlüğü bir güzel temizlemek gerek. Bazen de ceket vb. şeylerin asıldığı askılara taktığım da olur gözlüğü. Sonrasında gözlüğü buralarda unutup gittiğim sonra gözlüğü almak için geri döndüğüm olur. Bazen de cebe koyarken ıslatırım. Sonrasında gözlüğün camını silmek için gözlük bezi ara dur. Bazen de gömlek ya da tişörtün cebine koyarım. Ya düşürürüm ya da düşürme tehlikesi yaşarım. Çoğu zaman da düşmesin diye ya iyice eğilemem ya da bir elimle cebimi tutarım.
Bir yere koyma yerine bazen de gözlüğü başımın üstüne koyarım. Eskiden saçlar gür olunca gözlük başıma tam otururdu. Nicedir saçlar dökülüp olanı da kesince gözlüğün başta, içkinin şişede durduğu gibi durmadığını gördüm. Eğilince, kaymasıyla birlikte evde kaç defa düşürdüm. Çekirgenin bir iki sıçramasıyla cam kırılmadı. Ama bu durum, gelmekte olan bir şeylerin habercisiydi. Adeta dedi ki bana. Bu sefer ucuz atlattın, dikkat et, şakam yok dedi. Aldırmadım. Yine bir gün soğuk bir havada rutin yürüyüşlerimden birini yaparken üşümeyeyim diye başıma bir takke geçirdim. Müsait olan bir mevkide yürürken bir şeyler okuyayım dedim. Gözlüğü takkenin üstüne attım. Biraz terlemeye başlayınca takkenin üstündeki gözlüğü unutarak şu takkeyi başımdan biraz çıkarayım dedim. Sen misin çıkaran. Takkenin üzerinden bir şeylerin fırladığını ve kaldırıma düştüğünü gördüğüm an iş işten geçmişti. Allah vere de kırılmasa dedim ama geçti artık. Bereket camın birisi kırılmış. Sonrasında rotayı değiştirerek tıpış tıpış gözlükçüye gittim. Gözlükçüye, bu camların garantisi yok muydu dedim. O camların garantisi benim hocam. Yarısı benden yarısı senden. 70 lira ver, yeter cevabına karşın, cebimde sıkışan 70 lirayı bayıldım. 
Gördüğünüz gibi gözlüğümle başım dertte. Ya koyduğum yerde unutmuşum ya da baştan düşürerek kırmışım. 
Gözlükle imtihanım düşe kalka ve unutarak bu şekil devam ederken gel zaman git zaman bir yüksek tansiyon peyda oldu. Uzağı eskisi gibi net göremediğimi ve yazıları okuyamadığımı anladım. Göz muayenesi oldum. Benim, bildim bileli kullandığım 2,75 göz numaralarım, 1,5'a düşmüş. Yeni numaralarım 1,5 olsa da doktor 2,00 yazmayı tercih etti. Haliyle bir iki ay önce düşürüp kırdığım ve yeniden taktırdığım camları çıkarttırarak yerine yeni numaradan cam taktırdım. Bu sefer 300 lira bayıldım. 
Gözlükçü gözlüğü uzattı. Ona, başıma takınca düşürüyorum. Şunu az sıkıştırıver dedim. Öyle olmaz. Buna ip takacağız. Getir kızım oradan bir ip dedi. İpi takıp uzattı. Bunu, bundan sonra başına değil, önüne indireceksin dedi. Orada bir iki denemesini yaptım. Fena değildi. Hasılı şimdi ipli gözlük takıyorum. Burada ipsiz gözlükle iplisi arasında ne fark var derseniz, dünya varmış derim. Zira hayatım değişti:
Ne zaman gözlüğe ihtiyaç hissetmediğimde, onu sağa sola bırakıp ardından gözlük aramaya gitmiyorum. Önüme indiriveriyorum. 
Başıma koyup düşürmüyor, camını kırmıyorum. Haliyle yeni cama para vermiyorum. Param cebimde kalıyor.
Gözlüğümün camları eskisi gibi kirlenmiyor. Demek ki saçlarla temas ettikçe kirleniyormuş. 
Gözlük kah bağrımda kah gözümde gölgem gibi benimle beraber gidiyor. Yürürken sallanıp beni rahatsız etmiyor. Öyle ki gözlük gözümde mi bağrımda mı diye zaman zaman kontrol ediyorum. 
Bazen can sıkıntısından yapacak bir iş aradığımda gözlüğüm akla geliyor. Zira ipi sündürmeli. Bir asılıp aşağı indiriyorum. Sonra gözüme takmak için asılıp gözüme takıyorum. 
Hasılı geç de olsa bu vesileyle bir nimete kondum. Artık gözlük sorunum kalmadı. Gözlüğe yer aramıyorum. Bulmak için arama da yapmıyorum. Bunun için tüm aile seferber olmuyor. Düşürme riski zaten ortadan kalktı. Daha ne isterim. Öyle değil mi? 
Gözlüklü iseniz ve aynı sıkıntıları yaşıyorsanız, bana ipli mi, ipsiz mi derseniz, ipli derim. Zira gözlüğünüz ipli olsun, böylece tüm dertleriniz bitsin. Yok, ben ip takmam. Çünkü ip beni yaşlı gösterir derseniz, bunu siz istediniz ve kendi düşen ağlamaz derim. Son sözüm de budur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde