Ana içeriğe atla

Benden Size, Hava Atmaya Dayalı, Temsili Bir Namaz


Sanmayın hakikaten namaz kılıyorum. Tamamen özentiye dayalı temsili bir namaz bu. 

İlahiyat Camisinde cuma namazını kılıp çıkarken ceketini omuzlarına atmış ve namaz kılmaya devam eden birini arkasından gördüm. Sağ kolunu göremedim. Dedim ki sağ kolu yok. Az daha divelendim. Sol kolu da yok. Dedim, iki kolu olmadığı halde namaz kılmaya çalışıyor ve kollarının olmadığını göstermemek için ceketini omzuna atmış. 

Tam çıkışa doğru biraz daha yürüyünce el ve kollarının sapa sağlam olduğu gördüm. Yaşı 70'in üzerinde olan amcanın rükuya ve secdeye varmasını bekledim. Bakalım ceketi düşürmeden üzerinde duracak mı diye. Hem rükuyu hem de secdelerini yaptı. Hayret ki ceket omzundan düşmedi.

Daha önce ceket omuzda, ayakkabısının arkasına basmış, eline de 33'lük tesbihini almış dışarılarda gezip dolaşanlar gördüm de namazda uygulayanına ilk defa şahit oldum.

Eve gelir gelmez arşive kaldırılmış ceketlerimden birini arayıp buldum. Ceketin düşüp düşmediğini namaz kılarken üzerimde denemek istedim. 

Omzuma ceketi attım. Seccadeyi serdim. 

Oğlana, oğlum ben namaz kılarken çek ve çektiğini bana at dedim. Kıldım ve gördüğünüz gibi ilk denemede ceketi düşürmedim. 

Hasılı, maharetse maharet...havaysa hava... Sizin de bu maharetimi ve havamı görmenizi istedim. 

Bu arada ceket omuzda namaz kılmanın havası bir başka oluyormuş. Temsili de olsa bunu derinden hissettim. Varın siz, amcanın havasını düşünün.

Aramızdaki farka gelince;
Amca hakiki namaz kılıyor, ben ise temsili.
Amca açık havada herkese havasını atarken bense perdeleri kapalı, içerisi karanlık bir yerde kendi kendime havamı attım. Başka da kimse yoktu zira.

Bir hava da bizden olsun. Zira neyimiz eksik diyorsanız, atın omzunuza ceketinizi, serin önünüze seccadenizi. Durun namaza. İster hakiki ister sahtesini kılın. Bir hava da sizin olsun...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde