Ana içeriğe atla

Kahvehane Esnafı Ne Âlemde? *

Bir dostumu ziyaretim esnasında, yanındaki birkaç kişiyle de tanışma imkanım oldu. Kahvehane işleten esnaflarmış. Gazetede yazdığım şeklinde tanıştırılınca sesimizi duyurur musunuz dediler. Nedir derdiniz demeye kalmadan "Oyun oynanmasına izin verilmeyince çok zor durumdayız. Sesimizi duyuramıyoruz. Derdimizi anlatacak bir muhatap bulamıyoruz." dediler kısaca. Abartıyorlar mı diye yüzlerine baktım. Rol yapar bir halleri yoktu. Umutsuz bir vaka idi bakışları.

Bir gün kıraathane çalıştıran esnafı yazı konusu edineceğimi hiç düşünmemiştim. Zira ne çalışma şartlarını bilirim ne de ortamlarını. Kahvehaneye, televizyonun çok yaygın olmadığı geçmişte ya bir maç daha film izlemek ya  arkadaşlarımı görmek ya soğukta ısınmak ya da bulunduğum ortamda çay içecek park-bahçe ve esnaf çay ocağı yoksa çay içmek için gitmişliğim vardır. Biz bir kenarda çayımızı yudumlarken dörderli grupların oluşturulduğu ve etrafında seyircilerin olduğu masalarda oyun oynayan kişileri görürdüm. Oyuna o kadar kendilerini vermiş olurlardı ki bizim girip çıktığımızdan haberleri bile olmazdı. Oyun boyunca çay bir taraftan sigara bir taraftan ardı ardına içilirdi. Tilkiyi kovuğundan çıkaracak kadar duman kaplardı içeriyi. Sigara dumanını ve kirli havayı tahliye için kahvehanenin pervanesi durmadan çalışırdı.

30-40 yıldır bir kahvehaneye girmişliğim ve gitmişliğim olmadığı için kahvehanelerin şimdiki durumu nasıl bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kapalı mekanlarda sigara içilmesi yasaklandığı için buraların dumandan arındırıldığıdır. Bir kahvehaneye gitmediğim için de kendimde bir eksiklik hissetmedim. Çünkü ne kahvehane kültürüm var ne de buralarda oynanan oyunları bilirim. Bildiğim tek oyun satrançtır. O da benim gittiğim zamanlarda kahvehanelerde oynanmazdı. Ben kahvehaneye gitmediğim için kahvehane esnafı da bir eksiklik hissetmez. Çünkü kahvehane esnafının çoğu müşterisi, oyun oynayan kişilerden oluşur. Bu esnafa para bırakanlar da oyun oynayan müşterilerdir.

Kahvehanede oynanan oyunları bilmediğim gibi -kahvehane esnafı ve bu oyunları oynayanlar kusura bakmasınlar- ama bu tür oyunların oynanmasını da tasvip etmiyorum. Aynı şekilde kahvehanelerin varlığını da. Çünkü bir ülkede ne kadar kahvehane ve müşterisi varsa o ülkede o kadar işsiz insan var demektir. İstisnaları olmakla beraber çoğunluk, belli ve düzenli bir işi olmayan kişilerden oluşur.

Bu yazımı okuyan kahvehane esnafı, bu adam bize destek mi veriyor yoksa köstek mi olur diye düşünebilir. Haklılar da. Şimdi sadede geleyim. Kahvehanelerde oynanan oyunları tasvip etmesem de kahvehaneler önemli bir işlev görüyor. Çünkü buralarda oyun oynanmazsa oyun oynamak için bazıları, merdiven altı diyebileceğimiz yerlerde büyük paraların döndüğü kumara yönelebilir. Bildiğim kadarıyla kahvehanelerde oynanan oyunlar çayına oynanmaktadır.

Ben çayına bile oynanan oyunu ve kahvehane diye bir sektörün olmasını tasvip etmesem de bu ülkede bir kahvehane gerçekliği vardır. Bu sektörden ekmek yiyen insanımızın sayısı da az değildir. Mart ayından beri birçok sektör gibi pandemiden en fazla etkilenen bir sektör olmuştur kahvehaneler. 1 Hazirana kadar kepenk kapatmışlar. Hazirandan itibaren buralar açık ama oyun oynamak yasak olduğu için ha açık olmuşlar ha kapalı. Çünkü oyun yoksa buralara doğru dürüst müşteri gelmez. Bura esnafı ancak sinek avlar. Durum böyle olunca mart ayından bu yana 8 ay geçmiş, bu sektörün esnafı ne yer ne içer. Hiç düşündük mü? Diyelim ki daha önce biraz birikintileri vardı, onu yediler. 8 ay dile kolay. Hazıra dağ mı dayanır.

Burada ölümcül ve yıkıcı etkileri olan salgını küçümsediğim anlaşılmasın. Salgını önemsiyorum ama salgından en fazla etkilenen esnafı da düşünmek zorundayız. Çünkü bu sektörlerde çalışan ve ekmek yiyen insanımızın sayısı az değil. Nasıl bir yol bulunur ama kahvehane, düğün salonları, kantinciler, yurt işletenler, eğlence yerleri gibi pandemiden fazlaca etkilenen sektörler için yetkililerin bir çözüm üretmesi gerekiyor.

*14/11/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde