Ana içeriğe atla

Her Şeyden Bozulan Oruç *

Ramazan geldi. Daha gelmeden şu orucu bozar mı, bu orucu bozar mı soruları ve cevapları piyasaya sürülmeye başlandı bile. Her sene alışık olduğumuz ve ramazan programlarında mutlaka gündeme gelen orucu bozan şeyler; bilen ve bilmeyen, ehil veya ehil olmayan kişiler tarafından o kadar çok işlenir oldu ki bu oruç nasıl bir şeymiş ki her şeyden bozuluyor algısı zihinlerimize yerleşiyor ya da yerleştiriliyor. Hâlbuki tanımında da geçtiği gibi yeme, içme ve cinsel ilişki dışında oruç bozulmaz. Durum bu iken her ramazan öncesi başlayan, ramazan içinde de devam eden orucu bozan şeyler muhabbeti ve tartışmaları kabak tadı verir oldu artık.

Neler orucu bozar ya da şu orucu bozar mı şeklinde vatandaşın sorularını garipsesem de bir yere kadar anlayabiliyorum. Çünkü ilmihal kitaplarımızda orucu bozan ve bozmayan, kaza ve keffaret gerektiren durumlar başlığıyla o kadar ayrıntıya girilmiş ki bunları okuyan ve duyan vatandaş soru sormayıp da ne yapsın. Buna bir de ilmihal kitaplarında yazmayan, günümüzde çıkmış ya da ilmihal kitaplarında “bozulur” dendiği halde günümüz şartları ve bilgileri sayesinde “bozulmaz” şeklinde fetva verilince kendisini ehil bilenlerin; yok bozulur, hayır bozulmaz şeklindeki tartışmaları eklenince bu da bu işin tuzu-biberi oluyor. “Covit-19 aşısının orucu bozmayacağı” şeklinde Din İşleri Yüksek Kurulunun verdiği fetva buna bir örnektir. Yerinde ve olması gereken bu fetvaya, kendini ehil addeden bazıları “Olur mu öyle şey? Dört mezhebe göre oruç bozulur” açıklamalarını sekiz sütuna manşet şeklinde gazetelerinde verdi bile. Bu karşıt görüşle, akılları sıra dini koruduklarını sanıyorlar. Halbuki bu yaptıklarıyla, insanımızın kafasını karıştırmaktan ve acaba soru işareti koymaktan başka bir amaca hizmet etmemiş olurlar. Üstelik tezleri de güçlü değil. Çünkü covit-19 aşısı besleyici değil, hastalıklara karşı koruyucu özelliği olduğu belirtiliyor. Bu aşının ne derece salgın riskini koruduğu ayrı bir konu olsa da şu durumda bilim adamlarının açıkladıklarına uymaktan başka çaremiz yok.

Burada şunu da söylemek istiyorum. Bir konuda geçmişte dört mezhep de aynı görüşte olsun. Mezheplerin görüşleri değişmez ve değiştirilemez diye bir şey olamaz. Çünkü mezheplerin görüşleri bir fetvadır. Fetvalar da din değildir. Değişmeyen dindir, fetvalar ise zamanın şartları, ihtiyaçları ve yeni bilgiler ışığında değişebilir. Eğer İslam her çağda ihtiyaçlarımıza cevap vermesi isteniyorsa yeni çıkan şartlara uygun olarak geçmişte verilen fetvalar da yeniden gözden geçirilmelidir. Bazı fetvalar hala geçerliliğini koruduğu gibi bazılarının uygulama imkanı olmayabilir. İşte uygulama imkanı olmayan fetvalarla ilgili yeni görüşler ortaya koymak İslam’ın dinamik yönünü ortaya koyar. Geçmişte her şey söylenmiş, yeni görüşe ihtiyaç yok demek kolaylık dini İslam’ı ancak ayak bağı yapar. Bu da elimizi ve kolumuzu bağlar. Kimsenin İslam dinini “yasak dini” şeklinde piyasaya sürmeye hakkı yoktur.

Verilen fetvalara uyma konusunda insanımız kendi vicdanına göre hareket eder. Aşı örneğinde olduğu gibi vatandaşın aklına “Aşı, orucu bozar” yatar, aşışını iftardan sonra yaptırır. Buna imkan yok, gündüz oruç vakti aşı olması gerekiyorsa “Aşı, orucu bozmaz” görüşü çerçevesinde gider, aşısını olur ve orucuna devam eder. Buna inanmayan, aşı olacağı zaman oruca niyetlenmez, daha sonra kazasını yapar. Kişiler bunda muhayyerdir.

Sonuç olarak ramazanın özüne, mana ve önemine ve de maksadına hizmet etmeyen oruç bozan şeyler tartışmasının dine, oruca ve Müslümanlara bir faydası yoktur. Özellikle orucu bozan şeylerle ilgili sorulara cevap vermeye çalışan ehil kişilerin bundan kaçınmasında fayda vardır. Eğer illa konuşacaklarsa bari ramazanın özüne ve maksadına dair konuşmalar yapsınlar. Pekala, soruyu soranları da buna yönlendirebilirler. Bu da zor olmasa gerek. Bize belki de en faydalı bilgi bu olur.

*12/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde