Ana içeriğe atla

Ya Sabır!

 

—Ramazanla aran nasıl?

—Ramazan'ın ramazanla arası hiç olmadığı kadar iyidir. Ne açlık var ne de susuzluk. 

—Nasıl gidiyor, nasıl vakit geçiriyorsun? 

—Yeme ve içmeye vakit ayırmayınca iş yapmak için bolca zaman kalıyor. Yeter ki iş yapmak iste. İşimi yapıyorum. 

—Herhalde yürüyüş yapmıyorsundur. Ne de olsa ramazandayız. 

—Ramazan başta yürüyüş olmak üzere hiçbir şeye engel değildir. Yeter ki yürüyüşe vakit bulayım. Koyduğum hedefi ramazanda da yürüyorum. 

—Aç aç gitmez herhalde. 

—Niye gitmesin. Esas yürüyüş aç karna yapılan yürüyüştür. 

—Ramazanda çekilmez bir durumla karşılamıyor musun? 

—Var bir durum. 

—Nedir o?

—Biri beni kendi halime bırakmıyor. Ramazanı ağzımın tadıyla geçirmemi istemiyor. Günde günün belirli saatlerinde durmadan rahatsız ediyor. Nasıl anlatılır bilmem. Bildiğim, anamdan emdiğim sütü fitil fitil burnumdan getiriyor. 

—Ne yapıyor? 

—Ne yapmıyor ki... Kah whatsappla kah mesaj yoluyla mesaj bombardımanına tutuyor. 

—Ne gönderiyor? 

—Bana dönüp dönüp orucun önemini anlatan mesajlar gönderiyor. 

—Ne sakıncası var? Varsın göndersin. 

—Kardeşim, öneminden dolayı oruç tutan birine orucun öneminden bahsetmek abesle iştigaldir. Onun öneminden bahsettiği orucu, kendimi bildim bileli tutarım. İlla yapacaksa, bunu bana değil, oruç tutmayan birine yapmalı. 

—Tekrarın ne zararı var? 

—Zararı, kabak tadı vermesi. Faydadan hali bir durumdur bu. Bu, ders çalışan birine dersine çalış, demek gibi bir şey. 

—O zaman amacı ne bunun? 

—Amacını bilmem. Bildiğim, eli boş. Sabahtan akşama elinde telefon, kendinden bir şey koymadan kendisine geleni iletiyor. Kendisine geleni okuyor mu, çok emin değilim. Aklı sıra tebliğ yapıyor. İyilik yaptığını sanıyor. Aslında tereciye yere satıyor ve vakit geçiriyor. Keşke mesaj yönetimine önem verdiği kadar vaktini daha faydalı işlere ayırsa. 

—Mesela? 

—Onu ben bilemem. Yalnız dinden, oruçtan ne anlıyorsa onu yapsın. İşi varsa işini en iyi şekilde yapsın. Bunu da mı ben söyleyeyim. Ne yapacaksa yapsın ama beni rahat bıraksın. Beni bana bıraksın. Herhalde bu dünyaya dair tek görevi bana mesaj göndermek değildir. Diyelim ki kendisine vazife çıkardı. Mutlaka bana mesaj gönderecek. Günlük bir mesajla yetinsin. Sabahtan akşama aynı mesajı hem mesaj hem whatsapp yoluyla gönderip durmasın. Günde birkaç mesajın hangi birini yerine getireyim, öyle değil mi? En büyük endişem bu kadar mesajın ardından yani ev ödevinin ardından beni bir gün sınava tabi tutması. 

—O kadar da değil. Çok rahatsızsan engelle gitsin. 

—Onu da yaptım zamanın behrinde. Engellemek istedim. Telefonumun engelleme özelliği yokmuş. Kurtulmak için ihtiyaç yokken engelleme özelliği olan yeni bir telefon bile aldım. Epey böyle gitti. Epey de rahat ettim. Sonra telefonum yeni sürümlere uyumlu olmayınca yeni bir telefon daha aldım. Baktım, bizimki yine pes etmemiş, peşimde. Şimdilik sessize aldım. Beni rahatsız etmeden o, mesajlar göndermeye devam ediyor. O değilsen gelen önemli bir mesaj var mı diye göz gezdirince aynı kişiden gönderilen mesajların yığıldığını görüyorum. Belki önemli bir şey vardır bu sefer diyorum. Açıyorum mesajlarını. Kırk yıllık kani, değişir mi? Aynı yol, yöntem ve içerikle yine iş başında bizim bu davetsiz misafir. 

—Bu durumda ne yapmayı düşünüyorsun? 

—Dört gözle ramazanın bitmesini bekliyorum. Belki bayram gelince bayram ederim diye düşünüyorum. Allah başka keder vermesin ama bıktırdı, bezdirdi, illallah dedirtti. Neredesin insaf, feraset, basiret diyorum ve fesübhanallah diyorum, ya sabır çekiyorum. Bana bu mesajların tek katkısı da bu. Sanırım onun istediği de bu: Ağzımı duaya alıştırmak. Görüyorum ki bir yerlerde bir samimiyet eksiğim olmalı ki duam kabul olmuyor ve bizimki hala peşimde. 

—Senin için ne yapabilirim? 

—Benim için bir iyilik yapmak istiyorsan, senin telefonunu benim tebliğciye vereyim, sana da göndersin. O zaman beni daha iyi anlarsın. 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde