Ana içeriğe atla

İnsanın Çiği

İnsanı pişmiş ve çiğ olarak ikiye ayırabiliriz. Pişmiş insan; hayatın her türlü cenderesinden geçerek düşe kalka tecrübe kazanmış, olaylara soğukkanlı yaklaşabilen, hayatın her safhasında her türlü insan tipiyle karşılaşmış, yaşının üzerinde bir olgunluğa sahip kişi diyebiliriz. Ham ya da çiğ insana gelince; “Yaşının, konumunun gerektirdiği görgüye ve olgunluğa erişmemiş olan; yerine göre davranmayı bilmeyen” kimsedir. 

Çalışma ve gündelik hayatta bu iki tip ile de karşılaşırsınız. Zaman zaman bir vesileyle muhatap da olursunuz. Görmüş geçirmişi ile karşılaşır, teşriki mesaide bulunursanız, muhabbetine doyum olmaz. Bu muhataplık bitmesin, iş ilişkisi devam etsin dersiniz. Çünkü ondan alacağınız o kadar şey vardır ki onunla her karşılaştığınızda hayata dair yeni bir şeyler öğrenirsiniz.

İnsanın çiğine gelince Allah böyleleri ile karşılaştırmasın, Allah'a yakın, sizlerden uzak olsun diyeceğim işin başında. Ama karşılaşmamak ne mümkün. Nereye gidersen burnunun dibinde biter böyleleri. Çiğ olduklarını kabul etseler, pişmeye geldim deseler, dersin ki öğrenmeye meyilli. Bundan zarar gelmez. Çünkü iyi niyetli biri dersin. Ya çiğ olduğunu bilmezse, işte o zaman yat ağla, kalk ağla. Çünkü problem mi problem. Kendisini problemin kaynağı olarak bilmeyene zaten verebileceğin bir şey yoktur. Çünkü alıcıları kapalıdır. Öğrenme gibi niyeti de olmaz. Hoş, olsa da buna ihtiyaç hissetmezler. Zira kendilerini mükemmel görürler.

Şimdi bu tip çiğler nasılmış bir bakalım. Mesai kavramları yoktur. Bu da bir şey mi demeyin. Bunun gibileri diğerlerinden farklı. Sabah ve öğle en az 15'er dakika iç eder. Bir o kadar da akşam erken çıkarak mesainin içine eder. Dairenin en üst amirlerinden sonra gelmeyi ve erken çıkmayı meslek haline getirir. Geciktim deme nezaketini zaten bulamazsın. Benim amirlerime ve mesai arkadaşlarıma karşı bir sorumluluğum var gibi bir derdi yoktur. Yani kafasına göre takılır. Göreve gelmesi lütuf gibi bir şey. Geldiği zaman da işe hemen koyulmaz. Kahvaltısını yapması lazım. Öyle ya kim yapacak sabah sabah evde kahvaltıyı. Daire ne güne duruyor. Kazara yazması gereken bir yazı olursa öyle berbat bir sayfa düzeni karşına gelir ki acemi insan bile uğraşsa beceremez bunu. İşin garibi düzeltemezsin de. Sağını düzeltsen, solda sorun olur, solunu düzeltsen sağda. Yazdığı her kelimede yazım ve imla yanlışı saymakla bitmez. Böylelerine iş buyuracaksın, ardından sen yapacaksın. Yazılara biraz özen göster desen, nasıl oldu ben de bilmiyorum der.

Hiç işi yoksa vurur kafayı yatar. Daha olmadı, kulaklık takarak müzik dinler. Kazara seslensen top atsan duymaz. Birinin bir şey demesine gerek yok. Kimse rahatsız etmez onu. Çünkü çevresi ve mesai arkadaşlarıyla pek iletişimi yoktur.

Mesaiye riayet konusuna biraz dikkat etmesi ve diğer arkadaşlarına emsal olmaması gibi konularda kazara bir hatırlatmada bulunsan, her şeye söyleyeceği bir mazereti olmasına rağmen mesaiye şükür ki riayet eder. Etkisiz eleman olarak zamanında gelmeye devam eder ama bir bakmışsın ki içine kapanmış, selamı-sabahı kesmiş, amirlerine ve arkadaşlarına mesafe koymuş görürsün. Belli ki görevini hatırlatmak zoruna gitmiştir. İşte kendisine görevi hatırlatılınca tavır alanları ben çiğ insan olarak görürüm. Be mübarek, uyarılmak zoruna gidiyorsa, görevine zamanında gelip gideceksin. Bulunduğun yerde bir katma değer üretmenin yoluna gideceksin. Ya değilse emekliliğin geldi ise -ki gelmiştir- vereceksin dilekçeni. Keyfine göre takılacaksın. Hoş bunu da yapar bazen. Toplamda en az 1,5 saat mesaiye riayetsizliği olmasına rağmen uyarıların akabinde “Ben yıllık izinlerimi kullanıp ardından emekli olacağım” kozunu oynar. Yok ya, iyiydik şöyle denmeyince emekli olmaktan da vazgeçer. Adam niye emekli olsun ki. Bulmuş kebap gibi işi. Çiftlik gibi gelip gidiyor. Kim verir ona bu devirde böyle bir işi, öyle değil mi?

Son söz olarak bu tip çiğler laftan ve sözden anlamaz ya onlar için şunu söyleyeyim. Uyarıya gelmeyeceksen görevini tam yapacaksın. Aksatıyorsan özür dilemeyi bileceksin. Görevini tam yapamıyor, özür de dileyemiyorsan, uyarı ve hatırlatmalara tavır almayacaksın. Bu arada böyle tavır sahiplerine çok da tın demek lazım. Allah'a yakın, bizden ırak olsunlar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde