Ana içeriğe atla

Camiye Gidip Niye Namaz Kılıyoruz ki? ***


Zaman zaman okullarda kavga eden öğrenciler olur. Bu tür kavgalar hep bahçe ve koridorda oynayan diğer öğrenciler tarafından ayrılır. Kavganın içeriğine pek girmek istemesem de neyi paylaşamadınız diye tarafları dinlediğimde, husumetin okul dışında başladığını ama kavgayı okulda yaptıklarını öğrenirim. Kavganın içeriğine gelince, genelde incir çekirdeğini doldurmayan türden kavgalar olur. Onlara “Kavgada yumruğu ilk önce kim attı” derim. Zira bana göre meseleyi konuşarak değil de kaba kuvvetle çözmek ilkel bir yöntem ve kavgada ilk yumruğu sallayan suçludur. İkinci olarak “Dışarıda başlayan bu atışmayı kavgaya dönüştürerek niçin okula taşıdıklarını” sorar, arkasından “Madem sizin için kavga kaçınılmaz, çözümü kavgada buldunuz. Niçin kimsenin olmadığı bir yere gidip kavganızı yapmıyorsunuz? Orada sizi aralayan, size karışan olmaz. Böylece kozunuzu bir güzel paylaşmış olursunuz. Birbirinizi öldürseniz tüh bile demem, pisipisine gittiler derim. Cenazeniz de orta yerde kalmaz. Ben cenazenizi seve seve kıldırırım. Ama siz, kimsenin olmadığı yeri değil de okulu seçiyorsanız, katıksız korkaksınız. Çünkü okulda kalabalık içerisinde kavga etmek mertlik değil. Nasılsa kavgaya tutuştuğunuzda birileri koşarak gelir ve sizi aralar diye düşünüyorsunuz” derim ve ardından barıştırırım.

Karapınar ilçemizde, aralarında daha önce husumet olan yaşları 54-26 olan baba-oğul ile diğer tarafta yaşları 55-48 olan iki kardeşin, cuma namazının farzını kıldıktan sonra camide birbirlerini darp etmesi, kameralara yansıdı. Bu olay yerel ve ulusal gazetelerde video görüntüleriyle birlikte yayımlandı. Bu haberi okuyup görüntüleri inceleyince nedense liselerde öğrencilerin okul bahçe ve koridorlarında yaptıkları kavgalar aklıma geldi. Her ikisi de kavga yeri olarak kalabalık meskun mahalleri seçiyorlar. Aralarındaki tek fark, liseli gençler adı üzerinde delikanlı. Yani kanları deli, heyheyleri üzerinde. İşin nereye varacağını pek kestiremezler. Cami içinde kavgaya tutuşanlar ise aklı başında, yaşça çok olgun, evli-barklı kişiler. Camideki bu kavgayı görünce kavgaları hiç tasvip etmesem de öğrenci kavgaları bana daha masum geldi. Camide kavgayı yapan ortaokul ve lise talebeleri olsa yine onlar çocuk diyeceğim. Ama Allah’ın evinde kavgaya tutuşanlar maalesef koca koca adamlar. Neyi paylaşamadılar, dertleri ne bilmiyorum. Öğrenmek de istemiyorum. Çünkü itidal ve sükunetin hakim olması gereken bir yerde husumetin camiye taşınmasının makul bir izahı olamaz.

Bereket, Allah Teala, “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda koşarak Allah’ı zikretmeye koşun” buyuruyor. Bir de “kavganızı camide de yapabilirsiniz” deseydi herhalde camide silahlar konuşur ve kan gövdeyi götürürdü. Kıldığımız namaz “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.”ayetinde buyrulduğu gibi bizi kötülüklerden koruyacaktı. Bırakalım kötülükten alıkoymayı; burası Allah’ın evi, burada kavga olmaz demeyip Allah’tan korkmadan, kullarından utanmadan kavgamızı camiye taşıyoruz. Biz büyükler de küçüklerin vücutça büyümüş şekli olduğumuza göre demek ki yok onlardan bir farkımız. Boşu boşuna çocuklara kızmayalım. Onlar kavga için kalabalık yerleri seçiyorlar, biz de. Korku demek ki bizi kalabalık yerlere çeken… Camide herkesin içinde kavgamızı yapacağız ki birileri bizi aralasın. Bu arada bir iki vurur ve yumruk sallarsak kâr, mantığını güdüyoruz. Madem korkuyoruz, o zaman niçin kavgaya tutuşuyoruz?

Bence kıldığımız namazları bir sorgulamamız lazım. Eğer bir namaz, bizi kötülüklerden, hayasızlıktan ve kavgadan uzak tutmuyorsa kıldığımız bu namazlarda bir sorun var demektir. “Yazıklar olsun, o kıldığımız namazlara…”

***08/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde