Ana içeriğe atla

Yönetim Anlayışımızda Kurum Kültürünün Yerleşmesi

Bu ülkede en büyük sorun kurum, kuruluşlarımızda ve devlet yönetiminde kurum kültürünün gelişmemiş ve oturmamış olmasıdır. Aynı zamanda aidiyet duygusunun oluşmamasıdır. 

Devlet adına iş yapan nerede bir kurum varsa hatta devlet yönetimimiz bile kişilere endekslidir. Kurum ve kuruluşlarımız ay sahibine göre kişner mantığıyla çalışır. Nereye kim gelirse orayı ilk önce hallaç pamuğu gibi altına üstüne getirir. Sayesinde birileri ihya olurken birileri de mağdur olur. Yönetim değişti mi ihya olan mağdur, mağdur olan ihya olur. 

Kişilere bağlı bu yönetim tarzımız klasik Doğu toplumu olmamızın tipik bir göstergesidir. Batı da olduğu gibi kurum kültürümüz yoktur. Batı da ülkenin ve kurumların yönetimş kişilere göre değişmez iken bizde her şey tersine döner. Bundandır ki bizde seçimler ölüm kalım meselesidir hep. Seçimlere katılım da yüksektir. Batı da seçimlere katılım oranı düşüktür. Çünkü hangi parti iktidara gelirse gelsin, bir kurumun başına kim gelirse gelsin sivil insanların ve çalışan insanların hayatı alt üst olmaz. Her halükarda insanlar işinin başında. Batı da devletin tüm kurum ve kurallarıyla oturmuş bir hafızası varken bizde iktidara gelen öncekini yok eder veya görmezden gelir. Yönetmeye sıfırdan başlar. Batı da bürokrasi her daim siyasi iktidarın emrindedir. Gelen siyasi iktidara direnmez. Bizde bürokratın kimin zamanında atandığının çetelesi tutulur, istenen veya istenmeyen adam ilan edilir.

Bu ülke gelişmek istiyorsa her şeyden önce yönetim anlayışlarımızı değiştirip yönetimde kurum kültürünü yerleştirmemiz lazım. Kurum kültürü yerleşirse kurumlar kişiselleştirilmez, laçkalaşmaz. Kurumlar kendi içinde birbirini denetler. Kaytaran, suç işleyen korunmaz. İşleyişte tıkanma meydana gelmez. Kurumun yöneticisi veya iktidar el değiştirirse dünyanın sonu değildir. Yerine gelen aksama olmadan kaldığı yerden devam eder. Çünkü böyle yerlerde kişilerin değil, kurum kültürünün ağırlığı vardır. Kişiler kurumun önüne geçmez. Gelişim ve gerileme kişilerle orantılı değildir.

Her şeyimizle Batılı gibi yaşıyoruz ama yönetim anlayışımızda bir türlü Batılı olamadık. Bize düşen kişileri değil, kurumları öncelememizdir. Kurumun öncelendiği yerde kişiler gelip geçicidir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde