Ana içeriğe atla

Dualarımız Niçin Arapça? *

Dil, aramızda iletişimi sağlamak, muhatabımıza meramımızı anlatabilmek amacıyla Allah'ın bize bahşettiği bir organımızdır. Tanışalım diye farklı farklı ırk, topluluk ve milletler olarak yaratılmışız. Yabancı dil diye adlandırılan, değişik dillerde konuşmamızın bilimsel bir açıklaması olmasa da Allah'ın bir lütfü olsa gerek. Bu açıklamalar çerçevesinde düşündüğümüz zaman hiçbir dilin, ırkın ve lisanın diğerlerine bir üstünlüğü yoktur. Hepsi insanca yaşamamız, birbirimizle tanışmamız, tanışırken görgü ve göreneğimizi artırmamız için birer araçtır. 

Bu kısa açıklamadan sonra bana göre;

√ En iyi dil, dilin hakkını veren, yaratılış amacına uygun kullanılan dildir.

√ En iyi ırk ve insan, Allah'a karşı sorumluluğunu en güzel şekilde yerine getiren, insanlığın hayrına çalışan ve farkındalığını ortaya koyarak dünya ve hayata dair bir katma değer üreten ırk ve insandır.

√ En iyi lisan da birbirimizi kırmadan, dökmeden, arada tercüman olmadan anlaştığımız ve konuştuğumuz lisandır.

Bu yazdıklarımdan hareketle; nasıl ki herkesin dili, ırkı ve konuştuğu dil, kendisine ise benim dilim, ırkım ve konuştuğum Türkçe de bana aittir. İsterim ki derdimi, isteğimi, meramımı, duamı Türkçe yapabileyim. Bu isteğime zaten öyle diyebilirsiniz? Acaba öyle mi? Şimdi bazı örnekler vereceğim ki istisnalar kaideyi bozmamakla beraber hiç de öyle olmadığını göreceksiniz:

√ İbadet için camiye gidiyorum. Ezanı dinliyorum. Ezan bitince ezan duamı yapmaya başlıyorum. Bir taraftan da eda edeceğim namaza kalkmak için davranıyorum. Bu sefer ya imam ya müezzin ya da bir başka gönüllü “Allâhümme rabbe hâzihi…” diye ezan duasını okumaya başlıyor. Okunan bu ezan duasına tüm cemaat ellerini kaldırıp amin diyor.

√ Namaz kıldıktan sonra "Ayetel kürsi'yi okuyup tespih çekmeye başlıyorum. Ardından tespih çekmek için komut başlıyor.

√ Ne zaman bir nişan, nikah, düğün, gelin indirme ve güvey katma merasimi olsun, “amin” komutuyla başlayan dualar “Allâhümmec’al hâzel akde…” diye başlıyor. Biri, gözleri kapalı dua ediyor. Biz de onun her nefes alışında amin diyoruz.

√ Ne zaman bir cenaze merasimi olsa, okunan Kur’an veya indirilen hatimden sonra “amin” komutuyla eller havaya kalkar. Biri ezberinden bir şeyler okur, arada biz de amin diyoruz.

√ Umre ve hacca gidenlerden duyduğum kadarıyla, tavaf esnasında görevli hoca dualar ediyor, bizim hacılar ya amin diyor ya da hocanın okuduğu duayı tekrarlıyor.

Bu kadar örnek yeterli sanırım. Yaptığımız dua; ister ezan duası, ister tespihat, ister hatim duası, ister nikah/nişan olsun hepsi Arapça. Çoğumuz ne anlar Arapça'dan? Ne anlama geldiğini bilmeden amin diyoruz. Rab Teala, "Kulum! Benden bir şeyler istiyor ve kabulü için amin diyorsun. Ne istediğini biliyor musun" dese, ne cevap veririz? Merak ettiğim, bu dualar Arapça yapılmasa dualarımız kabul olmayacak mı?

Burada yanlış anlaşılmasın. Ne Arapça düşmanıyım ne de Türkçe hayranıyım. İsterim ki dualarımız hem dua yapan hem de duaya amin diyenler tarafından anlaşılacak şekilde Türkçe olsun. Çünkü dua, isteklerimizin yerine gelmesi ve dertlerimizin giderilmesi için Yüce Makama verilen bir nevi dilekçedir. Dilekçede yazılanlar bizzat dilekçenin sahibi tarafından ne anlama geldiği iyi bilinmelidir.

Aslında dualarımız Türkçe yapılabilir. Bunun önünde bir engel yok. Çoğunluk, duaların anladığımız dilden yapılması gerektiğini de savunuyor. Buna rağmen dualarımızı Arapça yapmaya devam ediyoruz. Çünkü daha önce Arapçasını ezberlediğimiz duayı okumak kolayımıza gidiyor. Türkçe dua için eski ezberleri bir tarafa bırakarak Türkçe dua için hazırlık yapmamız gerekiyor. Ezberimizde hazır dua varken yenisine hazırlanmak bir emek ister.

Bu konuyu açmışken duayla ilgili bir hususa daha değineceğim. Dualarımız niçin toplu yapılır? Tamam, nikah, hatim gibi dualar bir merasim esnasında yapıldığı için toplu yapılsın. Ezan duası gibi dualar niçin kişiye bırakılmaz? Bırakalım, kişi duasını içinden geldiği gibi kendi yapsın.

*21/11/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde