Ana içeriğe atla

Eleştiri ve Özeleştiri Kültürü Üzerine

Bu yazımda sizlere rahmeti Akif Emre’nin eleştiri Kültürü Üzerine ele aldığı yazılarından alıntılar yapacağım:

Gücün zirvede olduğu dönemde yanlışı işaret edemeyenlerin, hatayı doğrultmak için uyarma, ihtar etme cesareti gösteremeyenlerin, zaaf zamanlarında eleştiri hakları olamaz.

“Meşru olanın ölçüsü başarıdır” hükmünü doğrulayan bir tutum, her şeyden önce ahlaki açıdan sorunludur.

İkbal günlerinde güç karşısında uyarıcı olma cesareti gösteremeyenler, eleştiriyi ihmal edenler, erteleyenler, yanlışın dolaylı da olsa meşrulaşmasına katkıda bulunmuş olurlar.

Her kaybediş bir özeleştiri gerektirir elbette. Her yenilgi, hatta musibet hikmetle bakanlar için bir nimet bile olabilir. Daha büyük kaymalara, kayıplara yol açmadan kendine dönmek, yenilgiye neden olan yanlışları düzeltmek, hakikatten sapmayı fark etmek için bir vesile bile olabilir. Özeleştiri hakkı, nefis muhasebesi yapma zorunluluğu; bozgunun, musibetin, yenilginin, kaybın muhatabı içindir.” Akif Emre

“Gecikmiş eleştiri çürütür, fırsatçılık kokan eleştiri yıkıcıdır.” Akif Emre

Kendi ifadelerinin dışında bu konuyla ilgili alıntıyı da yer verir Akif Emre: “Ben olsam Müslüman Doğu'daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı'nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” (Aliya İzzetbegoviç)

Yürekten katılıyorum bu iki güzide insanın tespitlerine. Aslında bu alıntılar yaşadığımız bu hayat yolculuğunda her birimizin bir yol haritası olması gerekiyor. Ara sıra okumak için de ajandamızda kayıtlı olmalı diye düşünüyorum. Çünkü büyük eksikliğini hissettikleri eleştiri ve özeleştiri kültürüne bu açıklamalarıyla büyük katkı sunmuşlardır.

Bakmayın siz içimizden her birimizin ben eleştiriye açığım ve özeleştiri yapıyorum dediğimize. Zira Doğu toplumu olarak kahir ekseriyetimiz eleştiriye açık falan değiliz, özeleştiri de yapmıyoruz. Şayet öyle olsaydı, bu iki güzide insan bu konuda niye böyle desin? Demek ki Batı’nın geride bıraktığı eleştiri tahammülsüzlüğü bu toplumda sorun olarak aynen devam ediyor. Bu görüntümüz ve kafa yapısıyla da çok fırın ekmeği yesek de bu konuda mesafe alabileceğimize inancım her geçen gün azalmaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi için de Aliya eleştirel düşünmeyi okullara ders olarak konmasını önermektedir. Bugün okullara bu dersi koysak, meyvelerini yemek için bir 10-15 yıl gerek.

Aslında eleştirel düşünme için mekteplere ders koymaya gerek yok bence. Zira bu durum hazır bulunuşluk ve tahammül sınırımızla alakalı bir durumdur.

Bu vesileyle hem Bilge Kral’a hem de Emre’ye Allah’tan rahmet diliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde