Ana içeriğe atla

Sevdim Ben Bu Galoşu


Galoşun ne demek olduğunu ve nerelerde kullanıldığını bilirsinizdir. En azından benim gibi değilsinizdir. Çünkü birçok konuda olduğu gibi galoşu da yakın zamanda öğrendim. 

Bir zamanlar okullarda bilişim laboratuarları meşhurdu. Bilişim öğretmenleri öğrencileri buraya alırken öğrencilerden ayaklarına galoş geçirmelerini isterlerdi. Beyaz eşya servis işi yapanlar da evlere servis için gittiklerinde ayakkabılarını çıkarmadan ayaklarına galoş geçirmeye başladılar. En çok da Celalettin Rumi Türbesini bir vesileyle ziyaret ettiğimde gördüm galoşları. İçeri giren, temiz galoş bölümünden aldığı galoşu ayağına geçirerek türbeyi ziyaret ediyor, çıkışta da ayağından çıkararak kirli galoş bölümüne atıyor. 

Yakın zamanda tanışmış olsak da galoşlar hayatımızda büyük kolaylıklar sağladı:
*Ayakkabını çıkarmadan her yere girebiliyorsun. Haliyle ayakkabım çalındı, çalınabilir endişesi de taşımıyor ve gözün arkada kalmıyor. Kimse ayakkabının üzerine basmıyor.
*Ayakkabın bağcıklı ise çözmek için uğraşmıyor ve ayakkabını çıkarmak suretiyle etrafa koku yaymıyorsun, çorabını ve rengini kimse görmüyor.
*Zamanını verimli kullanıyor, ayakkabı çıkarmaya çalışarak zaman kaybetmiyorsun. Pratikliktir.
*Bir yere galoşlu girilince girdiğin yer toz, toprak, çamur olmuyor. Ortam kirlenmeyince sık sık paspas çekmeye de gerek kalmıyor.

Şimdilerde çoğu yerlerde kullanılmayan galoşlar her yerde yaygınlaşsa bazı masrafları da yapmamış olacağız. Evlere de galoşla girsek fena olmaz gibi geliyor. En azından misafir geldiğinde misafirin ayakkabılarını düzeltmek için uğraşmamış oluruz. Misafir de girerken, çıkarken ayakkabısını çıkarmak ve giymekle uğraşmaz. En azından keratanız var mı demez. Evin girişine ayakkabılık yaptırmak için masraf edilmez. Evlere galoşla girilir mi demeyin. Türk filmlerinde evlere ayakkabı ile girildiğini az mı seyrettik. Tecrübeliyiz bu konuda. Bu önerimle ben evlere ayakkabı ile girelim demiyorum.  Bir ileri aşama olarak ayakkabının üzerine galoş geçirelim istiyorum.

Galoşla girilmeyen geride neresi kaldı? Sanırım bir camiler var. Oralara da girdik mi tamam bu iş. Olur mu? O kadar da değil demeyin. Niçin olmasın? Orası Allah'ın evi deyip garibinize gidebilir. Tek tük olsa da örneğini görüyoruz. Bir de burası yaygınlaşırsa artık camilerimizde de ayakkabılığa gerek kalmayacak, galoşu geçirip içeri geçeceğiz. Böylece ayakkabımı nereye koyarım, nereye koymuştum, ayakkabımı çaldırdım derdi de olmayacak. Kimse camiye girmek veya camiden çıkmak için ayakkabısını havaya kaldırıp taşımayacak, ayakkabının altından halıya şıp şıp su akmayacak ve en önemlisi ayakkabımızı giriş ve çıkışlarda sağ elimizle taşımayacağız. Ayakkabımızı taşıdığımız el ile çıkışta birbirimizle tokalaşmayacağız. Cami görevlileri, "Üst raflara ayakkabınızı koymayınız" yazısı yazmaya gerek duymayacak. Bir diğer iyi yönü, camilerimiz çorap kokusu ile dolmayacak, halılara çorap kokusu sinmemiş olacak. Yine cami giriş ve çıkışlarında ayakkabıyı ayakkabılığa koyarken ve ayakkabılıktan alırken cami girişlerinde bir yoğunluk olmayacak.

Hasılı galoşun faydası say say bitmez. Yapacağımız tek şey, bu konuda biraz cesur olmak. Bunun için öncü isimlere ihtiyacımız olabilir. Beni öncü kabul ederseniz ben hazırım bu işe. Zira sevdim ben bu galoş işini. Burada tek dikkat edeceğim caminin duvarına işememek. Gerisi bir şekilde idare edilir. Birileri ahlak polisliğine soyunup ayıplamaya kalkmasın beni. Zira ayıpladığı başına gelir. Demedi demeyin. Kimse bana ayar vermeye de kalkmasın. Çünkü bir gün birileri de ona ayar verir. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde