Ana içeriğe atla

Müslümanlar, Müslümanlık Anlayışlarıyla Yüzleşmeliler *


Geri kalmış bir İslam dünyası...
Birbirini boğazlamaktan öte bir şey yapmayan bir İslam dünyası...
Batı'nın pazarı olmuş bir İslam dünyası...
Ülkelerini, sömürgeci devletlere parsel parsel peşkeş çeken bir İslam dünyası...
Hiçbir şey üretmeyen ve daima tüketen bir İslam dünyası...
Farklı fikirlere tahammül etmeyen bir İslam dünyası...
Geri kalmışlıklarını Batı'yı suçlayarak ömür tüketen bir İslam dünyası...
Kendisine toz kondurmadan mazeret, bahane, gerekçe üreten bir İslam dünyası...
Gayrimüslimlere merhametli, birbirlerine karşı şedit ve horoz kesilen bir İslam dünyası...
Mezhep anlayışlarını din sanan ve mezheplerinin hakim olması için dinlerini ikinci plana iten bir İslam dünyası...
Namaz, oruç, hac, kurban gibi belli vakitlere bağlı ibadetleri yerine getirmeyi din sanan bir İslam dünyası...
Allah ile kul arasında bir ödev olan ritüelleri önceleyip insanlığın kurtuluşu olan ahlak ilkelerini önemsiz gören bir İslam dünyası...
Kendini, yerini, haddini bilmeyen bir İslam dünyası...
Birbiriyle didişmekten, boğuşmaktan bilime, teknolojiye, üretime, dünya ve insanlığa bir katma değer üretmeyen bir İslam dünyası...
Rahat yaşamayı, gezip dolaşmayı, yemeyi ve içmeyi meslek edinmiş bir İslam dünyası...
Sözü doğru ama özü doğru olmayan bir İslam dünyası...
Ayıpladığı her şeyi yapan bir İslam dünyası...
Kendinden, kendi düşüncesinden başka bir düşüncenin doğru olabileceğine inanmayan bir İslam dünyası...
Müslümanlığı kullanan, kendi emellerine alet eden ama Müslümanlık gibi bir derdi olmayan bir İslam dünyası...
Nevi şahsına münhasır ve kendine Müslüman bir İslam dünyası...
Müslüman kardeşinden başka düşmanı olmayan bir İslam dünyası...
Müslümanları Allah ile aldatan bir İslam dünyası...
Öze değil, şekle önem veren bir İslam dünyası...
Dürüstlüğü, eline imkanlar geçinceye kadar olan bir İslam dünyası...
Kendisi gibi düşünmeyenlere ön yargı ile yaklaşan ve niyet okuyan bir İslam dünyası...
Felsefeye, hür akla karşı olan bir İslam dünyası...
Kendi yeraltı kaynaklarını çıkarmaktan, işleyip dünyaya pazarlamaktan aciz  bir İslam dünyası...
Başkasının ürettiğini tüketerek başkasına pazar olan bir İslam dünyası...
Konuşmada bir numara, icraatta sıfır olan bir İslam dünyası...
Birliğe, beraberliğe, İslam kardeşliğine düşman bir İslam dünyası...
Mezhep, cemaat kardeşliğini İslam kardeşliğinin önüne geçiren bir İslam dünyası...
Aklı küçümseyen, o küçük aklı da başkasına kiraya veren bir İslam dünyası...
Sırtını, kendisini sömürenlere dayayarak ayakta durmaya çalışan ve yaşadığını sanan bir İslam dünyası...
Kendi içinde sosyal adaleti, sosyal barışı sağlayamamış ve adaleti hakim kıl-a-mamış, zulmü adalet diye dayatan bir İslam dünyası...
Farklı ve aykırı fikirlere tahammülü olmayan, kafasının basmadığı fikirlere sapıklık damgası vuran, tekfirciliği silah olarak kullanan bir İslam dünyası...
Her türlü zelil ve rezil, dünyayı yaşanmaz kılan yaşantısıyla cenneti uman ve cennete gireceğine yürekten inanan bir İslam dünyası...
Pislik paçasından akarken birbirleriyle uğraşmaktan kendi paçasına bakmayan ve birbirini aşağıya çekmekten başka bir şey yapmayan bir İslam dünyası...

Kendiyle, yaşantısıyla ve İslam anlayışıyla bir güzel yüzleşmeli. Bunu yapmadığı müddetçe İslam dünyası sorun üretmeye devam edecektir. Dünyaya ve insanlığa dair bir şey vermeyecektir. İslam olduğunu söyleyen İslam dünyasına, giydiği İslam elbisesi maalesef birkaç beden büyük gelmektedir. İslam dünyası ve Müslümanların durumu, toprağın altına servetini gömmüş, ihtiyacı olduğu halde bu servetini kullanmayan kişinin durumuna benzer.

*10/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde