Ana içeriğe atla

Takdirlik Çocuklar ***


Sınavdan çıkıp tramvaya bindim. Sınavdan çıkanlarla birlikte tramvay daha bir kalabalıktı. Tramvayda nasıl vakit geçireyim diye düşünürken bir teyze imdadıma yetişti. Kulak kabartmama gerek kalmadı. Mecburen herkes gibi ben de dinledim. Teyze biriyle telefonda herkesin duyacağı şekilde konuşuyordu:

"Ne oldu bilmem çocuğa? İlkokulda, ortaokulda hep takdirlikti. Liseye geldi, değişti. Süper bir kafası vardı. Şimdi açıktan okuyor, geçen hafta sınava girdi çıktı. Hiç derse bakmadı. Çalışsa yapar ama çalışmıyor. Nasıl oldu bilemedim. O başarılı ve takdirlik çocuk gitti, sınıfta kalan bir çocuk oldu."

Görüldüğü gibi teyze çocuğundan dertliydi. Bu şekilde dertli olan anne ve baba sayısı az değil. Çocukları zeki olmasına rağmen başarılı olamıyorlar. Halbuki zeka varsa daha ne isterlerdi bu çocuklar? Üstelik kendi yetiştikleri döneme göre neleri eksikti bunların? Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkasındaydı. Anne-babalar saçlarını süpürge ediyor. Çocuklarda tık yok. Ölü mübarekler!

Yukarıda alıntıladığım teyzenin serzenişi toplumda çoğu ebeveynin ortak derdi. Hemen hemen hepsi de çocuklarının lisedeki başarısızlığını ilkokul ve ortaokuldaki başarısı ile kıyaslıyor. Ne idi ne oldu, çocuk çok değişti, tanıyamıyoruz diyorlar. Anne babalar bu kıyasında haklı olabilirler. Ama göz ardı ettikleri bir yön var. Ergenlik dönemi savrulmalarından ve arkadaş çevresinden kaynaklanan başarısızlığı bir tarafa bırakırsak, ilkokul ve ortaokullarda çocukların başarısı, doğru dürüst objektif kriterlere göre ölçülmüyor. Çocukların aldıkları notlar ya da öğretmenlerin verdiği puanlar yanıltıcıdır. Çünkü öğretmenler bu kademelerde bol bol not basıyor. Fazla not verilince haliyle çocuğun gerçek başarısı liseye kadar gizleniyor. Doğru dürüst çalışmadan eve takdirle gelen çocuğunu görünce ebeveynler çocuklarını süper görüyorlar. Çalışmadığı halde böyle ise bir de çalışsa bu çocuk derece yapar diye düşünüyorlar.

İçinizden öğretmenler ilkokul ve ortaklık kademesinde niçin yüksek not veriyor, vermesin diyebilirsiniz. Doğru dersiniz. Olması gereken bu. Ama veliler alttan giriyor, üstten çıkıyor: "Aman öğretmenim! Çocuğumun notları düşük olmasın. Lisede okul seçiminde bu notlar önemli olacak" diyor. Bunu gören öğretmen vereyim gitsin deyip yapıştırıyor yüksek yüksek puanları. Yani çoğu çocuk hak etmediği notu alıyor. Notlar bu şekilde hormonlu olunca (Ben böyle fazladan verilen notlara hormonlu not diyorum) ne çocuk kendisini tanıyor ne de veli. Çocuk liseye gelince üstü örtülen gerçek ortaya çıkıyor. O zaman da iş işten geçmiş oluyor. Çocuğumuzla ilgili ileride şok yaşamak istemiyor ve çocuğumuzun gerçek başarısını veya başarısızlığını erken yaşta görmek istiyor ve zamanında tedbir almak istiyor isek, özellikle ortaokul kademesinde sınav, performans ve proje puanlarına bir ayar vermek gerekiyor. Herkes hak ettiği puanı almalı, aile de çocuğunu durumuna göre bir yol haritası belirlemeli. Çünkü çocukların kaybedildiği kademe bu kademedir.

***19/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde