Ana içeriğe atla

Belde Belediyeleri Niçin Var?

Kaplıcası olan bir beldede beş gün kaldım. Kaplıca dolayısıyla beldede işletme amaçlı yüksek binalar yapıldığından belde, orta büyüklükte bir ilçe görünümünde.

Akşama doğru adımlarken gözüme belediye binası ilişti. Beldenin en işlek caddesinde bulunan belediyenin karşısında, içinde belediyeye ait hurdaya çıkmış araçların konduğu büyükçe bir arazi var. İçi ateş atılıverse hemen tutuşacak sararmış otlarla dolu. Hazineye ait olması kuvvetle muhtemel bu arazi "Ben bakımsızım, bana bakan yok arkadaş" diye haykırıyor.

Beldenin eski yerleşim yerlerine doğru adımladığımda kilitli taş döşenmiş yollar köstebek yuvası gibi. Taşlar çökmüş vaziyette. Araç geçerken "Ne olur, bana eziyet etme, Allah'ını seversen buradan geçme" der gibi.

Belediyeye yakın -belki de belediyenindir- bir çay bahçesine oturdum. Çayı beklerken gözüm ağaçlara bağlanmış içi su dolu beyaz poşetlere ilişti. Garsona, bu poşetleri niye astınız, dedim. "Işığa gelen sineklerden korunmak için" dedi. Ne alaka dediğimde "Işıkla beraber aydınlığa gelen sinekler, ışığın vurmasıyla birlikte şeffaf poşet daha parlak göründüğünden sinekler poşete konuyor" açıklamasını yaptı.

Çaydan sonra kaldığım termale gittim. Sular kesikti. Biraz bekledikten sonra geldi. Suyu açınca pat pat şeklinde ses çıkarıp fışkıran suyun normale dönmesi ve bu esnada akan sarı suyun gitmesini beklemek de zaman aldı. Suyun kesilmesi Allah'ın emri gibiydi sanki. Beş gün boyunca saati ve vakti belli olmaksızın kapımızı çaldı. Kah sabah, kah akşam, kah gece.

Elektrik kesintisine iki defa rastladım. Alışveriş yaptığım esnafa göre elektrik ve suyun kesilmesi olağanmış beldede.

Beş gün kaldığım beldede gözlemlerime göre belediye, binasının karşısındaki mezbelelik yeri düzenlemekten aciz. Türkiye'nin her bir yerinden kaplıca için gelenlere reklamını yaparcasına 24 saat kesintisiz su veremiyor. Yolları, bana bak başkan dercesine bakımsız. Haşereyle mücadele yok.

Tüm bunları gözümün önüne getirince sahi bu belde belediyeleri niçin var? Niçin buralara belediyelik verilmiş, niçin seçim yapılıyor, bir beldenin köyden hiç farkı olmayacaksa buralara niçin başkan seçilir, köy olarak kalsa daha iyi olmaz mı? Hem devlet boşu boşuna masraf etmemiş olur. 

Size gördüğüm bir beldeyi anlatmaya çalıştım. Daha bu belde gibi nice belde ve küçük ilçelerimiz var bu şekilde. Buralardaki belediyelerin kendilerine hayrı yok ki belde ve ilçesine hizmet etsinler. Bence böyle belediye olunacağına buralar belediyesiz kalsın daha iyi. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde