Ana içeriğe atla

Ne İsterler Allah'ın Garibinden? *


2018 Ekiminde Aydın İlinde bir camide görev yapan din görevlisinin, cami cemaatinin şikayeti üzerine DİB tarafından bir başka yere görev yeri değişikliği yapılınca, bu duruma sinirlenen görevli, oturduğu lojmana daha sonradan ilave ettiği/ettirdiği lavabo, tuvalet, banyo ve kömürlüğü balyozla yıktığı, haberlere yansımıştı. Böylesi olay niçin benim yaşadığım memlekette olmaz diye Aydın’ı kıskanmıştım. Nihayet bir yıl gecikmeli de olsa hele ki şükür bizde de benzeri bir olay vuku buldu. Öyle ya neyimiz eksikti bizim Aydın’dan.

Merkeze 20 km uzaklıkta bir camide 11 yıldır görev yapan imamımızı, cemaatin bir kısmı şikayet eder. Yapılan şikayeti boşa çıkarmak amacıyla imamımız da karşı atağa geçer. Bir kısım cemaatin desteğini alarak “İmamımızdan memnunuz” imzalı dilekçeyi müftülüğe sunar. Ama bu karşı atak fayda vermez. Müftülük, görevlimiz daha yakın bir yerde görev yapsın diye personelinin görev yerini şehir merkezinde bir camiye yapar.

Tayini çıkan imam “Şikayette bir hayır var. Bak şehir merkezine atamam yapıldı” deyip sevineceği ve yeni görev yerine koşa koşa gideceği yerde, iddiaya göre eski görev yerinden ayrılmadan önce kaldığı lojmanın bahçesine daha önce ekip büyüttüğü 17 ağacı keser. Her kestiği ağacı da yakmak için küçük küçük bölümlere ayırır. Kesip ufalttığı ağaçların çoğunu arabaya yükleyerek eski görev yerinden ayrılır. Olay bundan ibaret. Dikkatinizi çekerim odunların hepsini de götürmemiş. (Belki aracı almadı, belki sobada yaksınlar diye camiye bıraktı.)

17 ağacı keserken ne yapıyorsun demeyen cemaat, imam lojmandan ayrıldıktan sonra kesilen ağaçların fotoğraf ve videosunu çekerek basına servis eder. “Vay efendim! Bu ağaçları niye daha önce kesmedi de tayini çıktıktan sonra kesti” gibi. Cemaate göre kesilen 17 ağaç, imama göre ise bir ağaç. Arada 16 ağaç fark var. O bir ağacı da imam, ağacın dalları elektrik tellerine değdiği için kesmiş.

Şimdi burada kim haklı? Sizi bilmem ama bana göre imam haklı. Ağaçları kendi ekmiş, bundan sonra kendisine yar olmayacaksa niçin geride bıraksın? Kendisine yar olmayacak dünyayı ne yapsın sonra. Camiyi ve lojmanını yıkmadığına şükredin. Yerine gelecek imam da tıpkı kendisi gibi eksin, büyütsün, faydalansın. Herhangi bir şikayet olursa o da kesip gitsin. Geride bir şey bırakmasın, tıpkı kendisinin yaptığı gibi. Sonra bu cemaate de iyilik yaramıyor. O ağaçları dikmek için çukur kazmada, fidan getirmede ve o ağaçları zaman zaman sulamada kaçı, imama yardımcı oldu da şimdi o ağaçlara sahipleniyorlar? Hepsinde imamın alın teri ve emeği var. Ayrıca şikayet eden cemaat kendisine nankörlük yapmış. Şikayet de neyin nesi? İnsan sıkılır. Sonra hoca şikayet edilir mi? Onların namazlarını mı kıldırmadı, camiyi mi açmadı, çocuklarını mı okutmadı? Çoğu imam gibi değildi üstelik. Kağıda bakmadan kendi şivesiyle deli dolu hutbesini okurdu. Arta kalan zamanlarda lojmanında yetiştirdiği tavukların yumurtasını da satıyordu. Nasılsa lojmanın bahçesi büyüktü. Sonra sattığı yumurtalar gezen tavuk yumurtası idi. Başta mahalleli olmak üzere halkın sağlıklı besin yemesini de sattığı yumurtalar sayesinde sağlamış oluyordu.

Kestiği ağaçlarla da halkın oksijensiz kalmasını istiyor şimdi. Bence iyi yapmış. 11 yıldır görev yaptığı, neredeyse mülk edindiği bir yerden seni beğenmiyoruz diye göndermek kolay mı? Hakkaniyete sığar mı hiç? Caminin her bir köşesinde, lojmanın her bir yerinde ve bahçesinde emeği vardı. Bu kadar emek, bir şikayet üzere bu şekilde berhava edilmemeliydi. Onların yaptığı nankörlüğe bu kadar iyilik yaramazdı.

İmamın “Ağaçların dalları elektrik tellerine değiyordu, ondan dolayı kestim” gerekçesini de yabana atmamak lazım. Adam giderken bile mahallelisinin başına bir şey gelsin istemiyor. Düşünün ki o elektrik direğine değen ağaçtan dolayı bir yangın çıksaydı, mahallenin hali nice olurdu. Bence imama kızılacağına; imam, ağaçları bir bir kesip arabaya yüklerken mahallelinin gelip hocaya yardım etmemesi çok ayıp olmuş.

Eski mahallesinin kıymetini bilmediği bu imamı şimdi yeni mahallesi düşünsün. Umarım onlar kıymetini bilirler. Hocalarını daha iyi tanırlar da şikayete falan yeltenmezler. Yoksa başlarına ne geleceğini şu anda ben bile kestiremiyorum.

Burada bir söz de Diyanet İşleri Başkanlığına ve diğer kamu görevlilerine söyleyelim. Bu söz bu yazının en doğru tek cümlesi olsun: Bir imam veya başka kurumlardaki bir görevli, niçin bir camide, bir kurumda 11 yıl görev yapar? Bir kamu görevlisinin bir yerde yapacağı ortalama görev süresi beş yıl olmalıdır. Çünkü bu süreden fazla kalan kendini tekrarlamaya ve çalıştığı yeri kendi mülkü gibi görmeye başlar. Beş yıl görev yaptıktan sonra ayrılırken görevini bihakkın yerine getiren bir görevli ise arkada kalanlar “Allah razı olsun, iyi biriydi” desin, görevini layıkıyla yapmayan biri ise “Şükür, kurtulduk” desin.

*03/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde