Ana içeriğe atla

"Şeddeli Yavrum" ve Yenmiş Elma

Bugünkü 2 saat 11 dakikalık Yaka-Köyceğiz-Akyokuş-Beyşehir Yolu ve Takkeli Dağ güzergahımın dönüşünde, Akyokuş mevkiine geldiğimde, Beyşehir'e doğru tırmanan bir araçtan, al biraz da sen faydalan dercesine atılan, yenmiş bir elmayla müşerref oldum.

Fırlatılıp atılan bu elma, kafamı sıyırıp geçti. Yol kenarındaki bariyerlere çarptıktan sonra yola doğru yuvarlanıp geldi.

Geçip gittikten sonra nasibim neymiş diye geri dönüp baktım. Sarı rengi görünce bir an için Mısır mı diye düşündüm. Mısır değildi. Ayılar armudu sever. Olsa olsa armuttur dedim. Altın olamazdı. Çünkü ayıların altınla işi olmazdı. İyice yaklaşınca resimde de gördüğünüz gibi elmaymış meğer.

İyice yemeden ve sıyırmadan attığına göre bu elmayı atan domuz olamazdı. Çünkü domuz sıyırıp atmaz, hepsini sünnetlerdi. Atan olsa olsa itibardan israf olmaz diyen, yemi fazla olan, yedikçe azan, azdıkça çevresine zarar verecek bir kıvama gelen insan müsveddesi  bir insan azmanı olmalı. İyi aile terbiyesi almış bu insanımızın paylaşımcı yönünü de burada değinmek isterim. Al biraz da sen kemir dercesine atmasından anlıyorum bunu. Belki de kendisi arabayla giderken herkesin arabayla geçip gittiği bu yoldan yürüyen tek kişi olarak beni görünce "Yazık, şu adama! Fakirlikten arabaya binemiyor ve hızlı hızlı yürüyor. Ne kadardır yürüyor, kim bilir. Deli gibi de acıkmıştır. Şu yediğimi ona atayım da yesin" demiş de olabilir. Merhametine ve acıma duygusuna da hayran kaldım. Belki de meyvenin pahalı olduğu günümüzde, bu elmayı atayım da çekirdeğinden yol kenarında elma yetişebilir, gelip geçen yiyebilir diye de düşünmüş olabilir. Bu da onun çevreci olduğuna işarettir. Bu yenmiş ve iyice sıyrılmamış elmadan kurt-kuş da faydalanabilir. İnşallah arabalar ezmez, belediyenin temizlik elemanları da gelip bunu çöp zannederek bu elmayı oradan kaldırmaya kalkmaz. Eğer böyle olursa, bu insanımız geri dönerken eserini attığı yerde göremezse, yaptığı bunca iyiliğe nankörlük yapılmış olur.

Hasılı, bir an için bu elmayı atan insanımıza kızsam da sakin kafayla düşündüğümde, yaptığı bu -ç-işin faydaları saymakla bitmez. Öyle demeyin, attığı taş da olabilirdi. Bereket taş değildi. Arabasında olan bu idi. Başka ne yapabilirdi ki. Bu arada keratanın avcılığı da benden pek iyi not aldı. Başımı sıyırıp geçmesi hareket halinde iken atmasından. Değilse tam isabet. 

Rahmetli Hasan Kıvrak'ın deyimiyle bu "Şeddeli yavrum", bana babamı hatırlattı. Babam "Orta yerde çok dolaşma yoksa ayağına tavuk pisliği bulaşır" derdi. Düşünsenize arabada yapıp ettiğini atsaydı... Yapar mı yapar. Daha neler demeyin. Yediği, içtiği, yapıp ettiği arabada elinde mi kalsaydı bu muhteremin? Atacak ki eli boş olacak, arabası da temiz olacak. Elma dediğiniz nedir ki sonra? Çevreyi mi kirletecek sanki? Ayrıca bugün yenmişini atan, yarın yenmemişini atar. Bugün, bugünün en ucuz meyvesini atan; yarın, incir veya kivi atabilir. Düşünebiliyor musunuz? En iyisi ben bu yolu boş bırakmayayım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde