Ana içeriğe atla

Mustafa Sarı

1980 yılında orta ikinci sınıftan itibaren tanıdım kendisini. Mersin Gülnar'dan aramıza katılmıştı. Şen şakrak birisi idi. Sınıfın yaşça en küçüklerindendi. 

Lise birinci sınıftan itibaren ayrılmış olsak da irtibatımız devam etti. Zaman zaman 86-7C sınıf pikniklerine katıldı.

En son duyduğumda SÜ. Selçuklu Tıp Fakültesi Göğüs bölümünde yattığını öğrendiğim. 28.06.2019 günü hastanede kendisini ziyaret etme imkanım olmuştu. Ayaklarında romatizma hastalığı varmış. Ayaklarını göstermişti bana. Atan pıhtı ciğerinden çıkmış. 

Konuşması, şen ve şakraklığı yerindeydi. Evlenmiyorlar, çocukları bir everebilsem dedi. Geçmişi yad ettik birlikte biraz.

Vedalaşıp çıkmadan önce yanında refakatçi olarak kalan en büyük oğluna "Oğlum, Ramazan Abin bizim başkanımızdı. Birlikte bir fotoğrafımızı çek" demişti. Yatağına oturarak çekindiğimiz fotoğrafı sosyal medyadan paylaşmış. Beni de etiketleyince haberim oldu.

Asansöre kadar da beni geçirmek için bana eşlik etti.

Takvimler 03.07.2019'u gösterdiğinde sanırım yeniden pıhtı atmış olmalı ki yoğun bakımdan çıkamadı. Bana hatıra olarak birlikte çekindiğimiz bir fotoğraf kaldı. 

Kin gitmezdi. Fakat inatçı bir kişiliği vardı. Yaradan çağırınca boynum kıldan ince dedi. Çekip gitti. Sınıfımızın ilk firesi Mustafa Sarı oldu. 

Ondan bana hatıra olarak yukarıdaki fotoğrafla birlikte orta ikinci sınıfta aramızda geçen bir anekdot kaldı. Yeri mi bilmiyorum ama anlatayım: Orta ikinci sınıfta sınıf başkanıyım. Ders öğretmeni sınıfa gelmeden önce sınıfın sükunetini sağlamam gerekiyordu. Arkadaşlar, durun derken caydırıcı olsun diye konuşmaya devam eden üç kişinin ismini yazmıştım. Yazar, öğretmen gelmeden önce silerdim. Tahtaya "K" yazdım. Altına,
1.Mustafa Sarı
2.Bayram Kuşçu
3.Ali Öztürk(galiba. Tam emin değilim.)

Ben bu üç ismi yazdıktan sonra rahmetli, konuşmayı bırakmadığı gibi şarkı söylemeye başladı. Bu durum zoruma gitti. Yazdığım isimleri ilk defa tahtadan silmedim.

Derse giren Matematik öğretmeni Solmaz Genç, tahtada yazılı isimleri görünce "Bu sizin başkanınız hiç isim vermez, durmayanları yazmazdı. Hah şöyle! İlk defa yazmış" dedi. Bu üç arkadaşı tahtaya kaldırarak bir problem sordu. Yani onları sözlü yapmıştı. Bilemedikleri için onlara "oturun, 1" demişti. Notu gerçekten mi verdi, korkutmak amacıyla verir gibi mi yaptı bilmiyorum. İşte böyle inattı bizim Mustafa. Dediğim gibi Yaradan'a direnmedi.

Hiç ölüm hastası gibi görünmüyordu. Helalleşme hiç aklıma gelmedi. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Rabbim geride kalanlarına sabır versin. 7C sınıfının başı sağ olsun.
Hakkımız varsa helal olsun. Sen de helal et be kardeşim!

Yorumlar

  1. Onun hakkı da sana helaldir inşallah. Gerçi onun adına böyle bir yetkim yok ama ziyaretine gitmen helalleşne anlamına gelir. Hele hele hoş beşle memnuniyetle karşıladı ise. Allah rahmet etsin. Mekanı cennet olsun.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde