Ana içeriğe atla

Kiracı mısın? Derdin Büyük *

Kiraların bin lira civarında olduğu birkaç yıl önce yeni evlenecek biri, "Ağabey, düğün yapacağım. Ev buldum. Yalnız ev sahibi ve emlakçı, memur kefil istiyor. Bana kefil olur musun" dedi. Olurum dedim. Ertesi günü emlakçı TC'ni istiyor dedi. Verdim. Bir sonraki gün imzaya gelirken görev yeri belgesi getirir misin dedi. Tamam dedim. 

Kontrat imzalamak için belirlenen gün, tarif edilen emlakçıya gittim. Randevuya erken varmışım. Kendimi tanıttım. Ev sahibi de oğlu ile birlikte oradaydı. Beklerken nüfus cüzdanınızı alabilir miyim dedi emlakçı. Ne yapacaksın dedim. Dosyaya fotokopisini koyacağım, ne olur ne olmaz, kendimizi garantiye alacağız dedi. Moralim bozuldu ve kardeşim, kefil olacağım genç ev kuracak. Bizde evlenen ile ev alana Allah yardım eder denir. Ben de evini kursun, hayır duasını alayım, işini kolaylaştırayım diye kefil olmaya geldim. TC. numaramı istediniz verdim. Görev yeri belgesi dediniz getirdim. Kimlik fotokopisi de neyin nesi? TC kimlik No işinizi görmüyor mu? Haydi kimlik istediniz. Görev yeri belgesi ne alaka? Çünkü bugün bu kurumdayım, seneye başka yere nakil gidebilirim. Devlet bile sizin kadar prosedür istemiyor. Siz kendinizi garantiye almak için tüm bunları istiyorsunuz. Anladığım kadarıyla güvenmiyorsunuz. Madem öyle. Ben size nasıl güveneceğim? Kimliğimi başka yerde kullanmayacağınızın garantisini verebilir misiniz? Sonra siz kim oluyor da fotokopi alıyorsunuz? Bugün devlet kurumları bile kimliğin fotokopisini almayı bıraktı. Ne olur, insanlara biraz güvenin. Bir şey kaybetmezsiniz. Siz her yönüyle işimizi sağlam yapacağız derken bu tavrınızla kendinizi çok akıllı sanmayın. Genç kirasını ödemez ya da ödeyemezse çıkarır, bir yıllık kirasını size sayarım.  Zaten bunun için buradayım. Bu para beni öldürmez. Ödemek istemezsem, bu gencin ödemediği kirayı benden almak isterseniz, benim maaşıma haciz koyduracaksınız. Ben size ödeme yapmak istemezsem, gider bir başkasını ayarlar, kendi maaşıma haciz koydururum. Bu haciz bitmeden de maaşımdan ikinci bir kesinti yapılamaz, değil mi dedim. Bu sözlerimden, baba-oğul ve emlakçının keyfi kaçtı. Ortamı buz kesti. Ardından kimliğimi uzattım. Kimliği almak istemediler. Israr ettim. Fotokopisini aldılar.

Ardından kefil olacağım genç geldi. Kontratta ismimin yazılı olduğu yere imzamı attım. Gence hayırlı olsun deyip oradan ayrıldım.

Gencimiz o evde yıllarca kaldı. Kefili olduğunuz kişi kirasını vermedi şeklinde bir telefon almadım emlakçıdan. Öyle zannediyorum, kiraya vereceği diğer evler için evrak isterken emlakçı çekinerek istemiştir ya da evrak azaltma yoluna gitmiştir.

*

Gelelim günümüze. Biraderim, 6500 lira civarında bir maaş alıyor. 1100 liraya bir evde oturuyor. Ev sahibinin Konya’ya tayini çıkmış. Evi boşaltması gerekiyor. Kaç haftadır kiralık ev arıyor, sağa sola haber salıyor, emlakçıları dolaşıyor. Piyasada kiralık ev yok. Sonunda Yazır Mahallesinde eski Real arkasında kiralık bir daire görüyor. Telefona sarılıyor. Evin kirası 5000 TL. imiş ama 4800 olurmuş. Artı memur kefil gerekli. Tutamam deyip teşekkür ederek ayrılıyor. Nasıl tutsun bu evi. Aldığını hemen hemen kiraya vermesi gerekiyor. Başka ev de bulamıyor ve evi 15 gün içinde de boşaltması gerek. Ne yapsın bu durumda, kara kara düşünmekten başka. 

*

Karşı komşum kiracı. 1400 liraya oturuyor. Daha doğrusu oturuyordu. Oturma süresi bitti. Ev sahibi önce evi satılığa çıkaracağım demiş. Ardından kira 3000 ama 2800 olur demiş. Biz bu artışı fahiş görürken piyasada uçuşan rakamları duyunca komşunun kira artışını çok makul görür oldum. 

Kiralık ev arayıp bulamayanların, bulup da yüksek kiradan dolayı evi kiralayamayanların sayısının az olduğunu düşünmüyorum. Fazla örneğe de gerek yok. Ama her birinin hikayesinin dramatik olduğunu söylemeye gerek yok. Gerçekten ne olacak böyle? Bu gidişat ne zaman durulur da kiralık ev bulunur ve makul fiyata oturulur? Ufukta daha da artacağına dair bir endişe var.

Kim ne derse desin, bu durum yönetilemez ve devam ettirilemez. Ülkemin dar gelirli insanını daha kötü günler bekliyor. Bu durum yönetilemezse ülke telafi edilemez, onulmaz yaralara ve aile facialarına gebe. Fiili olarak yaşadığımız bu hayat tek maaşla geçinmeye geçit vermiyor, asgari ücretliye yaşama şansı tanımıyor. Allah kimseyi işsiz-güçsüz, evsiz-barksız, tek maaşlı ve asgari ücretli yapmasın. 

Niyetim, felaket tellallığı yapmak değil ama görünen köye bir çözüm bulmak gerek. Bu çözümü de etkili ve yetkili kişiler bulacak ama nasıl? Geçici bir çözüm olarak şehirden şehre, kira fiyatlarına alt ve üst sınır getirebilir, kazancı yeterli olmayanlara kira yardımı yapabilir, kiralık ev sıkıntısı çekilen şehirlerde gerekirse prefabrik evler inşa edilebilir. 

 *11/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde