Ana içeriğe atla

Devleti Kutsamak *


İnsan ve toplum birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Çünkü insanoğlu sosyal bir varlıktır. Birbiriyle anlaşabilse de anlaşamasa da beraber yaşamak zorunda. Topraktan yaratılan ilk insanla birlikte insanoğlu çoğaldı. Mevsimlere göre bir yerden bir başka yere göçtü durdu. Geçimini avcılık ve hayvancılıkla sağladı. Ekip dikmeye başlayınca yerleşik hayata geçti. Yerleşik hayatla birlikte insanoğlu kendi eliyle devletler kurdu, sınırlar oluşturdu. İstedi ki bu kurduğu devlet, düzeni sağlasın ve kendisine hizmet etsin.

Devlet dediğimiz, insanın kendi eliyle oluşturduğu bir tüzel kişilik iken bazıları devleti kutsallaştırıyor. Devlet kutsal mıdır? Bana göre devlet önemlidir, olmazsa olmazdır ama kutsal değildir. Kutsal olan insandır. Çünkü görüp kullandığımız her şey gibi devlet de insanın eseridir. 

Devlete kutsallık atfedildiği zaman ne olur? Ne sakıncası var denebilir? İş devleti kutsal kabul etmekle kalmıyor. Devlet adına iş yapanlar da kutsal görülmeye başlanıyor ya da devleti yönetenler kendisini kutsal görmeye başlıyor. Kutsal olanı eleştiremez, yanlış yaptığı zaman karşısında duramazsın. Esas sorun da burada başlıyor.

Düşünce suçlarından ceza almışların çoğunun suçu, devlete karşı suç işlemiş olmalarıdır. Millet adına devleti yönetenler, eleştiri hakkını kullananların eleştirileri hoşlarına gitmeyince her tarafa çekilebilen kanun maddelerinin arkasına sığınarak düşünceyi susturma yoluna gidebiliyor. Bir zamanlar insanımız askeriyeyi ağzına alamazdı. Hemen TSK'yı tahkir ve tezyiften hakkında suç duyurusunda bulunurdu. Cezaevinde olanlar için bir af veya ceza indirimi söz konusu olduğunda devlete karşı işlenmiş suç kabul edildiği için düşünce suçluları, af veya ceza indiriminin kapsamı dışında bırakılıyor. 

Bürokrat veya üst yönetici adına ne dersek diyelim devleti yönetenler, vatandaşın emrinde ona hizmeti şiar edinmesi gerekirken vatandaş onlara hizmet eder hale geliyor. Saygı onlara gösteriliyor, taltif ve ikram onlara yapılıyor.

Savaşı onlar çıkarır, sen ölürsün. Ekonomiyi yönetemezler, vatandaşın vergilerini har vurur, harman savurur; yerli yerince kullanmazlar krizi ve ceremesini sen çekersin.

Külfet daima halkın, nimet ise onlarındır. İtiraz edersen sana bir güzel had bildirirler. Devlet bunu yaparken devletin imkânlarından azami derecede faydalananlar da yapılan hadsizlikte devletin yanında yer alırlar.

Sonuç olarak devleti, devlet adına iş yapanları kutsamak doğru değildir. Devlet dokunulmaz, hesap sorulmaz değildir. Devlet devletliğini, vatandaş da vatandaşlığını bilecek. Vatandaş vergisini verecek, devlet ve devleti yönetenler de vergiyi yerli yerinde kullanacak, vatandaşın ihtiyacı olan hizmetleri yerine getirecek. Devleti yönetenler/üst yöneticiler kendi rahatlarından önce vatandaşın rahatını düşünecek.

27/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde